^^ ИÍLGŰИ МAЯMAЯA ^^

05 Mayıs 2008

Hıdırellez/ Ederlezi



"times of the gypsies"/Emir Kusturica
muzik: Goran Bregovic


ederlezi / hıdırellez

' boşnak kızlarına geç
kalmış bir özür '

ah ederlezi, niye geldin bu sene
bilmez misin, buradaki kızlar yetim
şurada yatan babalarımızdı, kefensiz
yaslar bağladı sarı saçlarımız
babasızdı mavi gözlerimiz
ve goran, haykır yine bosna dağlarına
ederlezi kızlarım, ederlezi
...

ederlezi goran,ederlezi
kızların ağıtlar düzerken bosna yaylalarında,
acıya bulanmıştı şenlikleri,
ederlezi yine gelmişti her sene geldiği gibi,
ne bilsin burada yetim kızlar var
bu sene ederlezi babasız kalmıştı
yetim kızların yürekleriydi gelen.

...


Hıdrellez Bahar oldu aman Al kese astım gül dalına Adadım yarin adına İki göz oda/ .../ Bir bana uğramadı Bu bahar bayram Ağlama hıdrellez Ağlama be bana Acı ektim yerine Aşk yeşerecek Başka bahara/.../ Ne yolu var ne izi Tanıdık değil yüzü Dileğim Allah’tan Aşk sözün özü /.../Ey benim şans yıldızım Gülümse bana SezenAksu

30 Nisan 2008

UZAKTA / YANSIMALAR

u z a k t a ...
"...yalnızca içteki yakındır başka herşey uzak..."


25 Nisan 2008

MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ : ____________________ AŞKIN DANSI




seslendiren:Yılmaz Erdogan


Etme..!
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme

Ey ay felek harab olmuş ziyan olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle ziyan ediyorsun etme

Ey makamı var ile yokun üstunde olan
Sen varlık sahasını terk ediyorsun etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Sen ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme

Şekerliğinin içinde zehir olsa dokunmaz bize
Sen zehri şeker sekeri zehr ediyorsun etme

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme
MEVLANA CELALEDDİN RUMİ


Mevlana Celaleddin-i Rumi: Aşkın Dansı
Yapım :2008
Tür :Belgesel / Dram
Yönetmen :Kürşat Kızbaz
Senaryo :Kürşat Kızbaz
Oyuncular :Müşfik Kenter, Turan Özdemir, Selçuk Yöntem, Özcan Deniz, Burak Sergen, Sinan Tuzcu
Seslendirme : Yılmaz Erdoğan, Müşfik Kenter, Yıldız Kenter, Cüneyt Türel, Mehmet Atay ve Meltem Cumbul
Süre : 80 dakika
Müzik :Sezen Aksu, Ömer Faruk Tekbilek
Dağıtım :Best Line Pictures
Gösterim Tarihi :25 Nisan 2008


http://www.rumithedanceoflove.com





_

23 Nisan 2008

INGEBORG BACHMANN


“ TEK KELİME SÖYLEMEYİN, SİZ KELİMELER ! ”






Siz Kelimeler

Siz kelimeler,
Kalkın izleyin beni!..
Biz ileri giderken
Çok gitmiş olsak bile
Daha vardır gidilecek yer
Çünkü yol varmaz bir sona.

Aydınlanmaz.

Kelime,
Nasılsa yalnız

başka kelimeleri çağıracaktır.
Cümle de cümleyi.
Böylece dünya,
Kesin bir tutumla zorlar,
İster ki artık söylenmiş olsun.
Söylemeyin...

Kelimeler, beni izleyin
İzleyin ki, son bulmasın
Ne bu kelime tutkusu
Ne de çelişkilerin yanıtları!..

Şimdi bir süre
Konuşturmayın hiçbir duyguyu
Bırakın kalbin adalesi
Biraz farklı çalışsın

Bırakın diyorum, bırakın...

En yüce kulaklara bile diyorum
Bir şey fısıldanmasın
Ölüm için bulma söyleyecek bir şey
Bırak ve izle beni
Ne tatlı ama ne de acı
Avutmasız
Ama umarsız da olmayan
Ne belirleyici
Ne de belirtilerden yoksun...

Yalnızca şu olmasın :
Toz, toprak içinde imgeler, hece döküntüleri
Tek kelime söylemeler...

Tek kelime söylemeyin,
Siz kelimeler!...

çev:Ahmet Cemal

_


Ingeborg Bachmann
June25,1926 Klagenfurt,Austria - Oct.17,1973 Rome,Italy






_

21 Nisan 2008


"Ortasına bırakıldığım bir ülke…eylül ülkesi..." L.M.

7.

gece 4'te dinledigimiz şeyler
___ yağmur ve martıydı.
yağmur ve martıyı dinliyorduk
kedimin dilinden anladıgım gibi
onları da anladım
ikisi de bilmedigimiz bir dilden
__________ konuşuyordu
ama bize anlattılar
___ anlamamız gerekeni sadece
YAKIN BİR HUZURU YA DA U Z A K

biz de onlar gibi uyuyabiliriz artık


2006
ultra-zone'da ultrason / s.239
LALE MüLDüR


_


Bir yağmur… atların birden çöküp yan yattığı…Bir yağmur…garlardan…cılız gar çiçeklerinden / Sonuna dek el sallayanlardan…
her şey bittikten / Sonra dönüp gene bakanlardan…onlardan işte en /
Çok onlardan bir yağmur…bırakılmış cam / Ayakkabılardan…bırakılmış
ülkelerden / Bırakılmış insanlardan bir yağmur…
Ortasına bırakıldığım bir ülke…eylül ülkesi / Mistikler gibi geçilen belirsiz geceler / Bir alg rüzgârı… denizaltı karanlığında / Işık ve siyah…deniz ağaçlarında güzel bir mai / Aramak…okyanusların siyah güneşi / Bir yosun müziği…mani…melankoli…

1986

u z a k fırtına
LALE MüLDüR


_

20 Nisan 2008

LA CHUTE DE L'ANGE

"melegin düşüşü"



erken vazgecislerim vardi benim
seninse erken tukenislerin
ve gece uygun degildi beklemeye...
yine de bekledim..
avucumda unutulmus binlerce golge
yeraltinda oldurulmeyi bekledim...
gun isigi vururken gozume
olmeyecektim..
katilim coktu ,
katlim yok..

N.M
_

18 Nisan 2008

Nilgün Marmara / Metinler

...SONRA
...
Sonra buradan giderdim bir hiç icin, nasil hiç nedensiz dökülüp de yllara vardımsa şu doğa kucagina ve birden buralı dogumlu, buralı yaşamışlı nasil duyabildiysem ben-imi, öyle kolayca bir başka belde de kabullenebilir beni ve hep bulurum yeni güneşler yeni dağlar yeni denizler yeni sevi titresimleri, hiç yardimsiz. Düsünecegim bu buluntularin ne kadar sonsuz olacagindan başka hiçbirsey ve yaşamın tüm kolayligi icindeki erişilmez gizem ve güçlük... Bir kelebegin insanlara cok doğal görunmesine karsın, doganin onu o denli uyumlu yaratabilmek icin belki de düşlenemeyecek nicelikte zorlukları gögüslemişligi... ... [syf.5]

...

hep yürüyen biri olmak istenmez, yürümek sürekli izlenimdir, duraklamak ve düşünceyi beklemektir yolun Varlik kanıtı. Dural bir yol isterim, öyle bir yer ki hem yürüyüş duyumunu yaşatacak hem de duruk. Orada, motorları geçen işleyişi ile beynimin, yalanlar, gerçekler, düşsellik, geçmiş, olacaklar, tum olasılıklar, göksellik, yersellik, erlik, dişilik, hünsalık, görülenler, görülmeyenler, yaşadıklarını sananlar, hiç yaşamayacaklarını sezenler, göreceli tutuncalar bularak onlara sarılıp ana memelerini bırakmak istemeyenler örnegi yaşamlarını sürdürmekte bekinenler, ışıklı hayatlar, karanlıkta gizlenenler, seçmeler, vazgeçmeler, değişimler, tanrılar, tanrısızlar, yakaranlar, ilençleyenler, yeni canlar yaratmak için çırpınanlar, yaratıktan sonra pişmanlıkla yananlar,,,...,,,yüce sevgiyi düşleyenler, sevgi sözcügünü silenler, yine yazanlar, yazgı diye ölümü bekleyenler,..., elleri ve gözleri göğe çevrili o en büyüğün ellerini tutacagini ve göz kapaklarini oksayacagini umanlar- üzerine, üzerinde sonsuz düşün gidiş gelişleriyle kıvranabilirim. [ syf.6]


Kasim 79,
İstanbul
_

14 Nisan 2008

^^

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~


~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

NİL' E ve GÜN'E UZANAN YOLCULUK DENEMELERİ - II


"Herkes aslında cehennemden çıkmak için yazmıstır..."Antonin Artaud



" Yaslı Yüregimin utanç itirafı: "SİZİ SEVMEKTE ÖLÜYORUM." N.M.
"Anımsamadigim tüm sözcükler anımsayabildigim tek bir sözcüktü: Yara! "

Seslenmek ...
Bir dosta sesleniş ...
İnsanın kendi sesine karşılık başka bir ses arayışı, kendi sesinin yankısını bile bulamazken, bir başka sese duyulan özlem...
Seslenişler bir buruklugu ve cogu zaman öte bir anlamı içerir. Bu anlamin içerisinde, cogunlukla hüzün ve seslenilenden uzakta olma durumunun, yani ayriligin acısı vardir, en trajik olani da, bir aradayken uzakta olanlarin durumudur.Zamana ve mekana ilişkin ayriliklar olmasa da tenler, canlar yanyana olsada yureklerin uzakligi trajik olani belirler. Yurek yurege olamamak; tanimsiz, tarifsiz ve belirsiz bir olgudur. Kaostur. Karmaşadir. İste tam bu noktada zamana ve mekana iliskin kavramlarin siliklestigi, etkisizlestigi görülebilir. Araya , bilinen birimlerle ölçülmeyen yeni uzakliklar girer. Bir odanin içersinde yüzlerce, binlerce kilometre u z a ktasinizdir o insandan. "O , bir başkasidir. " Ya da "Ben bir başkasıdır" Yaklaşsaniz, elini tutsaniz dokunsanız olmaz. Çünkü yürekler uzaktadir. En U z a k mesafedir, iki yurek arasındaki uzaklik, ayrilik, aykirilik. Boyle oldugu halde yaşanan yaşanildigi sanilan nedir?. Bir "hiç"; çogu zaman kocaman bir yanılgı. Olumlulugu, bir sonraki yanılsamada aranan, mutlak tekrarlanacak, tekrarlanmasi amaçlanacak bir yanılsama :

A ş k ... Ne tılsımlı bir sözcük/kavram..!

...

"Yerleşik yabancılıgın acısı" N.M.

Gitmek.... Yolculuklara çıkmak ve aramak. Nereye ve nasıl olursa olsun: Gitmek ...
Yani 'ben'in yolculuğunu sürdürmek her koşulda. Her yolculuğun bir an kendine döneceği ve kapanacağını bilmenin acısıyla: Gitmek... Ve yitmek... Başlangıcı ve sonu olmayan yalnızlığın kaçınılmazlığında.

"..........
İlk dizesi olmayan bu şiir
öncesiz bir dala benzeyecektir
Nasıl ki başlangıcı yoksa yolculukların
Sonu da yoksa
Agacsız bir dal gibiyse her yolculuk"
(1)


SERDAR AYDİN
Nilgün Marmara Metinleri ve Fragmanlar
syf.33 , syf 40

(1) Edip CAnsever Sairin Seyir Defteri s. 143
_

13 Nisan 2008

Dünyanın en güzel şiiri


Ünlü İskoçyalı şair Edwin Morgan'ın
Bir Macar Yılanının Siestası başlıklı şiiri.

Şiirin tamamı
:

‘‘ s sz sz SZ sz SZ sz ZS zs Zs zs zs z. ’’


kynk:DOgan Hizlan -24 Şubat 2004 Hürriyet
Independent (20 February, 2004) gazetesindeki bir şiir haberi

_

12 Nisan 2008

"... Çocuklugun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte!.." N.M.

Bundan ötesi yinelemedir.
"Hepimiz Mezariyiz kendimizin.."
Serdar Sözdinler

" Bir esrik. Söz'e ve Şiir'e inaniyor. Gökyüzüne ve bulutlara inat, dilin sonsuzlugunda bulunacagini umdugu bir düşülkenin arayicisi.Aci ve öfke ile ciftlesilen her sözcügün, üreyen her şiirin, ben'İn tükenişinin imleri oldugunu biliyor. Birgün güneşe ulaşacagini ya da son şiirni yazdiktan sonra hayatin ve hiç'ligin rahminde sayrı bir cenine dönüşecegini düşünüyor ... "

Serdar Aydın
(Nİlgün Marmara metinleri ve fragmanlar)


"...butun yalnizliklarin ilenci / korusun çoğulluklarınızı / cinnet koyun erdemin adını / maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çogaltın / hepiniz mezarısınız kendinizin..."
N.M
.

ELVEDA SEVGİLİM / JEAN'S WAY


" I'd rather live a little less and go out on my own terms "

Elveda Sevgilim / Jean's way : A Love Story
Derek Humphry

Mart 2008 - Kırmızı Kedi
Çeviren: Zeynep Heyzen Ateş
155 syf.

[70'lerde yayimlandiginda 'ölme hakkı' konusunda once İngiltere'de , sonra dünyada en önemli kitaplardan biri sayıldı. Humphry, ölümcül bir hastaliga yakalanan çok sevdigi karısı Jean'in ölümüne 'yardım etmesi'ni anlatiyor.]
Sevdiğiniz insanı öldürebilir misiniz?

Bugün bir klasik sayılan Elveda Sevgilim,

büyük ve trajik bir aşkın gerçek hikayesidir.
Kitap yayımlandığı yıl Observer tarafından
"Birey hakları ve aşk üzerine büyüleyici bir hikâye" diye
nitelendirilmişti.
Elveda Sevgilim, kendilerine, aşkın insana neler yaptırabileceği sorusunu sormak zorunda kalan Jean ve Derek Humphry'nin 'hayati' seçimlerini ele alıyor.

Sevdiğiniz insanı öldürebilir misiniz?

Yanıtı merak ediyorsanız...

Odasına döndüğümde, içinde ilaç olan fincanı ona uzattım.
"Bu mu?"diye sordu.

İçinde ölümcül dozda ilaç olduğunu biliyordu. Vedalaşırken
birbirimize son kez sarıldık.
Kahvesini içti ve uyuyakalmadan önce son bir zorlamayla fincanı başucundaki masanın üzerine bıraktı.
Son sözleri "Elveda sevgilim" oldu.


(Tanitim)
_

" I'd rather live a little less and go out on my own terms "

This book was first published in l978

_

07 Nisan 2008

Yaşar Kurt RUHUM



Yaşar Kurt ALIŞAMADIM

06 Nisan 2008

OYUNLAR İNTİHARLAR ŞARKILAR

"el falı avuç içinin yazgısı/ kader çizgisi, ölüm deja vu/

ayrılışlar, ayrılışlar, yaşanmamışlıklar/

yalnızca bir kadehi içilmiş yetmişlik/ i n t i h a r ''


Woolf !
yani bir kadın
yani bir insan
çeyizlerini emanet ettiğin duyarlıklar
dilerim ki ırmaksız yaşar
yeryüzünü kanatmadan (s. 43).

'Bir Kadın ve Bir Irmak İçin Şiirler'


PAVESE'nin GÜNLÜKLERİ
I.
bir ölüm yalınlığı durulturken
piomente imgelerini
her suskunluk
bir iç kanamasıdır ilişkilerde
her duygu bir sürgüne dönüşür
bir kadın kimliğinde
aşk yeniden çoğaltır yenilgilerini
pavese, yani o bilenmiş uçurum duygusu
bulur son hüviyetini sıkılgan katilinde.

II.
aşkın ve cinayetin, buzul kimsesizliğinin
sessizliklerle yaşanan zıpkın gerginliği
ve kalemin öteki yüzü, tutkunun siyah şiirleri
bir hiçliğin düşmanca felsefesinde
ya da Pavese'den sonra yaşanan
Pavese günlüklerinde.
...
ölüm kendini ararken
ve görüntülerken kendini her gün
bir şiirin apansız tetiğinde.

III.
çoğul bir siyahtır artık
kalemin değdiği her kör nokta
her çizgi daha çizilirken kendine
uçurumlar kazan
bir intihardır şiir adında.

IV.
bir ölüm denemecisi
yazar, unutulmuş kentleri, batık denizleri, sevgilileri
delilik gözleri gibi
sözcüklerden yontulmuş bir sessizlik ve
sonsuz bir yalnızlık gibidir yazmak eylemi.

V.
bir anı (zehir tadında),
bir görüntü (kimsenin görmediği
gizlenmiş, duyarlığa),
bir sözcüğün yer değiştirmesi
(belli belirsiz paslanarak),
ve sonra apansız bir akşam gezintisi
yeni bir düşünce verebilir insana
birkaç zamanlık yaşama inadı
biraz tebessüm
-kırık dökük de olsa-
"yeni bir hayat" kurmacalarına
dokunma isteğinin yonttuğu tutunma çabalarına
...
sonra çözülür zıpkın
kendini bırakır
gölgesini düşüren takıntılarına.

VI.
sözcükler, ah sözcükler kimsesizliğim benim
nefret, bütün duyarlıklar adına tek mülkiyetim
...
nerden gelsem ben
nereye gitsem pavese
...
içimde hep bir konuk duyarlığı
ben hep bir konuk gezdiririm
yakamda bir çiçek kabarıklığı
...
nereden gelsem ben
nereye gitsem pavese
...
kimsenin ağırlamadığı.

VII.
yinelenmekten eprimiş nesneler
Piomente'de yine şiddet ikindileri
tedirgin sayfaların dizgini şiir
huzursuz bir tay gibi silkeler dizeleri
silkeler gururun ve şehvetin yurtsaydığı
izlenimci Piomente harabeleri
sevdaydı, şiirdi, öfkeydi, aşktı
bunların hepsi usul usul intihar evrimleri.

VIII.
günden güne eksiliyor tekil kalabalığım
artık sabahı da kaplıyor acı.
tiksiniyorum bütün bunlardan
Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım.
Murathan Mungan OYUNLAR İNTİHARLAR ŞARKILAR


05 Nisan 2008

DAĞ

"...Şiire başka bir âlemin kapısından geçilerek girildiğini önceki deneyimlerimden biliyorum elbet. En azından benim şiirle ilişkim, böyle bir ilişkidir.
Birdenbire o kapıdan geçmiştim. Her şeyi askıya alıp kendimi şiire, onun diline, sihrine, âlemine bıraktım. Dağ tutmasına yakalandım. Kitabın adı, “Dağ”. İçimin dağ zamanıydı. Dağ tuttu mu, çıkacaksın..."


Cümle Kapısı

Cümle kapısından geçtim, cenderesi
ödendi her hecenin, bıraktım
iki yakasını bacaklarımın arasında
tuttuğum ırmağı
içimde aktı
içinden geçtim, helal büyü...


Murathan Mungan/ DAĞ

04 Nisan 2008

...öYLE KüÇüK ŞEYLER YüZüNDEN...

Haydar ERGÜLEN

"U Z aklığım sizde kalsın..."

Ay, zalim ay, öyle diyorlar; ‘ayların en zalimi nisan’.
Bir şiirden ötürü mü hayattan ötürü mü, biliniyor da bilinmiyor gibi.
‘Belki şehre bir film gelir’, film de geldi şehre ölüm de.
Bu nisan her şey geldi de şehrimize, şiir gelmedi, geleceği de yok bu gidişle, gelişle, duruşla.
[...]
Aylardan nisandır, şehirde ‘Tuz Günleri’ hüküm sürmektedir: ‘Ölüm kültürü mükemmeldi, hiç acele etmez, işini bilirdi’ der şair Orhan Alkaya
ve der ki: ‘İnsan yok etmeye yazgılıdır ve varlık/ bu şiddetle sınanır. İşte şöyle:/ Ormanlarımızı yakarlar, hayvanımız yaralanır/ kalbimiz kırılır soludukça çok yıllık ölümü/ ırmağımızı ateşe salar semender tıynetan-ı aşk/ gül yanlış kokarsa, tuz yakaya takılır/.../bize yapılanları gördüm, hepsini/ gül yanlış kokarsa, tuz yakaya takılır.’ Nisan, bizden ibarettir, zalim bir kederdir, kimsenin gözünde bulut yoktur bir damla olsun, yine de gözlerimizle değil sözlerimizle yağmuru tarif etmekte üstümüze yoktur. Şehre bir bulut gelmiş mi diye bugünlerde birbirimizin gözüne bakmak istiyoruz. Sanki bir şiir arar gibi, eski bir şiiri arar gibi: Tanrı aşkına biraz merhamet, biraz mavi, biraz da cumartesi!’ deyip susuyoruz. Çıplağız, gözlerimizden başka örtü yok bize! derken Engin Turgut’un dizesine bakıyoruz: ‘Ve ben öldüm öyle küçük şeyler yüzünden.’ Bir insan yağmuru yağsa da ölüm çıkmasa artık içeriden!

nisanyagmuru
.




02 Nisan 2008

MU.MU.

YILAN İLE GEYİK
Yılan dedi;Issızlıktır karanlıktır yerim.Akarım,giderim,kendime kıvrılırım.
Çıkma yoluma.
yolum varlığımdır benim.
Bilirim:büyüksün benden,irisin,güzelsin,görkemlisin;
Lakin ben daha güçlüyüm senden
yutarım seni avım olursun
Ormanında yok olursun.
Ormanında yok olursun.

Yılan bütün bunları onu görmeden,dedi.
Tanımadan bilmeden,dedi.
Korkarak,dedi.
Tanımaktan,bilmekten,görmekten korktuğu için dedi.
Korkmaktan korktuğu için dedi.
Ormanın yasasındaki düşmanlığı tehdit eden şeylerdi bunlar.Tanırsa,bilirse,görürse,severse,
düşmanlık tehlikedeydi.
Bu yüzden hiç tanımadan
hiç bilmeden,
hiç görmeden
dedi.
Geyik,yılandan daha büyük olduğunu biliyordu.Belki daha güçlü değildi ama,daha büyük olduğu kesindi.Yılan,geyikten daha atak,daha çevik ve daha öldürücüydü.Bu cenkte
bir cenkte
geyiğin ölmesi beklenen bir şeydi.Bilinen bir şey.
Bunu geyiğin de bilmesi,sanki varlığından büyük bir yükü alıp gitmişti.Yeğniliği,sekmesi bundandı.
Ölümünü başkalarının ellerine bırakmıştı.
Bu da belki bir başka öldürme yoluydu belki.

Geyik,bilmediği bir şey anımsattı yılana.
İlk karşılaştıklarında.
Bilmediği,ya da bilmezden geldiği,ya da bilmeyeceği,bilemeyeceği.
Güçlüsün,zehirlisin ve açsın.
beni yutarsın istesen,dedi.
ama unuttuğun bir şey var,ben senden daha büyüğüm,beni yuttuktan sonra,en azından beni sindirene,eritene kadar bir zaman benim biçimimle yaşarsın,benim biçimimde yaşarsın.Daha sonra zaten erimiş olurum,sende erimiş olurum.Etine,kanına,canına karışmış olurum.
Sen eski yılan olmazsın.
Beni öldürmek,kendinde yaşatmaktır.
Hiç kimse öldürdüğünü unutmuş değildir çünkü.
Unutabilmiş değildir.

Yılan başka bir yolu olmadığı için,başka bir yol bilmediği için,yoluna durmuş geyiğe saldırıp,yuttu onu.
Başka bir varoluş biçimi bilmiyordu.Öğrenmemişti.Öğretmemişlerdi.
Bu ormanda ikisine birden yer yoktu.
Cenk uzun sürdü.Orman sarsıldı.
Yılan sarsıldı.
Geyiğin gözleri soktu ilkin yılanı.
Yılansa sonra.
Orman sarsıldı.Ormanlar sarsıldı. Çağrışımlar sarsıldı.
Geyiği yuttuğunda iyice ağırlaşmıştı artık.Yorgundu.Orman ağırlaşmıştı.Şimdi onun yükünü de çekiyordu.Bir an ölcek gibi oldu.O orman kuytusunda,geyiği yuttuğu yerde,olduğu yerde kaldı bir süre,bir yere kıpırdayamadı.Kendine baktığında geyiğin biçimini aldığını gördü.Geyik biçiminde bir yılandı şimdi.Geyiğin gözleri,yılanın pullarında parlıyordu sanki.
Ta onu sindirene,eritene kadar,sonunda geyiğin etine,kanına,canına,zehrine karıştığını duyumsayana kadar orada öylece kaldı.
Bir öç gibi içinde yaşadı geyik.
Doğru söylemişti.
Doğru söylenmişti,
Artık eski yılan değildi...

MurAthAn MungAN(Cenk Hikayeleri'nd
en...)
_

31 Mart 2008

U Z A K / ORUÇ ARUOBA


Kişinin yaşamı, uzaklıklar ile yakınlıklar arasında yürür:
kişi, ne yaparsa yapsın, hep, ya, birşeylere _ birilerine _ yaklaşıyor,
ya da birşeylerden _ birilerinden _ uzaklaşıyordur _

hiçbirzaman, biryerde _ birileri ile birlikte _ duruyor değil :
hep yürüyor... Bu bilinç, zor. Canlı tutması, zor :
nelerden _ kimlerden _ uzaklaştığını _ uzaklaşmakta olduğunu _ düşününce, kişi, neleri _ ne çok kişiyi _ yitirdiğini anlar _
gittikçe, daha fazla...
Ama, o, şimdi uzaklaşmakta olduklarına bir zamanlar ne denli yakın olduğunu düşününce de ,
neleri _ ne çok kişiyi _ kazandığını anlar

Garip bir dengedir bu: Yaşadığı yakınlıklar ve uzaklıklar -yakınlaşmalar, uzaklaşmalar-, kişinin yaşamında karşı karşıya gelerek, hem bir yoğun çelişmeler yumağı, hem de bir uzun uyumlar dizisi oluşturur:
Yakınlaşmaları, çünkü, önceleri uzak olmuş; uzaklaşmışları da, önceleri yakın olmuştur — her bir yakını için bir uzak; her bir uzağı için de bir yakın…
Bu denge, kişinin, temelinden anlaşılmaz bir dengesizlik olan yaşamını bir bütün olarak kavramasını da sağlar; anlamış olduğunu sandığı hiçbirşeyi, aslında, kavramamış olduğunu anlamasını da…
Yaşam, belki, kavranınca uzak; anlaşılınca, yakındır — ya da, tersi…

Yaşamı, kişinin, eylemlerinden oluşur — bunların da, kişiye şu ya da bu ölçüde uzak olan; şu ya da bu ölçüde de yakın olanları vardır.
Yaşamı, kişinin, ilişkilerinden oluşur — bunların da, kişiye şu ya da bu ölçüde yakın gelen; şu ya da bu ölçüde uzak kalanları vardır.
Yaşamı, demek ki, kişinin başka kişilerle ilişki içindeyken bulunduğu eylemlerden; böylece de, başka kişilere yakınlaşmaları ve başka kişilerden uzaklaşmalarından oluşur — bunların (henüz bitmemiş) toplamıdır.


Böylesine bitmemiş toplamlar; ya da toplanmış bitmemişlikler, nasıl, toparlanıp bitirilebilir; ya da bitirilip toparlanabilir — burada, bu, deneniyor…

U Z A K




BAMBIE DEER THUMPER RABBIT - Best of Friends



"Tavşan Besleyene Kılavuz", s. 14-20

1.
Tavşan besleyen,
havuç da yetiştirmelidir.

2.
Tavşan besleyen,
evinde attığı her adıma da
dikkat etmelidir ——
tavşan, kendisine havuç verenin
ayaklarını tanır; zıplaya zıplaya,
geliverir...

3.
Tavşan besleyen,
evdeki bitkilerini de emniyete almalıdır —
hatta, kağıtlarını ve kitaplarını ve espadrillerini
ve halılarının püsküllerini ve yırtık blue-jean'lerinin
açıkta kalmış ipliklerini bile —— tavşan,
kemirebileceği herşeyi kemirir.

4.
Tavşan besleyen,
pazardan, maydanozu beşli demetlerle;
pancarları ve turpları, sapları;
kıvırcık ve marulları da, dış yaprakları
kesilip atılmadan almalıdır.

5.
Tavşan besleyen,
meyve ve sebzeleri —örneğin armutları
ve patatesleri— soyar ve ayıklarken,
olağan durumlarda olduğundan daha müsrif davranmayı da
öğrenmelidir —— tavşan besleyen için kendi yiyemeyeceği
ya da yemediği bitki kabukları, sapları, kökleri,
'çöp' değildir, artık...

6.
Tavşan besleyen,
evinin içindeki bütün geliş-gidişlerini,
gerçi hiçbir yargıda bulunmadan, izleyen;
ama, sürekli üzerinde tuttuğu gözüyle
çok temel bir talepte bulunan, bir canlı ile birlikte yaşamayı
—— onun varlık talebini
hesaba katmayı da, öğrenmelidir.

7.
Tavşan besleyen,
arada bir, iç çamaşırlarına dek
—pekâlâ : kokusuzca; ama, sıcak sıcak
ve yapış yapış...— ıslatılmayı da göze almalıdır ——
ya da, gecenin bir vakti, yatağında, koynunda,
kıpır kıpır bir canlı bulmayı...

8.
Tavşan besleyen,
ortalık fazlaca uzun bir süre hareketsiz kaldığında,
hemen şüphelenmelidir :
ya halıların püskülleri, ya balkondaki bitkiler,
ya da kurumaları için kitap yığınlarının üstüne,
gazete kağıtlarına serdiği kereviz yaprakları,
tehlikededir.

9.
Tavşan besleyen,
birlikte yaşadığı varlığın —canlının—, kendisini,
kendi hiç de ihtimal veremeyeceği —yakıştıramayacağı—
ölçüde iyi izleyebildiğini, hatta anlayabildiğini, giderek
tanıdığını ve bildiğini de hesaba katmalıdır
—bu böyleyse, bu bilginin nasıl birşey olduğunu
hiçbirzaman bilemeyeceğini bilse—;
bu, yalnızca kendi kurduğu birşeyse de; bunu da, pekâlâ,
bilse, bile...

10.
Tavşan besleyen,
bütün yakınlaşma çabalarının yanlış anlaşılmasına;
ama, her yakınlaşma çabasına karşılık hemen bir
yakınlaşma bulmaya da alışmalıdır ——
bunun, giderek, ne denli anlamsız olduğunu
anlasa da —— kendini hiç korkmadan ayaklarına
atan bir canlının bu korkusuzluğunun —güveninin(?)...—
nereden kaynaklanabileceğini de hesaba katarak...

11.
Tavşan besleyen,
daha önce ne yapmış olursa olsun,
en ufak bir yakınlaşma girişiminde
bulunduğunda, bütün geçmiş yapılanları unutup
—bağışlayıp(!)— yakınlaşacak
bir canlının sorumluluğunu üstlenmeye de hazır
olmalıdır —— bunun ne denli
anlamsız olduğunu bile bile...

12.
Tavşan besleyen,
kendisini sürekli anlamağa çalışan;
ama, hiçbirzaman anlayamayacak
—sürekli yakınlaşmağa çalışan; ama, hiçbirzaman
yakınlaşamayacak— bir varlığı anlamağa;
ona yakınlaşmağa, çalışmayı da öğrenmelidir ——
bile bile...

13.
Tavşan besleyen,
uzaktan ve sessizce kargışlanmaya da hazırlıklı olmalıdır
—— arada, gözlerinin içine —garip bir biçimde
anlayarak, bilerek— bakıldığını kurmaya da...







U Z A K / ORUÇ ARUOBA
_

30 Mart 2008

27 Mart 2008 Dünya Tiyatro Günü


Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi / Robert Lepage
Tiyatronun kökenine dair birçok hipotez vardır ama benim bulduğum, masal formundan alınmış ve en düşünce-kışkırtıcı olanıydı:
Bir gece, şafak vakti, bir grup insan taş ocağında ısınmak ve hikayeler anlatmak için ateşin etrafında toplanmış. Birdenbire, içlerinden birinin aklına bir fikir gelmiş. Ayağa kalkmış ve kendi gölgesini kullanarak bir hikaye canlandırmaya başlamış. Taş ocağının duvarlarında ateşten gelen ışığı kullanarak gerçeğinden daha büyük karakterler yapmış. Şaşkınlıkla bakan diğerleri her yaptığını anlıyorlarmış. Güçlü ile zayıfı, can sıkıcı ile canı sıkılmışı, Tanrı’yı ve ölümlüyü…
Bugünlerde şenlik ateşinin yerini projektörün ışığı, taş ocağındaki duvarın yerini de tüm mekanizmasıyla birlikte sahne almış durumda. Tüm bu kurallara ve geleneğe dikkatlice uyan titiz insanlar olarak, bu hikaye bize tiyatronun başlangıcındaki teknolojiyi ve onu bir tehdit aracı olarak değil, birleştirici bir unsur olduğunu anlamamız gerektiğini hatırlatıyor.
Tiyatro sanatının hayatta kalması onun kapasitesine, yeni araçlarla ve yeni dillerle kendini sürekli yeniden keşfetmesine bağlıdır. Tiyatro kendi çağının büyük olaylarına tanıklık etmeyi ne şekilde sürdürebilir ve insanlar arasındaki anlayışı ve açıklık ruhunu nasıl yaygınlaştırabilir? Hoşgörüsüzlük, dışlanma, her türlü füzyona ve kaynaşmaya direnen ırkçılık sorunlarına karşı, kendi pratiklerinde çözümler önererek nasıl kendini onurlandırabilir?
Tüm karmaşıklığıyla birlikte dünyayı anlatmak için sanatçı, yeni biçimler ve fikirler ileri sürmek ve bu kalıcı ışık-gölge oyununda insanlığın siluetini çekip çıkarma yeteneğine haiz olan izleyiciye güvenmek zorundadır.
Ateşle oynadığımız, risk aldığımız doğrudur. Ama aynı zamanda bir şansı da yakalamış oluruz: Yanabiliriz. Ama aynı zamanda şaşırtabilir ve aydınlatabiliriz.

Robert Lepage
Quebec, Kanada
17 Şubat 2008
Orijinali Fransızcadır.
(İngilizce çevirisinden Türkçe’ye çeviren: Volkan Çağlayan)

Robert Lepage (1957-…)
Robert Lepage Kanada’nın en “ödül”lü tiyatrocularından biridir. Kanadalı oyun yazarı, oyuncu ve sinema yönetmenidir. 1957’de Quebec’te doğdu. 5 yaşında bir hastalık sebebiyle saçlarını kaybetti. Ergenlik dönemindeki bir depresyondan sonra utangaçlığını yenebilmek için drama okuluna kaydoldu. Quebec’te, Conservatoire d'Art Dramatique’te okuduktan sonra Paris’te Alain Knapp’ın tiyatro okulundaki atölye ve seminerlerine katıldı. Quebec’e geri döndükten sonra bağımsız yapımlar yaptı ve 80’lerin başında Théâtre Repère’e katıldı. Burada yaptığı “circulations” isimli yapıt Kanada’da “en iyi yapım” seçildi. Ottoawa’da National Art Centre’s’in sanat yönetmenliğini yaptı. Bu dönemde “Needles And Opium” gibi oyunları ve “Macbeth” gibi eserleri sundu. 1993’te ‘Ex Machina’ multi iipliner (çoklu sanat disiplininin bir arada kullanıldığı) bir kumpanya kurdu ve sanat yönetmenliğini yaptı. The Seven Streams Of River Ota ve iki kardeşinin annelerinin ölümünden sonra birbiriyle yarışmasıyla, Birleşik Devletler ve Sovyetler’in uzay yarışını karşılaştırdığı en tanınmış yapımlarından biri olan “The Far Side Of The Moon”u yaptı. Daha sonra filme de uyarladı. Bu kumpanyayla birlikte gerçekleştirdiği yapımlar dünyanın çeşitli yerlerinde sahnelendi. Lepage müziğe de bulaştı. Peter Gabriel’in Secret World turunun sahne yönetmenliğini yaptı ve operalar sahneye koydu. Son oyunu Danimarkalı masal yazarı Hans Christien Andersen’nin “The Dyrad” isimli eseridir ve uluslararası birçok ödül almıştır. Şu anda “The Image Mill” isimli, dünyanın en büyük mimari projektörü olacak bir proje için çalışmaktadır. Quebec Şehri’ni Bassin Lousie ırmağı çevresinde geçmişi, bugünü ve geleceği dört büyük çağa ayırarak (su yolları ve keşif çağı, yollar ve yerleşimler çağı, trenyolları ve gelişme çağı, uçak yolculukları ve iletişim çağı) bir ses, ikon ve fikirler mozaiği olarak sunduğu bu çalışma halen sergilenmektedir.
Alıntı


Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi 2008 / Orhan Alkaya
Bugün 27 Mart 2008, Dünya Tiyatro Günü. Bu kez önünüzde konuşmak görevi ve onuru bana verildi.
Ustam Muhsin Ertuğrul'un yazdığı ilk Ulusal Bildiri'nin otuz yıl sonrasında ve O'nun kurumsallaştırdığı tiyatronun doksan dört yıllık birikimine işçilik ettiğim zamanda.
Türkiye tiyatrosu hayli zamandır bir uzun geçidin tam içerisinde duruyor ve geçidin darlığı hayal gücünü bunaltıyor. Bu geçitten, binlerce yıllık ayrışık kültürel zenginliğimizle süzülmek, Dünya köyüne, kendi oyun oynama birikimimizle akmak üzereyiz.
Küçük bir köyde yaşıyoruz, ısınıyor yahut üşüyoruz, mutlaka seviniyor ve üzülüyoruz, farklı dillerde konuşuyoruz ve ötesi, daima hissediyoruz. Köyün bilgeleri ve onların söylenceleri, uzun, durağan hayat önermelerini kışkırtıyor, hepimizi tekçi dayatmalardan koruyup sakınıyor, yaşamak böyle anlam kazanıyor. Çünkü başlangıçta hayat şekilsizdir.
Öyleyse, oyun oynamaktan ne alıkoyabilir bizi? Pek az temel izlek var biliyoruz, ama yaratıcı insan kadar çok hikâye kurma ve anlatma biçimi de var. Tiyatro sanatı hayatı sıkıcı, ısrarcı bir düzenekten koruyup kollarken, yaratıcı insandan beslenir, besleniyor. Çünkü insan eşsizdir.
Olsa olsa henüz köyün sokaklarında saklı kalmış biçimler var ve yasak mahallelere ansızın girmek heyecan vericidir. Yeni biçimlere ihtiyaç duyuyoruz, çünkü tıkanmak ölümdür. Biçim özün ta kendisidir ve en çok biçim yasaklanır bilinebilen zamanda.
Aynı anda ileriye ve geriye, yani hayatı anlamlı kılacak kimyaya, yeryüzü yaşayanının şaşırtıcı imgelemiyle gidip gelelim -ki sahici tekliği, bugünde var olan İnsan'ı anlamlı kılabilelim. Bütün zamanları kapsayan ânda, bugünde!
Bugün daima yakıcıdır. İkaros'un kanatları elbette acıyacaktır ama kim güneşe o denli yaklaşmayı tasavvur edebilir ki? Çünkü ancak, yanmayı göze alan aydınlatabilir.
Tiyatro ümitsizliğin reddidir, çünkü oyun daima başlar. Şimdi ve burada, yeniden, oyun başlamak üzere.

Başlayalım öyleyse; hayatın gözden geçirilmiş yeni yorumlarına her zaman ihtiyacımız oldu. Bu ihtiyaç olmasaydı tiyatro ne işe yarardı -ki?

Orhan Alkaya
Rejisör
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları
Genel Sanat Yönetmeni

_

ADSIZ I - II / DüŞ SOKAGI SAKiNi





gerçekler nerde, hüzünler çoğalmış..
aşk için kurduğum düşlerin yerini,
kocaman yanılgılar almış.
geriye dönemem, ölümden beterdir yenilgiler.
Gözyaşlarım birer birer, uykularımda toplanmış.
gece oldu, sözüm bitti, uykum geldi, yatağım boş, üşüyorum, nerdesin?
tükendim artık, sen yoktun, hiç olmadın, ben ağladım, sen güldün, nerdeyim?

sevgiler nerde, gerçekler yalanmış.
aşk için kurduğum düşlerin yerini,
Kocaman yanılgılar almış.
günleri geçiremem, kalbimden düşer sevişmeler.
gidişlerim birer birer, özleminde çoğalır.
gece oldu, sözüm bitti, uykum geldi, yatağım boş, üşüyorum, nerdesin?
tükendim artık, sen yoktun, hiç olmadın, ben ağladım, sen güldün, nerdeyim?

Adsız Özlem / duet : Murat Yılmaz Yıldırım - Ece Minar
_

 
Image Hosted by ImageShack.us