^^ ИÍLGŰИ МAЯMAЯA ^^ : 2012

17 Eylül 2012

ANNE'ye AYETLER VE O'NUN POSTMORTEM ALAMETLERİ


bir ana'ya yetmez.. yine de ne kadar buyuk ve ulu kelimeler bunlar..
Varolasin güzelLale hep ,
"güzel söz ayakta kalır" demissin.. Varsin sen..




Sanki üstünde kayıyor gibi annem

Topkapı, Sultanahmet ve Ayasofya
Ağlıyor, ölüyor gibiydiler,
Bu gri ışıkta, gri ışıkta...

Bu yazın ortasındaki kış manzarasında...
...
Süleymaniye öylesine ağlamaklı
Öylesine gri-beyaz
Sanki üstünde kayıyor annem
Gri-beyaz gelinliğini giymiş...
...
Çiçekleri o kadar çok severdin ki sen Anne,
Yeşil parmağınla gittin galiba
Çiçekli bir yerlere
O'nun da işaret ettiği gibi...



sanki üstünde kayıyır gibi annem, syf15
L&M anne'ye ayetler ve o'nun postmortem alâmetleri



11 Ağustos 2012

15 Temmuz 2012

GÜLSELİ İNAL -Yasakmeyve

Gülseli İnal'ın Kaleminden Nilgün Marmara(*)



Senkronize Bir Anı


1986'nın sonbaharı; Nilgün ve ben Boğaziçi Üniversitesi dış taşlığının 'Umutsuzlar' merdivenlerinde oturuyoruz. “Ama derslere pek girmeyen ve umutsuzlar merdiveninde oturmayı seçen bir tuhaf öğrenci; daha doğrusu benzersiz bir öğrenci" (Sivil Denemeler Kara, sayfa: 54) Nilgün'e “haydi" diyorum "Yaprak'a -kızkardeşim- çaya gidelim evi buraya çok yakın.” Konuşa konuşa üniversiteyi geride bırakıyoruz. Yaprak; bizi harika bir coşkuyla karşılıyor. Çaylar, sohbetler, duygu paylaşımları. Sonra evlere dönmek için bir taksiye atlıyoruz. Tam benim semtime geldiğimizde Nilgün bana dönüp; "biliyor musun” diyor, “ben şiir yazıyorum ve yazılmış çok şiirim var.”

Şaşkınlıktan donup kalıyorum.

"Bundan hiç söz etmedin."

"Hiç kimseye söz etmedim, yalnız sana öylüyorum."

"Ece ya da İlhan Berk de mi bilmiyor?"

"Hiçbiri. Ama şiirlerimi sana göstereceğim."

"Hemen. Peki neden göstermedin şiirlerini?"
"Hiç sormadılar ki. İşte öyle" diyor Nilgün,"önümüzdeki hafta buluşalım. Okumanı istiyorum.

Belki iki yüz elli sayfalık şiirim var."

Nilgün'le tanışalı neredeyse bir buçuk yıl olmuş, Ece ise onu tanıyalı dört yıl... Bir gariplik var. İkiyüzelli rakamı kafamı kurcalıyor. Hiçbir zaman, evet hiçbir zaman, onun evinde, orada burada, Pera'daki buluşmalarda şiir üzerine konuşmalar, özellikle Boğaz'daki Kaptan'da yemekli buluşmalarımızda, tüm gün konuştuğumuz şiir dolu saatlerde Nilgün'ün şiir yazdığına dair en ufak bir işaret yoktu ve hiç olmamıştı. Kaptan'daki yemekte, Ece'nin bana sorduğu soruya Nilgün'ün çok gülmesi; "0 şiirinde gözlerini balıkların yediği delikanlıyla gerçekten tanıştın mı?" Yine aynı gün şiirin yoğun konuşulduğu, Nilgün'ün şiir konusunda hiçbir konuşmaya katılmayıp sadece herkesi dinlediğini anımsıyorum. Birkaç gün sonra Nilgün'le yine Kızıltoprak'taki evinde buluşuyoruz; salonun ortasındaki cam masanın üzerinde sayısız şiir tomarı içinden, birini bana uzatıyor okumam için.

"Ece bunları görmedi mi?"
"0 ilgilenmez."

Ve oldukça tuhaf bir gerçeğin su yüzüne çıkışı...

"Tarihteki bir nesnel karşılığı şiirde bir nesnel karşılıkla anlatmaya çalışıyorum. Şiirdeki nesnel karşılık çok başka bir kavram, onu bulamayınca şiir şiir olmaz olamaz." "Tarihten geliyoruz, noktalı virgüllü insanlarız, noktalı virgül kendimizle buluşmaya gidiyoruz." (Başıbozuk Günceler, sayfa: 126). Bize sohbetlerimiz sırasında söylediklerine çok sonra kitaplarında rastlıyorum.

Ece Ayhan; yakın çevresinde olup biteni pek sezmeden karşısında marjinal, sıradışı kadının şair olabileceği ihtimali üzerinde durmadan sadece kendinden söz ediyor. Karşımızda bu kez; karşı taraftan beklediğini kendisi uygulamayan, "zihinle bakarak" görmeyen, görmek istemeyen, elinin tersiyle iten biri var; bir usta şair yine marjda, yine atak. Ne olursa olsun kendi isyan iktidarını yaşayan ve sivil iktidarlar kuran biri. 13 Ekim 1987'de, Nilgün'ün cenazesinde, doğru Nilgün'ün annesinin yanına gidip o yaslı kadına Nilgün'ün okul numarasını sorma ve ardından yanıt olarak verilen sayının aslında Nilgün'ün mezar numarasıyla aynı oluşu. 128 Nilgün. İnsanın insana fütursuzca sadistçe 'acıtmak, canını yakmak' eylemine karşı çıkan kara şair, bu kez sırılsıklam aşık olduğu Nilgün'ün canını yakıyor. Garip kısırdöngü, içinden çıkılamayan çark, insanın kendini algılayamaması. 'Zihinle bakmak'ın uğramadığı yer. Bir etikçiye dönüşen şairin garip paradoksu. Bir karşılaştırma yapıyorum ister istemez, Ezra Pound düşüyor aklıma; Anglo-sakson edebiyatına inanılmaz katkılarda bulunan marjinallerin marjinali bir şair. Karşımızda kara mı kara anarşist bir edebiyatçı var, Ece'nin çağdaşı Amerikalı asi adam Ezra Pound. Pound, sadece dehamsı şiirleriyle, başkaldırılarıyla değil, 20, yüzyılın çok önemli İngiliz, İrlandalı şairlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. 1913'te James Joyce'u ilk keşfeden Pound oldu. Joyce'un ilk gençlik şiirleriyle, dev eseri Ulyysess'in ilk yayımlanışı Pound'un çabaları sayesinde gerçekleşti. Pound; D.H. Lawrence, Wyndham Lewis ve T. S. Eliot içinde aynı şeyleri yaptı. Henry Miller'ın Dönenceler'ini, kimsenin ilgilenmediği bir dönemde sonuna kadar savunmuştu. Eliot'ın Çorak Ülke'si Pound'un sayesinde tanındı ve onun çabalarıyla edebiyat tarihine böyle dahiyane bir şiir armağan edildi ... Robert Frost, Hemingway, dönemin Anglo-sakson yazarlarının hepsi, Pound'tan coşkulu destekler aldılar.

Nilgün'ün ani ölümünden sonra, Ece Ayhan, günah çıkartır gibi Nilgün üzerine sayısız yazı kaleme aldı. Bir gönül borcu olabilir mi! Ya da yaşarken takındığı aldırmazlığın üstünü örtmek olabilir mi?! "Aldırma Nilgün Marmara" adlı ilk yazısında ise, şaşırtmacalı bir dille Gümüşlük'te Nilgün'ün şiirlerini bildiğini yazar ki, bu baştan aşağıya koskoca bir aldatmacadır. 128 Nilgün, artık toprak altındadır ve kimse onu yanıtlayamaz öyle değil mi? Nilgün'ün ölümünün birinci yıl anma toplantısında Ece Ayhan, herkesin içinde Nilgün için sadece bir anekdot anlatıp ortadan kayboluyor; Nilgün'ün bir gece Cemal Süreya ve Cihat Burak'ın başlarından aşağıya toz şeker dökmesinin çok ilginç olduğunu söyleyerek... Öncesi ve sonrasında ise dile gelen hepsi bu kadardır. .Nilgün'ün intiharından sonra, bir günahın tilmizi gibi sayısız yazı yazar, ama nafile, olan olmuştur... Belki derin bir pişmanlık, belki ona çarpıp geçen bir kuyrukluyıldızın şaşkınlığı. "Nilgün Marmara'nın başına da 1987'de bir SCORPİO olayı getirildi ama Nilgün Marmara bunu yazmaya 13 Ekim 1987'deki ölümü yüzünden vakit bulamadı.” (Sivil Denemeler Kara, sayfa; 39) diyecek denli her şeyi bilen! Acaba Scorpio kendisi olmasın, ya da ölüm meleği...

*Yasakmeyve Dergisinin 44. sayısında Gülseli İnal’ın Ece Ayhan ve Nilgün Marmara'dan söz ettiği bir yazısı var. Yazının Nilgün Marmara ile ilgili kısmını buraya aldık. Çünkü genç yaşta aramızdan ayrılan Nilgün Marmara üzerine yazılanlar çok az. Bu metnin burada yayınlanmasına yasakmeyve yöneticilerinin veya Gülseli hanımın bir itirazı varsa bizi bundan haberdar etmeleri yeterlidir. Yakın bir zamanda bu sayfada Nilgün Marmara arşivi oluşturmaya çalışacağız.
alınmıştır:

28 Haziran 2012

REDD


Asık oldum celladıma

Saklar avuçlarını ölüm korkusundan
Kısacık çizilmisti çünkü bütün çizgileri
Asık oldum celladıma







redd


19 Mayıs 2012

İçimde bir İstanbul var ondan vazgeçemiyorum

 

Hayat bu işte; Kanatlanıp gitmek dururken/ Dört duvar içinde hapsolursun/

Yaşamak için bir neden ararken/ Ölmek için bulursun ...



Manga - Hayat Bu İşte

09 Nisan 2012


ŞARAP ve Ş İİR




Saatler / Geyikler - Lale Müldür

"Güzel bir rüya: /

yanımda birisi /

var, tanımadığım /

birisi. 'Ben yokken /

ne yaptın?' diyor. /

'I didn't exist' diyorum. /

'Ben de' diyor."



06 Nisan 2012

k u g u














20 Mart 2012

Furuğ FERRUHZAD


Düşler
Ne kadar safsalar o yükseklikten düşer ölürler
Şimdi dört yapraklı bir yoncayı kokluyorum ben...

Anladım birden yolum yok yolum yok yolum yok
Çılgınca sevmekten başka... sevmekten başka...





Vedat Sakman - yolum yok





PENCERE
Bir pencere, bakmaya
Bir pencere, duymaya
Bir pencere, yeryüzünün yüreğine ulaşan tıpkı bir kuyu gibi
Tekrarlanan mavi şefkatin enginlerine açılan.
Yalnızlığın küçücük ellerini
Cömert yıldızların verdiği gece bahşişi kokularıyla
Dolduran bir pencere
Belki de konuk etmek için güneşi şamdan çiçeklerinin gurbetine
Bir pencere, yeter bana

Oyuncak bebeklerin ülkesinden geliyorum ben
Bir resimli kitap bahçesinde
Kâğıt ağaçların gölgesi altından
Toprak yollarında geçip giden
Kurum mevsiminden, kısır aşk ve dostluk deneylerinin
Sıralarında veremli okulların
Alfabelerin soluk harflerinin büyüdüğü yıllardan
Ve karatahtaya taş sözcüğünü yazar yazmaz çocuklar
Ulu ağaçlardan sığırcıkların çığlık çığlığa kanat çırparak
Uçup gittikleri
O andan
Etobur bitkilerin köklerinden geliyorum ben
Ve hâlâ başım
Dopdolu
Bir deftere toplu iğnelerle
Çakılan
O kelebeğin yabancı sesiyle

Asılınca güvenim adaletin koptu kopacak ipiyle
Ve bütün kentte
Parıldayan ışıklarımın yüreğini parça parça edince onlar
Koyu renk mendiliyle yasanın, bağladıklarında
Aşkımın çocuksu gözlerini
Ve isteğimin acı şakaklarından
Fışkırdığında kan
Yaşamım artık
Hiçbir şey olmadığında, hiçbir şey olmadığında duvar saatinin
tiktaklarından başka
Anladım birden yolum yok yolum yok yolum yok
Çılgınca sevmekten başka

Bir pencere yeter bana bir tek pencere
Bilince ve bakışa ve suskunluğa
İşte öylesine boy atmış ki ceviz fidanı
Anlatabilir artık genç yapraklarına tüm bir duvarı
Ve sor aynadan
Adını kurtarıcının
Ve işte senden daha yalnız değil mi
Ayaklarının altında titreyen yeryüzü?
Yıkıntı elçiliğini, peygamberler
Kendileriyle birlikte getirmediler mi çağımıza?
Ve yankıları değil mi o kutsal metinlerin
Bu patlamalar art arda
Bu zehirli bulutlar?
Ey dost, ey kardeş, ey herkes!
Yazın tarihini gül soykırımının
Aya vardığınızda!

Düşler
Ne kadar safsalar o yükseklikten düşer ölürler
Şimdi dört yapraklı bir yoncayı kokluyorum ben
Eski düşüncelerin gömütünde boy atmış yonca
Ve soruyorum saflığın ve bekleyişin kefeninde toprak olan o kadın
gençliğim miydi benim?
Çıkabilecek miyim yeniden o merak merdivenlerinden?
Merhaba diyebilecek miyim o iyi Tanrı'ya çatılarda dolaşan?

Seziyorum zaman geçip gitti artık
Seziyorum an, tarihin yapraklarından benim payıma düşendir
Seziyorum aldatıcı bir aralıktır bu masa saçlarımla o garip ve kederli
adamın elleri arasında

Bir şey söyle bana
Teninin tüm sevgisini sana bağışlayan insan
Ne istiyor diri kalma duygusundan başka?
Bir şey söyle bana
Kıyısındayım pencerenin
Ve güneşle bağlantıda...


Furuğ FERRUHZAD
Çeviri: Onat KUTLAR - Celal HOSROVŞAHİ





17 Mart 2012

l a l e








“hatırlamanın penelopeia* tülü/ şarap gibi ol/ kalbin ilmini yap...”


*penelopeia sadakat mitidir




dilsiz kristal kadehte oluşan tınıdan tanıyorsa beni, bu onun düşü. ve amore'u..


esrarengiz.. gözlerinde ölü yıldızların gölgelerini görebileceğiniz bir kadın..


eflatun 1 kadın, bazen mavilesen..




“...hiçbir insanın bir odası yok mu kalıcı bir taştan yapılmış?


gerçek bir ülkesi, bir insanı yok mu?...”







lale müldür



_









25 Şubat 2012

V A Z G E C M E

V A Z G E Ç M E



Iste her sey bitti


Kapılar kilitlendi
Asla açılmayabilir unutma

Belki rüyan bitti


Uyanmak senin elinde
Istiyorsan devam etsene



Ama vazgeçme Sevmekten vazgeçme Istemekten

Umutları sönmez insanın
Ama vazgeçme Gülmekten vazgeçme Direnmekten

Anlamsız gelse de hayatın





Söz - Müzik : Bogaç Gökmen

















V A Z G E Ç M E








18 Şubat 2012

Kedidir kedi





12 Şubat 2012

1 4 S U B A T



1 4 S U B A T







Meger 14 Subat’ı


“Uluslararası Kitap Degis Tokus Günü” olarak kutlayan kisiler varmıs! Bir kitap bayramı!



Ne güzel degil mi?













14 subat


Aziz Valentin Günü











Y Y Y Y Y Y Y












19 Ocak 2012

AŞKKK !!!



Bak kardeş simdi beni iyi dinle


Az yürünmüş yollardan yürüyeceğiz şimdi seninle


Eğri oturup doğru konuşacağız


Çok görmüş çok okumuş,


Ama az gülmüş az ağlamış mürşid-i aşkların


Tedrisatından geçeceğiz seninle.



Çalınan her kapı hemen açılsaydı


Ümidin, sabrın ve isteğin derecesi anlaşılmazdı.



Bak kardeş, kişi bilmiyorsa ne istediğini


Hem seni ziyan eder hem de kendini.


Dibini görmediğin suya dalmadığın gibi


Emin olmadığın sevgiye teslim etme kendini.



Kim demiştir ki gözden ırak olan gönülden ırak olur diye,


Sen onun gönlündeysen eğer,


Yemende de olsan onun yanındasın.


Eğer sen onun gönlünde değilsen,


Yanında da olsan yemen de sayılırsın.



Şimdi sorarım sana kardeş,


Hangi aşk daha büyüktür?


Anlatılarak dile düşen mi?


Anlatılmayıp yürek deşen mi?



Aşk topuklarından etine kadar işlemiş bir nasırdır


Ya canın acıya acıya adım atacaksın,


Yada canını acıta acıta söküp atacaksın.


Her iki yolda da tek bir gerçek olacak


Canın çok ama çok acıyacak.



Ve öğrenirsin bir gün kardeş


Gerçeği öğrenirsin bir gün.


Gerçeğin acı olduğunu,


Sonra dozunda acının yemeğe olduğu kadar


Hayata da lezzet kattığını öğrenirsin


Aşkı, acıyı, aşkın acısını, hayatı


Her canlının ölümü tadacağını


Ama sadece


Bazılarının hayatı ve gerçek aşkı tadacağını öğrenirsin.



Üzülme kardeş, gül.


Ey burnu kanasa hemen kadere küsüp yüzünü ekşiten.


Gülden hiç ders almaz mısın?


Bütün yapraklarını tek tek yolsan


Gül yine de gülmekten vazgeçmez.



Sorsan şimdi kardeş desen ki


‘Gidenler ne zaman döner?’



‘Üzülme’ der Mevlana ve devam eder,


Kaybettiğin her şey bir gün


Başka bir surette geri döner..




UĞUR ARSLAN







AŞKKK !!!

G Ö Ğ Ü N Y Ü Z Ü











































06 Ocak 2012

2012’ye selam




2012’ye selam olsun






 
Image Hosted by ImageShack.us