^^ ИÍLGŰИ МAЯMAЯA ^^ : 09/07/07

07 Eylül 2007

TEZER OZLU'den Mektuplar



Yaşantı-metin olarak geçen 'Tezer Özlü'den Leyla Erbil'e Mektuplar'... İki 'deli' kadın, iki korkusuz. Ve akılsız bir hastalık Özlü'nün göğsüne yapışan. Aşk, dönemin tatsız politikaları, ülkeler arası devam eden sıkı bir dostluk.

Tezer Özlü’den Leylâ Erbil’e Mektuplar
Duyguların, duyumların, düşüncelerin, dolaysız, sade, birebir aktarımıdır bu mektuplar. Hele de "en yakın" arkadaşa, bir "can dostu"na yazılmışsa, yazılan Leylâ Erbil, yazan da Tezer Özlü'yse...bu mektuplar, okuru bir başka boyuta taşıyor.

TADIMLIK
Önsöz

Tezer Özlü ile iki konuda birbirimize söz vermiştik.
İlki evlilik kurumunu, kocaları, daha çok eşlerimizi anlatacak birer roman yazmaktı. Ben bu sözü Mektup Aşkları’yla yerine getirmeye çalıştım. Yazık ki Tezer, kendininkini yazmaya fırsat bulamadan, benimkini de göremeden hayata veda etti.
İkinci sözümüz ise, mektuplarımızı yayımlamaktı. Ortak dostumuz Harald Schmidt’in de tanık olduğu, daha sonra eşi Hans Peter’e yinelediği bu isteği ise bu kitapçıkla yerine getirmiş olacağım.
Hepimizin hayatında karşılaşmaktan, dostluk etmekten pişmanlık getirdiğimiz insanlar olmuştur. Hayatımızı güzelleştiren karşılıklı olarak yüreklerimizi değiştirdiğimiz insanlar da. Tezer Özlü benim yaşamımda, ne şanslıyım ki sayıları pek de az sayılamayacak derin dostluklar kurabildiğim bir kişi olarak yerini aldı. Tıpkı Sait Faik, Kemal Tahir, Ahmet Arif, Fikret Ürgüp, Edip Cansever, Metin Eloğlu, Nermin Menemencioğlu, Turhan Sonuç, Sevim Burak ya da bugün hayatta olan ünlü ünsüz başka dostlar gibi. Sevim Burak’ın sonunda beni düşman gibi görmesine aldırmıyorum, zira artık dostunu düşmanından ayırt edemeyecek duruma gelmiş ya da getirilmişti.
Özverinin, kardeşlik duygusunun silinip, kullanmanın, çıkar ilişkilerinin egemen olduğu bir dünyada dostlar olmadan ne yapardık bilemiyorum.
Mektuplar insanın bir başka yüzünü açığa çıkararak, edebiyat dünyasına daha sıcak bir tat sunar. Tezer’in taşkın duyarlılığından kaynaklanan yergi ve övgülerindeki coşkuya da bu mektuplarla yaklaşacaksınız.
Gerçi Tezer Özlü, okurlarıyla arasındaki uzaklığı, resmiyeti yok edebilmekte, adetâ yeni bir yazar ahlâkı sergilemekte eşsizdi. Gene de onunla karşılaşma şansına erişememiş okurların, yazarın mektuplarıyla onu daha çok sevip kucaklayacaklarına, dünyalarının zenginleşeceğine, dağarcıklarının ağırlaşacağına inanıyorum.
Öyle sanıyorum ki, Tezer de bunun bilincindeydi; ısrarla, “Mektuplarımızı bir gün mutlaka yayımlamalıyız Leylâ...” derken bence biraz da yakınlaşmakta olan sonu sezmiş ve kendini değil, gene okurlarını, insanları düşünmüştü.
En parlak yazın dönemine girdiği anda yitirdiğimiz Tezer Özlü’yü sevgili okurlarıyla yeniden buluşturacağıma seviniyorum.

Leylâ Erbil
Teşvikiye, 2 Kasım 1994



Tezer Özlü'den Leyla Erbil'e Mektup (Zürih, 3 Ocak 1985)

Sevgili Leylâ'cığım,*

Yeni yılın ilk mektubunu sana yazıyorum. Yalnız bu arada İsviçre klavye ve elektronik daktiloya alıştığım için, benim bu küçük daktilo ile yazmak çok güç geliyor. Neyse... Bugün kartın geldi. Sağol. Ben yeni yıl için kimseye yazamadım. Yılların yeniliği ya da eskiliği olmuyor galiba. Burada en çok seni arıyorum. Ne önemli, yeri doldurulmaz bir boşlukmuş, dostlukmuş... senin bazı sıkıntılara düştüğünü biraz Sezer, biraz da Harald'dan duydum, ikisi de ayrıntılı konuşmadıkları halde, tabii bunalımlarının nerede yattığını, yıllarla birlikte gelen toplumla ilgili, toplumlarla ilgili, yakın ve uzak insanlarla ilgili, edebiyatla ilgili, edebiyatçılarla ilgili vs... hepsini biliyorum, içten duyuyorum. Aslında memnunluk ya da rahatsızlıklarımızın tümü kendi içimizden kaynaklanmıyor mu? Türk edebiyatında çığır açmış bir yazar olmana karşın, çağdaşlarının geriliği nedeniyle cahillerin baskısı altında kaldın. Ama bu yalnız sana özgü bir durum değil, tüm ülkelerde örneği var. Seni anlayan, seven, değerini bilen mutlak önemli bir kesim var, bu kesim hiç de küçük bir kesim değil. Zamanlara dayanacak bir öncüsün. Senin gibi bir kadın -kadın olmasın, kadın demeyeyim, insan- kiminle yaşarsa yaşasın, sorunlar olacaktır. Bizler belki de, kendi kendilerine yaşaması gereken, ama belki de toplumumuz buna elvermediği için evlilikler yapan kadınlarız... Paris, New York gibi kentlerde olsaydık, belki başka türlü yaşardık... bilmiyorum. Ama İstanbul'da da çok derin yaşadığımızı, içten insanlar bulduğumuzu... burada daha iyi algılıyorum.

İstanbul'dan ayrılalı 10 ay oluyor. En çok Mehmet'in, 'kız özlersin, insan memleketini özler,' sözcükleri kulaklarımı çınlatıyor. Biraz kesin gibi görülen -tabii hiçbir şey kesin değil- bu ayrılık bana oldukça güç geldi. Bu toplumu iyice gözetledim. Kitap, dergi, gazeteleriyle kavramaya çalıştım. İnsan ruhu olarak yaşamayan bir toplum. Dinamizmi de yok. Almanlara da hiç benzemiyorlar. Hepsi çok iyi tüccar. Almayı, satmayı, biriktirmeyi biliyorlar. Can sıkıcılar. Ama kent güzel. Bildiğin gibi mimari çok insancıl boyutlarda. Sokaklar, evler... küçük alanlar insanlardan daha güzel. Ayrıca burada ilk kez, yaşamın durgunluğu ve günlük pratik yaşamın hiçbir sorun çıkartmaması nedeniyle 'zaman'ı algıladım. Zamanı algılamanın çok olumlu yanları var. İnsanı biraz durgunluk düşüncesine itse de... zamanı algılayarak yaşamayı özlemiştim. Henüz burada hiçbir şey yazmadım, ama zaman zaman bazı duygu ve resimler içimde beliriyor. Belki yakında onları bölük pörçük yazmaya başlarım. Burada hem Türkçe, hem de Almancadan uzağım. Onun için yazmak kolay değil. Ve ilk kez yavaş yavaş, belki de araya giren somut mesafe ya da -bir süre için görülen- uzaklık nedeniyle çocukluğumdan da uzağım. Bu da iyi. İlk kez çocukluğumdan uzaklaşıyorum. Kendi zamanım içindeyim. Ancak, Arnavutköy'ü gerçekten özlüyorum. Orada benimle tümüyle bağdaşan bir olgu var. Deniz, yokuşlar, ağaçlar, taşrayı andıran evler... Orada kendimi her zaman güçlü duymuştum. Erden de bana beni her zaman güçlü duyurtmuştu. Hans Peter bana çok benzeyen bir insan. Onunla ilk kez iki insan arasındaki sevgiyi, insandan insana geçen sevgiyi duydum. Ama bu da kolay değil. Çünkü sevgi de (istersen aşk de) üzücü, yorucu, duyurucu, doyurucu bir olgu. Olması güzel (yani tender), ama belki olmaması daha rahat.

Deniz okuluna alıştı. Her yere uyum sağlayan bir insan. O da arkadaşlarını, İstanbul'u çok özlüyor. Epeyce büyüdü, boyu bana yaklaştı, göğüsleri çıktı. Bütün gün, okul yoksa, rock müziği dinliyor. Bana da hep itiraz ediyor, sonra gene yumuşuyor. Ara sıra bazı işlerimiz oluyor. Çeviri, Hans Peter'e fotoğraf asistanlığı gibi. Biraz ben ders de verdim. Sonra işler bitiyor, yenilerini bekliyoruz... Aslında böylesi daha rahat. İnsan arada boş kalıyor, yorulmuyor, yeterince, serbest iş bulursa tabii. Şimdilik bizimkiler yeterince değil, ama açılmak üzere. Erden hemen hemen haftada bir arıyor. Onun da konu düşünmekte, senaryo aramakta nasıl güçlük çektiğini sezinliyorum. İşte belki de bundan sonra yazacağım kitapta bu kopuşu işleyeceğim. Toplumsal ve siyasal ve duygusal parçalanmayı. Sezgilediğim konu bu.

Sezer'in gelmesi iyi oldu. Epey hava getirdi, eve neşe getirdi. Ona çok alıştım, gidince henüz yalnızlığa alışamadım. Başımdan çok tatsız bir olay geçti. Genel durumla ilgili 10 günlük müthiş bir sıkıntıdan sonra sol koltuğumun altında bir beze şişti, sol göğsümde de bir süt bezesi.. Beni müthiş bir kanser aramasına tabi tuttular. 15 gün beni müthiş korku altında yaşattılar. Sonra gene de bunu almak gerek dediler. Oysa bunlar çok ağrı yapan, kolum tutulan iltihap gibi bir şey. Bir ayda da epey küçüldüler. Sonunda ben boş verdim. 'Sorumluluk bana ait' deyip, bir kağıt imzalayıp, ellerinden kurtuldum. Doğru da yaptığıma inanıyorum. Nezle olanların bile röntgenini çekiyorlar. Doktorlar hiçbir şeye bakmıyor, her şey makineden geçiyor. Makine, kompütür... onlara da inanmayıp kesmek istiyorlar. İnsanın hormonal dengesi bozuk olunca, böyle beze şişmeleri de oluyor. Artık aldırmıyorum. Bir daha da doktora gitmemeye karar verdim. Ancak insan somut olarak böyle durumlarla karşılaşınca, ne zor olduğunu gördüm, yaşadım.

O korkulu günlerimde hep seni düşündüm. Korkum geçmeseydi, atlayıp senin yanına gelecektim. Yahu, sen atlayıp buraya gelsene!!!

Fatoş ne alemde? Vakko'da iş bulduğunu duydum. Keyfi nasıl? İstanbul'a adapte olabiliyor mu?

Mehmet'in durumu nasıl? İşine devam ediyor mu?

Edebiyat alemi nasıl?

İstanbul'a ne zaman geleceğimi bilmiyorum. Hiç belli olmaz. Uçaklar bu kadar pahalı olmasa...

Üç gündür kar yağdı. Kent beyazlaşınca aydınlandı büsbütün, geceler de karla birlikte daha aydınlık. Karlı Zürih oldukça hoşuma gitti.

Televizyonda 14 kanal var, zaman zaman ilginç programlar oluyor. Noel'den bir gün önce 2 gün Münih'e gittik. Chiristian Enzensberger'in bir partisi vardı. Orada bazı Alman yazarlarla buluştuk. Güzeldi. Münih buradan araba ile 4 saat.

T. zaman zaman akıl almaz saçmalıklar yapıyor. O denli tatminsiz ki, anlatamam. O yüzden onu görmekten kaçınıyorum. Tektaş iyi. Ezel epey sıkıntı geçirdi, şimdi iyileşiyor. Burada depresyon çok yaygın. O yüzden ben de kendimi uzak tutuyorum. Evimiz aydınlık, pırıl pırıl ve sıcak. Önünde bir Boğaz eksik. Bir de sen çok eksiksin Leylâ'cığım. Kendini zorla ve bana ayrıntılı yaz. Senden başka yürekten konuşacak arkadaşım yok. Yılbaşında Gönenç geldi, çok iyi oldu, onunla da özlem giderdik. Hepinizi sevgiyle öperim.

Tezer


Tezer Özlü'den Leyla Erbil'e Mektup (12 Ağustos 1985)

Canım Leylâ'cığım,*

Bu sabah kısa da olsa Fatoş ile konuştum. Sesi nasıl sana benziyor. Sonra Sezer ile konuşurken dün görüştüğünüzü söyleyince ağlamaya başladım. Bu kadar seni özlediğimi düşünmek bile istemiyorum. Çünkü en büyük acı düşünceler. Senden önce Demir'e yazdım. Biraz vasiyet gibi bir mektup oldu.

Leylâ'cığım, Türkiye'den umudu kesip, burada tutucu ortaçağ kafası ile karşılaşmak bu hastalığın nedeni oldu. Ve olayların yoğun birikimi. Bir sabah uyandığımda koltuk altımda 2 ceviz, göğsümde 5cm. bir taş parçası buldum. Koltuk altı lenflerim kanser demek. Bunu kesemezsin ki. Aylarca düşünce ile bunu yenmeye çalıştım. Korku ağır bastı. Depresyon geçirdim. 20 gün yatakta beni kayışla bağlı tuttular. Göğsümdeki rahatsızlığı bile bile bana verdikleri ilaç kanser için en zararlı ilaç. O kayış içinde 2-3 kere öldüm, ama kendimi dirilttim. Oradan çıkıp, öteki hastaneye yattım, 5 gün. Parça aldılar, en azılı kanser çıktı. Şu şansa bak: Sinir hastanesinden çıkıp, kendini kanserin kucağında buluyorsun. Ama depresyon iyi oldu, korkularımı kustum.

Beş dakika oturamayacak halde iken, kemik tedavi yapması gereken doktor 3 saat bekletti. Burada her doktor, bütün tedavileri baştan yapıyor (para kesmek için) sonra beni kemik röntgenine yollamak istedi. Kemiğin içine iğne ile renkli ilaç verecekler, ertesi sabah aç karnına ilaç yutup karaciğer röntgenine gideceğim. Sonra bu doktorun zehirlerini damarıma verdireceğim. Sabah odasına girdiğimizde önüne dergiler sermiş: 'Chicago'da, Milano'da, Paris'te arkadaşlar neler yapıyor, bilmeliyim' diyor. Ulan salak, bunu benim yanımda mı okuyacaksın? Kafanda yok mu? 'Zürih'in en büyük otoritesiyim' diyor bir de!! Sonra benim kalbim 140 atmaya başladı. 'Kalp hastası mısınız, şeker hastası mısınız?' diye her gün üstüme yürüyorlar.

'Hayır, sadece 22 şok yedim' dedim. 'İyi geldi mi?' diyor. Ulan salak, şok adama iyi gelir mi? Bir çeşit giyotin. Sonra bana 'buz başlığı ister misiniz?' dedi. 'O ne?' dedim. 'Sizin gibi atraktif bayanlar onu geçiriyor ki, saçları dökülmesin. Sonra hem dansa gidiyor, hem bisiklete biniyorlar' dedi. Salak, sanki ben hayatımı dans ve bisikletle geçirirmişim gibi. 'Kaç derece buz başlığı?' dedim. 'Eksi 20' demez mi? Leylâ, düşün, insan nasıl kafasını '20 dereceye 10 dakika sokar? Düşünce ve beyni donmaz mı? Bunlar herhalde Doktor Mengele'nin deneylerinin sonucu. Sekiz hafta bunu geçireceğim, sonra sol sonra sağ tarafımı kestireceğim.

Bazen düşünüyorum da, idam mahkumundan beter. Sonra beni gene EKG'ye bağladı. Kalbinim dayanacağı anlaşıldı. Sonra da sekreteri kafamda dır-dır konuşuyor, ben açacağı an oradan fırladım. Korkunç bir hafta sonu geçirdim. Eray da vardı. Hep hasta göğsümü öptü, evladım. Aynı çocukluk düşleri gibi, küçük boşluklara düştüm. Uykuda ölecek gibi olunca bir ses 'Tezer' deyip beni uyandırıyor.

Canım Leylâ'cığım, benim için bir gün Kaptan'da kafayı çek. Yediğin, içtiğin, gördüğün her şeyi benim için de yap. Geceleri acıdan kıvranıp duruyorum. Korkmuyorum. Hastayım ama mutluyum. Bana en güç gelen, Deniz'den ayrılmak. Bakalım. Müthiş kitabını duyarlılıktan daha okuyamadım. Senin, Demir'in, benim kitabın aynı yıl çıkmış olması ne güzel. (...)

Sonsuz sevgiyle öperim. Bana yaz. Bir kere de benim için yüz.

P.S. Bugün doktorumla (masaj yapan) uzun konuştuk. Bir bedenin kansere karşı bu tür iltihaplanma ile mücadelesi görülmüş durum değil, diyor

Notlar:
*Tezer Özlü'den Leylâ Erbil'e Mektuplar (Yapı Kredi Yayınları, 1996)
---

TEZER & PAVESE - 9eylul



Aralik 2006-Varlık dergisi Sennur Sezer, "Tezer Özlü adlı kız çocuğu" başlıklı yazısindan,

"...Peki nasıl bir kişiliktir Tezer? Bence bir dişi Peter Pan!.. Ben Tezer Özlü bir öykü kahramanı olsaydı, Peter gibi büyümemeyi mi seçerdi diye düşünürüm. Çünkü "kaçıp gitmek"ten ilk o söz etti galiba. Gerçek yaşamın sokaklarda olduğundan..

...Tezer'in karşı olduğu ilk şey güvenli bir yaşamdır zaten: "Düzen ve güven kadar ürkütücü birşey yoktur. Hiçbir şey. Hiçbir korku... Aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç. Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri ge, kahvelerde otur - artık hiçbir yerdesin."

...Tezer Özlü bir kız çocuğuydu. Büyümek istemeyen, büyüme sancılarından kaçamayan bir kız çocuğu.. Çünkü o büyüdüğü büyük şehirde de kız çocuklarının çocuklukta bile sorumluluklardan kaçınamadığı bir toplumun çocuğuydu. Ve buna karşı çıkışını haykırdı yazdıklarında...
Onun anısı için yapılacak en yerinde şey, çocukların çocukluklarını yaşayabilecekleri, kaçıp gitmek istemeyecekleri bir dünya yaratmak belki de..."


_All is the same
__Time has gone by
___Some day you come
_____Some day you ll die
_______Someone has died
___________Long time ago


TEZER ÖZLÜ
(9eylul1943Simav-18subat1986Zurih)

"Benim en büyük mutluluğum herşeyden kaçmak.Herşeyden.Tüm çocuklardan.Tüm acılardan.Tüm sevgilerden.Tüm orgazmlardan.
Tüm gecelerden.Tüm günlerden..."


Gidebilmenin arayış kısmını Yaşamın Ucuna Yolculuk da görürüz. Yaşamının son döneminde cıktığı bir yolculuktur bu; Cesare Pavese, Italo Svevo, Franz Kafka nın peşinde; ama aradığı onlar değildir. Onların yaşadığı yerler, oturdukları kahveler, yürüdükleri sokaklar,yaşama dair birşeyler oluşturdukları mekanlarda bulunmak... Büyük bir tutkudur bu yazarlara karşı hissettikleri; onların yaşamlarına ve yaşama dair oluşturduklarına karşı.

"...Yaşamın daha doğrusu yaşamın ortasında, tüm özlemlerimin doyumsuz kaldığını nasıl da algılıyorum. Ama artık yorulmaksızın aramak yok. Aranan yaşantılar arandı. Yaşandı. Bir kısmı gömüldü. Yeniden toprak oldu. Canlılıklarını duyduğum, canlılıklarını birlikte bölüştüğüm birtakım insanlar gitti. Onlar adına, onları da özlemek, onlar için özlemek, onlar için de sevmek. İnsan yaşamının mutlak en önemli olgusu sevilen bir insanı özlemek, istemek. Onun yanındayken de özlemek, istemek. Oysa yaşam genellikle insanın bir başına kalması. Uykuda. Uykuyu ararken. Derin uykuların ötesinde bile zaman zaman düşünde sezinlemiyor mu insan bir başınalığın çaresizliğini?
Yollarda. Okurken. Pencereden caddelere bakarken. Giyinirken. Soyunurken. Herhangi bir kahvenin içinde oturan insanlara gelişigüzel bakarken. Hiç bir şey aramazken. Herhangi bir kahvede oturan insanları görmezken, başka olgular düşünürken. Yosun kokusunu yeniden duymaya çalışırken, bir kavşakta karşıdan karşıya geçerken, arabalar dünyasında yaşadığını son anda algılarken, büyük bir bulvarın tüm kahvelerinde oturanlardan hiç birini tanımazken, bir mağazadan gelişigüzel yiyecek seçerken, ya da bir satıcıdan herhangi bir malı isterken, aynı anda özlem ve yalnızlıkları düşünürken, gidenleri, gelenleri, bölünenleri, ölenleri, doğanları, büyüyenleri, yaşamak isteyenleri, yaşamak istemeyenleri özlerken, severken, sevilirken, sevişirken, hep yalnız değil miyiz? ..."

"şimdi sen de bir anısın. sen de ölüsün. her zaman benimle birlikte olan, birlikte taşıdığım, yaşadığım sözcüklerime dönmem gerek. sözcüklerim olmadan o gökyüzüne nasıl dayanabilirdim. o caddeye, o geceye, gecelere, uykuyla uyanıklık arasında öylesine yatıp uyuyamadığım için sinirlendiğim ve her şeyi düşünüp, kalkıp düşündüklerimi sözcüklere çeviremediğim gecelere. ya da uykunun ölümsü derinliğinde var oluşumuzun küçüklüğünü algıladığım gecelere. bu yaşam, beni ancak içimde esen rüzgarları, içimde seven sevgileri, içimde ölen ölümü, içimden taşmak isteyen yaşamı, sözcüklere dönüştürebildiğim zaman ve sözcükler, o rüzgara, o ölüme, o sevgiye yaklaşabildiği zaman dolduruyor. başka hiçbir şey. "
Tezer Özlü - Yasamin Ucuna Yolculuk



" Neden buradaki yeşil, yabansı sessizlik şimdi sana içinde yaşamak zorunda bırakıldığın dünyayı unutturuyor. Aynı dünyanın en derin acısını Kafka çektiği için mi rahatsın onun mezarı yanıbaşında. Hiçbir yere gitmek istemezcesine. Babası, ardından da annesi aynı mezara gömülmüş. Şimdi Viyana'da Kafka'nın babasına mektubunu düşünüyorsun. Yaşamı süresince baskısı üzerinden kalkmayan babanın, mezarda da onun üzerine yattığını. Ne garip, dün mezarı başında bunu düşünmemiştin. Aksine belki biraz da rahatlatıcı bulmuştun yalnız yatmayışını. Nazi kamplarında öldürülmüş kız kardeşler ile Milena'yı düşünmüştün. Kafka'nın bu kamplara girmemesi içini sevinçle doldurmuştu. Genç yaşta veremden ölmesi onun için en büyük acılardan kurtuluş da demekti. "
( Tezer Özlü, Yaşamın Ucuna Yolculuk, s.37, YKY )


"Başkalarıyla -hatta karşına çıkan tek insanla- sanki herşey o an başlayacak ve biraz sonra bitecekmiş gibi yaşamalısın." (Pavese)

Pavese gibi Tezer Özlü'de de yaşam anlardadır.Ve çoğunun tersine Tezer Özlu de çocukluk aranan bir şey olmaktan çok kaçılmasi gereken bir şeydir.
"Çocuk olmanın hiçbir güzel yanı yoktur: yaşlandığımız zaman, çocuk olduğumuz günleri hatırlamaktır güzel olan"

Ve Pavese nin son cümleleri,
"Gizlice en çok korkulan şey gerçekleşir hep sonunda... Bütün gerekli olan biraz cesaret... Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım."




CESARE PAVESE
(9eylul1908Torino - 26agustos1950Torino/İtalya)

Il mestiere di vivere: Diario 1935–1950, The business of living: Diaries 1935-1950 (published in English as The Burning Brand), 1952
"Yasama Ugrasi"1952
Pavese 1950 ' de Torino ' da bir otel odasında tüm yazılarını , kitaplarını yok edip geriye üzerine kırmızı mavi kalemle " Yaşam Uğraşı " yazdığı günlüklerini bırakarak intihar ediyor.
1935 - 1950 yillarini kapsıyor bu günlükleri;-son tarih 18 ağustos 1950

27 Ağustos 1950-
' yazmayacağım, artık eylem...'

1 Eylül 1950-
'Ve bu defter Pavese'nin yanında bulundu bir akşamüstü. Midesine doldurduğu haplardan kurtaramadılar onu.Ben Italo Calvino son satırını yazmak istedim, bana söylediği bütün güzel şeyler için...
Ölüm bu olsa gerek, bir insanı özlemek.'


1952 Yasama Ugrasi ;

"Gizlice en çok korkulan şey hep gerçekleşir sonunda.
Yazıyorum: Ey, Sen, acı.
Peki sonra? Bütün gerekli olan biraz cesaret. Acı ne kadar ortaya çıkar ve keşinleşirse, yaşama içgüdüsü o kadar ağır basıyor ve intihar düşüncesi zayıflıyor.
Kolay sanmıştım ilk düşündüğümde. Zayıf kadınlar yapmıştı bu işi. Alçakgönüllülük istiyor, kendin beğenmişlik değil. Tiksiniyorum bütün bunlardan. Sözler değil. Eylem. artık yazmayacağım..." 18 Ağustos 1950
(Arka Kapaktan)


“Gençliğimin sona erdiğini haber veren belirtiler arasında en önemlisi artık edebiyata karşı büyük bir ilgi duymayışım. Bir zamanlar her şeye rağmen duyduğum, manevi doğrular bulma umuduyla açmıyorum kitapları artık. Okuyorum, daha da çok okuyabilmek istiyorum, ama bir zamanlar yaptığım gibi, kitaplarda bulduğum çeşitli yaşantıları ne heyecanla karşılıyorum, ne de bunları parlak, şiir öncesi ussal bir gürültüye dönüştürüyorum. Torino sokaklarında dolaşırken de aynı şey oluyor. Bu yerleri artık yaratma çabasını hızlandıran romantik, simgesel bir güç kaynağı olarak görmüyorum. Her keresinde, ‘önceden yapılmış bu’ demek geliyor içimden. Ezilmelerimi, saplantılarımı, yorgunluklarımı ve dinlenmelerimi iyice gözden geçirince, açıkçası hayata yeni buluşlar getirecek bir alan olarak bakmıyorum artık, şiir daha az ilgilendiriyor beni bu açıdan; sadece düşünülecek ve çözümlenecek olan sıkıcı bir malzeme gözüyle bakıyorum her ikisine de.”-1936-



09.09 TEZER & PAVESE
---

SALVADOR DALI

♥ Dalí ♥
Dali images 1



Fertility
Photo Sharing and Video Hosting at Photobucket

♥ Dalí ♥
Dali images 2



MirrorWomen
Photo Sharing and Video Hosting at Photobucket

♥ Dalí ♥
images

 
Image Hosted by ImageShack.us