^^ ИÍLGŰИ МAЯMAЯA ^^ : Ağustos 2007

31 Ağustos 2007

TOPLU SIIRLERI / NILGUN MARMARA

TOPLU ŞİİRLERİ / NILGUN MARMARA

Bana Doğru Gelen Kim? Ya da Şimdiki Zamanda Bir Mobil , Birinci Tekil Kişi

Beklemek

Cam Kelepçeye Evet

Canım Sıkıntı Sınırı

Çok Güzel

Düşü Ne Biliyorum

Gökkuşağından Darağacı

Kan Atlası

Kuğu Ezgisi

Kuş Koysunlar Yoluna

Kuşum ve Ben

Mezar

Pek Önceleri Ben-Merkezciliğin Dışavurumu

Tomorrow Will Be Another Day

Toz-Dem

Yürek:Kutup Tan Vakti

*



Bana Doğru Gelen Kim? Ya da Şimdiki Zamanda Bir Mobil , Birinci Tekil Kişi
Dökülmüş bedenim kimyasına pirincin, yok edilerek kalsiyumun büyüsü yazgım belirlenmiş.Her an, hoş geldin diyorum bana doğru gelene, dalgalanan duygularımla. Sarkıyorumtavandan (bir tavan varmışçasına) yeryüzünün (varolduğunu umarak) renklerini bilmemekarşın - lal rengi, çivit mavisi ve sarı - ve onların yalanlamalarını - tutku, dinginlik ve ölüm - kendimle işaretliyorum yanı, yöreyi - bir aşağı bir yukarı, bir yukarı bir aşağı, sağ sol, sağ sol.Yönlerin bulanıklığında bir sorumluluk bu! Uluma geri tepiliyor böylece, bana doğru gelenekarşı! Bir iskeletler zinciri tutuyor beni havada, uzay konusunda bir unutkanlık yüklemeye vedevindiğim cılız önlemleri yıkmaya çalışarak. Soğukkanlı bir çaba! Ben, kusursuz bir porte olmayı yeğlerdim, oysa. İşte şuracıkta, özlüyorum sol anahtarımı ve notalarımı. Umursamam,nereye dağılırlarsa dağılsınlar, daha sonra...wwwwwŞimdilik, hava akımının istencine boyun eğmişim, sinekler ırzına geçerken uzantılarımın,sürdürüyorum dansımı bu dikey tabut içre, günden geceye, geceden güne, ben tümünü ezipgeçinceye ve "Bana doğru giden kim?" in yatay bilgisine ulaşıncaya dek!
*


Beklemek
taşıl kaygısı kaotik özlem
neydi beklediğimiz ve gelecek olan
salt aci
sonsuz yeşil sonsuz gelişkin bir orman
içinde göllerini nehirlerini çağlayanlarını
gök kuşaklarını yitirdiğimiz kara sözcük
yokluğun dayattığı doğurgan sözcük: acı
bir deniz kızının uçma tutkusu
belleğin unutuş çılgınlıklarında
bilinmeyen organizmalar dönüştürürken
bedenlerimizi duygularımızı ben'imizi
çürüyorduk... kaçış yoktu... çıkış da...

yeşil maytap patlatan sahte mesihin sözleri
yalandı acımasızdı efendilerin belirlediği
ölçtüğü biçtiği yaşattığı kendimiz
umarsız öte benler=nesneler
ağlayın
ağlayın ve kanayın
yok olduğunuz irin zamanında
*


Cam Kelepçeye Evet
Ilık bir süzülüşle
Geri dön hayat,
Bırakma yeryüzü salına
tünemiş pek kara kuşlar
Örtsün bakışımı,
Görmek acısı sürsün
pencere tutsağının
Düşsün hayatı suya...
Nisan 84
*


Canım Sıkıntı Sınırı
Aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum. Öylesine bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum. Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını benden geri alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor.Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancımyok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben. Yere göğezamana denize kayalara ve kuşlara da dokunan aynı tanrı değil mi? Bu kutla tanrınınyönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir yok-tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun ağırlığını.Kefe'lerinden birine onun oylumu pekâlâ sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve düşünceleryığılıyor, işte yetkin eşitlik...her gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. Bir eskicidensatın alınmış bu teraziyi birgün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir yanadağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim.
*


Çok Güzel
Durma artık burada uysal âşık!
Aydınlık milinin yatağında.
Bilemiyoruz belki de meşe o ağacın adı,
Anlayamıyoruz varolduğumuzu gölgesinde
ağırbaşlılığının.
Veda geliyor şimdi, öğretmek için
sergilenmeyi, uçuşan geriye dönen
vakitte.

Kime, kime gönderiyor incelen yapraklarını
yüzün, kavisin beyaz yanağıyla?--

Bu aklıkta, minarem mavi benim.
Işığım denize kayıyor, bir sayıklama
izleğiyle, bir zamanlar pay verdiğimiz
insanlığa!
*


Düşü Ne Biliyorum
Kimdi o kedi, zamanın
eşyayı örseleyen korkusunda
eğerek kuşları yemlerine,
bana ve suçlarıma dolanan?
Gök kaçınca üzerimizden ve
yıldız dengi çözüldüğünde
neydi yaklaşan
yanan yatağından aslanlar geçirmiş
ve gömütünün kapağı hep açık olana?

Yedi tül ardında yazgı uşağı,
görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o
ve bağlanmıştır körler
örümcek salyası kablolarla birbirine
sevişirken,
iskeletin sevincini aklın yangınına
döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.
Yine de, zaman kedisi
pençesi ensemde, üzünç kemiğimden
çekerken beni kendi göğüne,
bir kahkaha bölüyor dokusunu

düşler marketinin,

uyanıyorum küstah sözcüklerle:
Ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben!
*


Gökkuşağından Darağacı
Şimdi'nin bedeni yok,
Yontuyor geçmiş bilgisiyle
gelecek belki olur diye taşı,
________taşını kokluyor
________yontu dağılıyor...

Şimdi'si yitik
______bundan boyuyor
______boyuyor evine aldığı
______ağacın üzerine tüneyip
duvarını, tavanını, geçmişi
______ve geleceği ve her yanını;
__________dal kırılıyor...

Şimdi'si yitik
_______diziyor diziyor notalarını,
göğe ışık üzerine boncuklarını,
ucuza getiriyor varlığını
_______sonsuzun sessizliğiyle
_______sonlunun gürültüsü arasında,
O bitirince kıyısında gezindiği
_______yol çöküyor...

Şimdi'si yitik
_______bundan yazıyor
_______yazıyor enine boyuna
_______içini ve dışını ve yeri
_______ve göğü ve suyu,
bindiği kadırga
_______o inince batıyor
Ağustos 87
*


Kan Atlası
____________-Emel'e-
_______"Ben babamın yuvarladığı
_______ çığın altında kaldım. "

Çolak mırıltılarla dövmelenen çocuk
_____________her gün her gece eğer adasında,
Gözü ağzı elinden alınmış, yosunlar
_____________sarmış bedenini çığlıklarken bunu
su içinde...

Karada, hançer suratlı abinin rüzgârında
_____________uçar adımları.
Geçmiş ilmeğinde saklıdır arzusu
İçinden karanlık, tekrar ve ilenç
_____________sızdıran hayret taşında.
Soruyor hatırasında, "sırtımda ve
sırtında gezinen bu ürperti kim,
bir damla süt yerine bu ağu kim?"
ay gözüyle bakmayan kavruk akıllara
___________-boy atmış da salgıları,
___________ cücelmiş sezgileri-
bir yanılgı rehavetinde debelenenlere...

Ey, yüzleri
__________________bir babakuş gölgesine
_____________çakılmış olanlar,
Üzgün adım, ileri marş!
Aralık, 86
*


Kuğu Ezgisi
Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,
Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı
bekçi gizleri.

Ne zamandır ertelediğim her acı,
Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,
bu şiir -
Sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,
Dost kalmak zorunda bana ve
____________ sizlere!

Çünkü saldırgan olandan kopmuştur o,
uykusunu bölen derin arzudan.
Büyüsünü bir içtenlikten alırsa
Kendi saf şiddetini yaşar artık,
bu şiir -
Kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü,
ulaşılamayanın boyun eğen yansısı,
Sevda ile seslenir sizlere!
*


Kuş Koysunlar Yoluna
Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. Hep böyle mi bu?Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum,kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer.'.. Kafatasımın içini, bir küçük huzur adınaaynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Paniğini kukla yapmışhasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasınaniye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?"Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.
*


Kuşum ve Ben
Kuşum ve ben bir aynada
uyuyoruz, kafesimiz yatağımız
yüzlerimiz eşlerine baka baka
sonsuz kar altında uyuyoruz
kuşum ve ben.
Eşim ve ben kızıl bir bağla
bağlıyız birbirimize
Çözülürse yoksulluk sevinir

Aynamızın içinde tek bu bağ...
Kızıl kıskanç eşim kuşum ve ben...
*


Mezar
tükenirdi monolog
kaçarken içine düştüğüm kara toplum
big bang sonrası büyük yalnızlık bilinmeyeni
saçlarında titreyen iblisler karartırken güneşi
üstüste gömülürken
saydam yaşamlar
bir yankı duyulurdu hiç'likten
bütün yalnızlıklarınızın ilenci
korusun çoğulluklarınızı
cinnet koyun erdemin adını
maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın
hepiniz mezarısınız kendinizin...
*


Pek Önceleri Ben-Merkezciliğin Dışavurumu
yontusal bir dinginlikle sıralarım
sözcüklerimi vasat bir yere
bu duyumlanmaz imgeleme -
taşkınlıktan ırak mı ırak

ah! ya benim ele geçirilemez coşkularım
varolamamış henüz
biçimleyemediğim
neredesiniz siz ey bilinçsizliğin bilinçleri
varılamaz yengisinden sonra--
ulaşılır esriklik alanları?

bir uçuş diliyorum salt kanat
gökyüzünün üçgen bir köşesinde,
bir tozlaşma... miriabilis bir jalapa'da
görsün her gözenek ait bana
süresiz dolun ve sonsuz bir ay
patlaması tüm içkinliğimde-
bildiğimi biliyorum çemberimi
yarıçapları oturtsam bir kez özeğe -
ve eğretilikten arınmış parçacıkların
uyumsuz hiçbir üstüstelenişi düşünülemez

bu uyumlar elaçıklığıyla ulaşacak hep
çembere...

kuşkusuz mu?
*


Tomorrow Will Be Another Day

_________________-sevim'e-

Belki ona gideriz yarın,
Belleksiz sevgiliye,
Poplin elli korkak çocuğa,
Duyarlığı, unutkanlığının kanı
anaya-
Ona belki gideriz yarın,
Gören gözlü kör güzele,
Çılgın gülüşlü bebeğe,
Yüreği, sızlanan ruhunun göğü
yavrucağa-
Yarın gideriz belki ona,
Unutuşun türküsü, bekleyiş
tortusunda,
Esnek kokulu çiçeğe,
Kaynak bakışlı Venüs'e-

Ya nasıl dönüş sonra?
*


Toz-Dem
Kısacıktı
karşı yolculuklarımız kara
___ve deniz üzerinde-

Şafağın bodrumuna inerken sen,
Hançerin ivmesiyle yükselirdim
______dul pencerelere.

Azıcıktı
köpük boz-denizde ve karada
Koyu bir saatin içinden--çıkılamadı
bir an yine de!

Belki gülden
kalma bir iz yanağındaki,
Eski sabahın sarı gülünden
üzerine deli gözünü bıraktığın...

Öldüğünde,
çekmecemde duran bu göz,
incelikle çıkarılacak,
bir jiletin enginliğine,
Çözülecek gizi
_____O çarpık retinanın, ağ tabakanın...
Kasım 1985
*


Yürek:Kutup Tan Vakti
Su ılık burada.
Yine göç kendiliğindendi,
Yine gözlerim açık.
Bu gizli alanda ne görürüm, böylesine
mavi ve saf, tek başına?
Ah! Bir oluk geceden acuna yönelmiş,
Bir ağaç, yeşil çığlığını aya vuran
yapraklarıyla.
Ben, buhar resitalini ya da buzulun
çağrısını düşlerim.
Göz gözü görmesin, irisler donsun ya da!
Ses boğulsun,
Boyum bu boy kalsın!
Yüreğim bu çifte olurlukta,
Ilığın en karşıtı, deli düşmanı,
Kutup tanının kendisi olmaya ant içerek,
Dilerse kardan, buzdan bir igloo olsun,
dilerse eritsin bu vücudu kendi iç şafağında,
yunsun gök taşında!

Su, şimdi aydınlık ve hafiftir,
Yüzeyi çok karanlıkla solmuş olsa da.
*

Nilgun Marmara
kynk::http://www.aruz.com/antolojinilfunmarmara.htm
---

NILGUN'e / ECE AYHAN

Ece Ayhan ın tabiriyle,
128 Nilgün Marmara...
Cemal Süreyya nın tabiriyle Zelda...

MEÇHUL ÖĞRENCİ ANITI
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yasasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür

Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu suydu:
- Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
- Solgun bir halk çocuğunun ayaklanmasının kalbinedir

Bu ölümü de bastırmak için boyuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım

O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazdırmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler

Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdi şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek.
Ece Ayhan Çağlar


Ece Ayhan – 128 Nilgün Marmara
'' Önce, Nilgün Marmara'yı herkesinki gibi değil de kendine özgü ve çok değişik morumsu renkte bir giysiyle, bir öğrenci olarak düşündüğümü söyleyeceğim.Ama derslere pek girmeyen ve umutsuzlar merdiveni'nde oturmayı seçen çok tuhaf bir öğrenci; daha doğrusu benzersiz bir öğrenci olarak düşündüğümü söyleyeceğim.Sırası belki önlerdedir ama kendisi en arkalarda bulunmayı sever. Her zaman da sınıfı geçmiştir. Ve sanki aynı sınıftayız ve belki de aynı sıradayız. Nilgün Marmara ile; 1987 ekim'inin 13'ünde, kendisi daha 28-29 yaşında gencecikken İstanbul'da, kızıltoprak'da, en ufak bir çığlık bile atman korkunç ölümünden sonra da!herhangi bir ikirciğe düşmeden, hiç çekinmeden şunu diyorum:" bir teneffüs daha yaşasaydı tabiattan tahtaya kalkacaktı." o nedenle de yazımın başlığını şiirdeki gibi "128 Nilgün Marmara!" koydum. hatta kendisine "aldırma Nilgün Marmara!" bile demiştim ölümünün hemen ardından yazdığım bir yazıda.
Öyle güzel ve öyle yetkin bir şairdir ki Nilgün Marmara; kimi insanların, yine işin özünü filan bilmeden, küplere nasıl bineceği beni artık hiç ilgilendirmiyor! başka türlüsünü yapamazdım ve başka türlüsü de elimden gelmezdi zaten.Sivil şairler'den ünlü İlhan Berk, Nilgün Marmara'ya Bodrumdan kızıltoprak'a yazdığında hep "büyük Nilgün" diye yazardı kartlarında ya da mektuplarında. Nilgün Marmara'yı edebiyat arestasına ya da şiir çevresine İlhan Berk tanıtmıştı. Yine sivil şairler'den gerçekten de ilginç ve özgün Cemal Süreya da Nilgün Marmara'ya, amerikan yazarı Scott Fitzgerald'ın çılgın karısının adı olan "Zelda" derdi. Cemal Süreya'nın 1991'de yayımlanan "999. gün: üstü kalsın" günceler kitabında da Nilgün Marmara, zaman zaman, "Zelda" diye anılır. Amerikan caz çağını çağrıştıran bir kullanıştır bu.. Nilgün Marmara gibi güzel, hem de çok güzel, garip ve ilginç bir şairinu yampiri ve yamuk dünyada, bir bakıma, kısacık bir ömrü oldu. Hani büyük kanatları yüzünden uçamayan albatros deniz kuşu gibi! nilgün marmara, sözlüklere ve ansiklopedilere yazılırsa, 13 şubat 1958'de İstanbul'da, kadıköy'de doğdu. 13 ekim 1987'de yine İstanbul'da, kızıltoprak'ta öldü. o kadar ya da bu kadar. Kadıköy maarif koleji'nde okuyuşu, boğaziçi üniversitesi ingiliz filolojisi'ni bitirişi ve öğrenimini bitirirken seçtiği tezinin, intiharı yeğlemiş Sylvia Plath üzerine olması. Bu kör bir rastlantı mıdır bilemeyiz?hani denizin, özellikle de Ege'de denizin derin yerleriyle sığ yerleri arasında açıklanamaz ve değişik bir mavilik vardır. Evet, işte Nilgün Marmara'nın gözleri de öyle bir renkteydi. Resim boyası satan kırtasiyecilerde bile böyle bir maviliğe rastlayamazsınız. Velhasıl Nilgün Marmara gerçekten kusursuz denenebilecek bir güzellikte, "marjinal" de denebilecek ve sahicilikte eşsiz önemde bir şairdi. ve gittiği Libya'da da (tobruk) şiirler ve metinler yazdı. Libya'dan sonra uçtuğu Avustruya'da, Alpler'de, doğrusu ya şiirler yazıp yazmadığını bilmiyoruz şimdilik. Ama şiirin şu ya da bu biçimde peşini hiç bırakmadığını ben biliyorum. Gerek dünya, gerek türk şiiri açısından.hayatının son yıllarında; İlhan Berk'i, Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı, Cihat Burak'ı, Turgut Uyar'ı, Edip Cansever'i ve özellikle de Cemal Süreya'yı kişisel olarak tanımıştı. şairlerle hep şiirden ve şiirlerden hep konuşurdu. yeni şairlerden Seyhan Erözçelik, Orhan Alkaya, Lale Müldür, Günseli İnal, Cezmi Ersöz, Turgay Özen, Mustafa Irgat... arkadaşlarıydı. Kendisini, özellikle Anglo Sakson şiirinde de sıkı yetiştirmiş olduğu konuşmalarında belli oluyordu.Ölümünden sonra, Sylvia Plath'dan birkaç şiir çevirisi çıkmıştır çeşitli dergilerde. Ölümünden az önce "Beyaz" ve "Şiir Atı" dergilerinde birkaç şiiri de yayımlamıştı. belki de kendisi ile yaptığım bir söyleşinin bir bölümünü gösteri dergisinde yayımlamıştım. "Daktiloya Çekilmiş Şiirler" 1988'de ve "Metinler" adlı düz şiirlerini içeren kitabı da 1990'da şiir atı yayıncılık tarafından yayımlanmıştı. Ve her iki kitap da hemen tükenmişti. Şimdi artık gençler, kendine aşık uzamış yeni panco'lar bile Nilgün Marmara'yı erişilemez bir "Mit",unutulmaz bir simge ya da (türkçe söylersek) bir "söylence" olarak çılgınca ve gerçekten de seviyorlar. ''
Ece Ayhan ,1992


" Üç Kez Nilgün Marmara ..! "
____________Ece Ayhan
Sonunda söylenecek sözü başında söylemek istiyorum!Nilgün MArmara olayına ve şiirine yeniden bakılması adına bu yazıyı tersine çeviriyorum.Ama bu bir şairi tersinden okumak değildir.
Öldükten sonra bir şairin ya da bir şiirin nasıl ve nereye vardırılacağı bilinmez ,bilinmiyor!
:Varoluşçuluk felsefesinin başına gelenler ve getirilenler gibi.Hatırlarsınız bu felsefeyi önce çiçek çocuklar hemen ve sözde benimsemişti.
:Gordon Pym'in Serüvenleri'yle garip ve olağanüstü bir şair olan Edgar Allen Poe'nun yıllar sonra bir reklamda kullanılması gibi.(Düşünebiliyor musunuz ?KAralarını çekmiş ve avurtları çökük bir Poe ve omuzunda da bir kuzgun ! önünde de bir parfüm şişesi.)
:Güzelim Nilgün Marmara'ya da öyle oldu,olmuştur yani.NEyse ki onu içtenlikle ve hesapsız seven Ersin Tezcan gibi gerçek marjinaller var.
Nilgün Marmara ilkin yeni şairler arasında,özellikle sahicilik açısından ,seçik olarak belirmişti.(Cezmi Ersöz,Küçük İskender,Lale Müldür...)
Nilgün Marmara'nın şiirinin anahtarı yine yalnız kendi şiirinin içine gömülüdür demeyeceğim.Ta hayatının içine gömülüdür!
Ben Nilgün Marmara'yı İskenderiyeli,stigmalı,çentikli bir arkadaş sayıyorum.Nasıl İsmet Özel cumhuriyetle yaralı ise,Nilgün Marmara'da dünyayla yaralı idi.Ve yeri geliyordu,Nilgün MArmara'yla birlikte ,bacaklarımız kesilmeden önce,Harrar'a çıkıyorduk tersine bir yolu izleyerek!Limanlık bir kasaba olan Cibuti'den yukarılara,dağlara tahtırevanla bir yolculuk işte.
Harrar'da ,çevresi açık bir kulübede yaşıyoruz,Nigün MArmara Anglo-Saxon şairleri arasında bir gidip bir gelerek o beduhlu şiirlerini horozlu tüfekli (ve de yakışıklı) özel ulaklarla elden İstanbul'a gönderiyordu.Bense-tarihte İstanbul'dan Uzun Mısır'a gönderilmiş ölüm fermanları gibi- denizler aşıp,yıllar sonra dolaşıma girecek mektuplarımı pullarla gönderiyordum, gönderiyorum.
ECE AYHAN



"...Ben somut şeylerden hareket ediyorum. Benim gözümde Akterdon Fikret marjinal bir ressamdı.
Temmuz ayında Taksimde pardösüyle görürdünüz onu, çünkü iç çamaşırları yoktu.
Bir hayalet oğuz vardı Nilgün Marmara vardı.
Garip bir şekilde bunların hiçbirisinde mülkiyet duygusu yoktu. Bunlar kendi alanlarında en uçta, en sınırda olan insanlar. Üç günlük, beş günlük,altı aylık bir macera değil bunlarınki. Benim “uzun bir dürüstlük dediğim”uzun bir süreç olması gerekli. Ürkmek diye bir sey yok bunlarda. Ama bu berduşluk anlamına gelmiyor kesinlikle..."NoktaDergisi-1988


Ece Ayhan Çağlar
“İkinci Yeni’nin papazı/keşişi”
"...Ece’nin galiba şiirleştirdiği bir de anlatısı vardı. Ozanlardan kurulu bir orkestra resmi. Kendisini iki kez çizecekti. Çünkü aşıktı. Nilgün Marmara’ya. İntihar etmiş bir kadın şaire. Hürriyet’te çalıştığım sıralar, kimi öğlenler, bu orkestrayı anlatır, hatırım için bana orkestrada yer arardı..."Sennur Sezer

(10.eylul.1931 Datca - 12.temmuz.2002İzmir)

Yapıtları:
Kınar Hanım'ın denizleri (1959), Bakışsız bir Kedi Kara (1965), Ortodoksluklar (1968), Devlet ve Tabiat (1973). [Bu dört yapıtı bir araya getiren toplu yayın: Yort Savul (1977)], Zambaklı Padişah (1981), Defterler (günlük, 1981), Kolsuz bir Hattat (düzyazılar, 1987), Çok Eski Adıyladır Adam Yayınları, Çanakkaleli Melahat'la iki el Mektup ya da Özel bir Fuhuş Tarihi (1991).Dip Yazılar YKY Yayınları 1998, Son Şiirler YKY Yayınları 1998, Aynalı Denemeler Ya da Yalınayak Bir Türkçeyledir, Mor Ötesi Requem: Ağzı Bozuk Bir Minyatür YKY Yayınları 1999, Sivil Demeler Kara YKY Yayınları 2001, Hay Hak Söyleşiler YKY Yayınları 2002. (NK)
---

29 Ağustos 2007

YOL USTUNDEKİ SEMENDER / AHMET OKTAY - ILHAMİ CICEK Anisina




Ahmet Oktay ile soylesi 1987

- Semender hâlâ yolun üstünde mi?
- Elbette. Ateşten gözleriyle bize bakıyor. Ama ben, son üç şiirler (Pavese1, Yesenin2, İlhami Çiçek) yanından geçip gidiyorum. 12 farklı intihar girişimi. 12 yeniden doğuş ve 12 ölüm. Dilin yitirilişi ve bulunuşu.
Neredeyse beş yıla yaklaşan umarsız bir savaş bu. Geri çekilmelerle, vazgeçişlerle dolu bir savaş. Yenildim mi yendim mi? Şair nasıl bilebilir ki bunu? Tek dileğim okurun, bu savaş çabasını hoşgörüyle karşılaması, savaşçının sızılarını biraz duyumsaması.
Budur şairin bekleyebileceği biricik ödül.

21 Aralık 1987 tarihli Güneş gazetesinde şair Ahmet OKTAY’la yapılan söyleşi.
1: Cesare Pavese. İtalyan şair. 1950 yılında intihar etti.
2: Sergei Yesenin. Rus şair. 1925 yılında intihar etti.

YOL USTUNDEKİ SEMENDER / AHMET OKTAY
Ey kalp!
gece olsun,
vehmi ve cinneti emziren-Avcundadır
çocuğun ve delinin,
Allahın eli-
layemut gece - Gezginin saatidir ki
titreyen kandilin nurunda
arar kendi yazısız taşını
her mezarlıkta

Derunumda
ağır ağır kurudu kırmızı zakkum,
karardı sebilin mermeri
ve gizlendi bu belleksiz zamandan
sönen bir yangın gibi
kûfi.

Ezelden beri mi göçüyorum ben?
Her hayal
döner kalbe
ve vurur bir eski
saatin sesiyle:
-Bana gel.

Kimdir ki o ben,
mevsim
bir yaprak ırmağı gibi
akıp gider içinden

Ey gözüne tuzla sürme çeken Şıblî !

Başka dudaklar da var
zikrla tara olan.
İblis
ve iğva beni uyutmayan

Ürktüm bu yüzlerden -Bu kadın yüzleri
ki güzellik
saptırır imanı
-örtünmelidir-
Mangalın korunu avcuna koy da
hatırla:nasıl unutmuştu 20 yıl Kur’an’ı
İbnü’l Cella

Yine de

tene yöneldim. Püsküren
bir yanardağ gibi
lav akıttım her yanımdan
öleyim diye isteğimden önce

Seyret beni Adem,
Seyret beni Doktor!

Her göz başka bir hayatın vampiri

Yaşım 27 -İnsan

kökü çürümüş çınar gibi
apansız ihtiyarlar-
Azaltmıyor, azaltmıyor
müezzinin sesi
göğsümdeki kederi

Veronal ve lüminal. Naylon
ve plastik
kent ve çöl

Dün geceydi yandım

“yaşayan sağlam delile
dayanarak yaşasın”
diyen ayetle

Ey Rab
çürük benim delilim
Nereye ait ki
bu hicranlı suret?
Bu gözler
çoktan kesti dünyayla o karanlık
sohbetini.
Satranç ve dil
yeniktir ezelden

Bakıyorum pencereden
sırtımda patiska bir gömlek
ve avcumda
Allahın eli,
yerin en dibine

“Yalnız hüznü vardır
kalbi olanın”*

Intiharla bir söyleşi
bu kitap.

Edemediğim
ve edebileceğim
intiharlarla.

Her insan
aklında en az bir kez
öldürür kendini.
Çünkü biliniyor artık;
tek içgüdü değil
yaşam içgüdüsü.

Sözcükleri seçen kişi,
zamanı sorgular durmadan
ve bu güncel zorunluluk,
isteyelim istemeyelim;
tarihsel bir an’da
ontolojik bir sorun olarak da
belirir.

Galiba şu
intiharın kökenindeki soru:

Onaylıyor muyum?
Buradan bakıldığında,
bir “öteye geçiş“
sorunu değildir intihar.
Tam tersine:
bir “burada oluş“sorunudur.
Sartre’ı anımsayalım:“İntihar
bir başka yoludur
dünyada varolmanın.“

Camus’den yüzyıl önce
Novalis yazmıştı:
“İntihardır
tek felsefe sorunu.“

Bu yüzden
yaşamın da
sorunudur.

Yaklaşık olarak
“her yerdedir yaşam“
diyor Seneca.
Ama bu yaklaşım,
dünyasının “aydınlık”tan
görünüşünü yansıtıyor;
gelgelelim
bir de “karanlık” yan var
tarihin içinde işleyen.

Bu ikilemi
şöyle dillendiriyor
Sergei Moscovici:
“Ölüme hayır demek yetmez
yaşama evet demek gerekir.“

“Evet“i söylerken
kekeleyen,
adayıdır ölümün.

Ve insan
en beklenmedik anda
en umulmadık anda
kekeleyebilir.

Yesenin’i onaylamayan,
“bu hayatta ölmek
kolay iş,
yeni bir hayata başlamak
güç olan“
diye yazan Mayakovski,
yine de öldürdü kendini.

Benzer bir yazgıyı
Paylaştılar gencecik Can İren’le
60’ını geçen Rasih Güran.

Yanlış’la doğru’nun
sallantılı olduğu bir zemin bu.

Kesin olan şu:
Kur’an’ın da İncil’in de
kovulmuşu’dur müntehir.
Büyük Yetke’nin amansız
muhalifi’dir de ondan.
Bir de şu:
umut besleme olanağı
kalmamışsa, yaşamın
anlamı da kalmaz. Eğer
verdiğimizin dışında
verebildiğimizin dışında
bir anlamı varsa.

Bu kitabın adını andığı,
ölümlerini bir bir
denemeye çalıştığı 12 insan,
korkak oldukları kadar cesur
umutsuz oldukları kadar
umutluydular.
Yaşamlarından da
ölümlerinden de çıkaracağımız
dersler, unutulur gibi değil.
Yapıtları ise içlerinde
kendi suretlerimizin yansıdığı
kristal aynalardır

Edemediğimiz
ve edebileceğimiz
tüm intiharlar
ateşten gözleriyle bakıyorlar
yolun üstündeki
bir semender gibi
Yol Üstündeki Semender, Ahmet OKTAY,Ada Yayınları, Ekim 1987

*
**
***
Ilhami Cicek (1954 Oltu - 14haziran1983 Tokat)
ILHAMİ CICEK Anisina
SEMENDER
İlhami Çiçek'e...
Tanrım, üzengisine asıldığımız bulutlardan
parçalanıyor aşklara geçiş gözlerimiz.
i
deniz tuzu kuşanan yaşamak yarasına
incinen çağın izine, güncel vebaya...
nasılsa teşne yağmurlar müje ıslatan
nasılda sıvıyor sesini bu çorak ıssızlığın
şebçerağ... çığlık çıksın kent damlarından.
"incinmesin diye sen, taşlara dikenlere..."¹
gölgesiz yürüdük ve öyle öptük güneşi
bu us oynatan keşmekeşte. ah intihar
nihan dokunuyor şiirin kasem vav'ına.
işleniyor müntehir, hüznün gergefinde
sevgi eylemsiz kalıyor, ruh sığınaksız mı?
yoksa O da mı öldü Tanrım, ateş susuz mu?
Tanrım, ölmesin... terkimizde köpek griliği su,
öteki ölüsü soluk alıyor gövdenin; phoenix
kül bilsin bizi, dipdiri şuleler içinde ses.
bir türlü duldası yok mu acının, söyle!
yeryüzünü soludum, sen semender tozunla
seretan kanatlandı uzağa, vesvese albenisi.
"biri gül yakmış olmalı ocakta.. genişlemiş dam"
ve kan bir kere soluklandı mı damarda,
kıyam emzirsin orman itina ile, şavk yürü
sandallara!!!
ii
susmaya güç yetiren maruf 'ölü kesit can'
durmadan katmerleşen kadim dilinde yankı:
"DIŞARI BİLE.. ABİ.. ÇIKARTM.."
yanılgı cüzamı aristokrat yüzünde yetkenin.
çağla konuşku çağla! ak dilinden ateşin
ha devlet bozuğu billur, ha kara veba
ha intihar alaşımı sığ vetirenin koruganı.
O ölüyor, lucifer suç akıtsın ins'in kulağına
anosh siyahlansın yazgı, sürklase bu buut
'iyi oyun' sıkıldı, kan göründü, 'sevgili ürktü'
artık şahsız natamam 'ebabil' kanatları
artık matsız şuaları ile 'adil infazlar'...

biz şimdi kime küselim, ya pusatsızız
nehir neyi taşsın, uthra hangi bilsin
delta kimi kızsın, 'öfke ne dirilsin'
ağlamaktansa... simurg intiharı işte şimdi
ama sen dur ey kalbim, hatırla 'sabrı'
yeryüzündesindir hala dur ve anla
sus sen de falcı, bakılarında büsbütün karmaşa
çocuğum büyüsün de öğrensin hıçkırmayı
öğrensin ve çığlığı: kapkara sulta!
iii
O öldü.
neonlarda bağlı bukağısı çözülüyor kentin
ve gök çözülüyor gizlice Tanrıdan: yağmur
gece çözülüyor alev gözünden semender'in
bakıyor -Tanrım O öldü mü?- nasıl da bakıyor
kan gözü ıhlamur bakıyor, ılgıt seher içinde
'iyi' bırakıyor kendini akıl hastanesinden avluya
tek celsede boşanıyor gökten yağmur
kavrıyor gözleriyle şiirin kanı, ateşin ruhunu...
semender/şebçerağ/ çıkıyor kolaçana
her şey çözülüyor Rabbim ve sen hiç
sormuyorsun gövdemi hiç!
burada
bu cerbezede
sürekli kırılan...
iv
salatı vusta gitti gider ey semender
kim alsın bizi bu toynak cenderesinden
kim alsın bizi bu toynak cenderesinden
kim alsın bizi bu toynak cenderesinden
¹ O Sarı
Hüseyin Cahid DOĞAN, Vivo, Nr: 3
Page110
---

"BIZ GUVEN CAGINA GELMIS OLMALIYDIK, ARTIK !"




Daktiloya Çekilmiş Şiirler
Kitapta yer alan şiirler, 1980-1987 yılları arasında kaleme alınmış.
Nilgün Marmara
Yerleşik yabancılığın acısı
Öz düşmanları kendilerinin sevgisiz bilisiz
ve acımasız kabukluların zincirlediği
kara tamlama.
Bir neden yabancıya?
Bir neden yerleşiğe?
Bir neden yerleşik yabancıya?
Susturduklarından sonsuzun dilini,
Dışıyla gerçeğin çizgisini kalın koca leş
doğrusuyla belirleme.
-
Bakıldığında göz değirmisinden bir çiçek dürbünün değil midir
renklenme olasılıkları tabanında
görülen parçacıkların yoksamak kurutan kısır umutları, geleneksel
tanrıları, sürülerin çorak gerçekliğini ve kanatlanarak yaşamak kendi dağılımında...
-
İcindekiler:
-Çocuk hanımefendi
-İzlenimci şiir
-Ancak yazgıdır bu
-Zorunlu tünel
-Kopuş beklentisi
-Kırmızıya yöneliş
-Öte ışıklar
-Al şekerini bakalım köpek
-Ölüm dansı söylencesi soruları ışıklandırır
-Kavruk ayna gözlü değişken
-Gök çandır, bağışlanan hep kendi
-Ak çizgili bir çocuk tulumudur
-Biri kalabilir binlerce törenden sonra
-Saksıda gizlenen
-Çok var duvar yıkım için
-Zamansal içildi
-Yürek: Kutupta tan vakti
-Kızıl göl
-Yıldızsal kalış
-Canavarın fistanı
-Mavi gül tadı
-Gece öğleni
-Küçük ağaç


Kırmızı Kahverengi Defter
Önsöz: Gülseli İnal
Yayına Hazırlayan: Gülseli İnal
Yayınlayanın Notu Evet, kimi günlüklerin, mektupların yayını, "netameli" bir iştir. Tecrübeyle sabit. Gülseli'nin de belirttiği gibi, "yığınla spekülasyon/eleştiri" bizi hiç şaşırtmayacak. Bunlar dile getirildikçe, açıktan tartışıldıkça, kuşkusuz, bizim de söyleyeceklerimiz olacak. Şimdilik, açıklamamız okurlara: Nilgün Marmara'nın günlüklerinde yer alan, okuduğu kitaplardan yaptığı alıntılar ve mektup taslakları dışında, her satır, her harf, elinizdeki kitaptadır. Üzerlerinde, düzeltme dahil, en küçük bir redaksiyon müdahalesi yapılmamış; defterlerde nasıl yazılmışsa, -günlükler, insanların "çalakalem" iç dökmeleridir, yayına hazırlanan metinler değil. Doğal olarak, harf hataları, tümce düşüklükleri görülebilir. Kitaplaştırırken, bunları olduğu gibi bırakmayı yeğledik (Joh Ellis, İngeborg Bachmann... gibi)- yani, bir okur, defterlerin yaprağını çevirdikçe neler görecekse, o şekilde aktarılmıştır.
Acaba?
Defterler, ilgilenenlerin tetkikine açıktır.

(Yayınlayanın Notu'ndan)




Plath ile Marmara'nın gizli akrabalığı
(...)
"..Everest Yayınları bu kez, şairin ölümünden hemen sonra çıkan Daktiloya Çekilmiş Şiirler adlı toplu şiirlerinin yeni baskısını yaptı. Bu, kitabın üçüncü baskısı. İlki Şiir Atı, ikincisi beş yıl önce Telos Yayınları'ndan çıkmıştı. Bizce bu kitabın, Türkçe yazılan şiirde özel bir yeri var. Marmara'nın bu özel ilgisi dolayısıyla, Plath şiirinden esini söz konusu olabilir. Ancak, bu şiirleri ilk okuduğumuzda bile, olası önyargılardan hemen uzaklaşmıştık. Marmara şiirinin, topyekün Anglosakson şiirinden beslendiği açık. Ama, şiirleri, kendi özel aurası içinde okuduğumuzda, garip bir benzersizlikle karşılaşmıştık. Hiçlik duygusu, her modern şiirin köklerinde belirebilir. Ancak, Marmara, şiirinde, tamamen kendine has bir imge yoğunluğu ve kosmosla hiçliği bambaşka bir anlamsal dünyaya taşıyor. Reel hayatı daimi dışlayışının nedeni de bu. Marmara şiirinde nadir rastlanan bir sözcük özeni ve çeşitliliği var. Kurulan imgeler yer yer savruk olsalar da anlam dünyasıyla devamlı hesaplaşır özellikte. Doğa ile evren, varoluşla beden, korku ile çocuksuluk ve aşk aynı şiir çemberi içinde apayrı göndermelere taşıyor okuru. Başta 'mor' olmak üzere renklerin bu kurulan kozmik dünyada özel ve zengin çağrışımları var. Ve tüm bunların yanında kendine has bir gizemcilik. Şiirlerde ölümle hayat arasındaki gidip gelişlere de şiirler boyu rastlamak mümkün.
Bazı şiirlerin, farklı bağlamlarda izlenimci bir algıyla da bağı var. Diğer yandan 'zaman' kavramının ilk kez bu denli başkalaştığı, kozmik dünya ve beden arasında kurduğu bağ dikkat çekiyor. Aslında, şairin, diplerde geniş anlamda otoriteyle de yoğun bir hesaplaşması sıkça dikkat çekiyor. Net olmayan, kendine has bir görsellikle de bazı şiirlerde baş başa kalınıyor. Bu şiirin, dolayısıyla da kitabın, daha birçok kendine has özellikleri var. Bir başka şairle karşılaştırmak zor. Daha önce de belirttiğimiz gibi teknik açıdansa yer yer 'savruklaşan' şiirlerle de karşılaşılıyor. Bu şiirin geçmişsizliği, geleceksizliği çok önemli. Aile kurumuyla ilginç biçimde hesaplaştığı; sinemayla, özel biri- iki filmi şiir adı yapıp büyülü göndermelerle bezediği ürünler de var. Yapı olarak biraz güçsüz şiirlerle de karşılaşılıyor. Ama bu, şiirin biricikliğini, kendine özgülüğünün önünü kesemiyor. Daktiloya Çekilmiş Şiirler çok uzun yıllar üstüne konuşulacak, tartışılacak bir kitap olmaya değer.
Herkesin hemen sevebileceği bir şiir değil bu.
Tüm iyi şairlerin şiiri gibi.."
ORHAN KAHYAOĞLU
20.04.2007 Radikal
---





















"Uckez, Nilgun Marmara ..!" Ece Ayhan

YABANCI
En yakın yabancı sendin,
Daha sürülmemişken ışığın biberi
Yaramıza,
Yaslanırken boşlukta duran bir merdivene
Henüz.

Güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız.,
İlkyaz derken-kışı gözden kaçıran
Yüzlerce eller yukarı,saygı duruşlarımız
En güçsüz kollarla
Çözüldü aşkın zarif ilmeği
Bulandı aynalar duruluğa
Çok gizli bir doğru gecenin toyluğunda
Bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık
Olduğunu..

Yabancıların en yakınıydın sen!
Haziran 1985

Free Image Hosting at allyoucanupload.com

"Bir herşey, bir hiçlik"
"Biz güven çağına gelmiş olmalıydık, artık!" N.Marmara
"...İkiz,Kent,Küçük Ağaç, Rüzgara yakarı,Petra Vonkant'ın Acı Gözyaşları,Değmedikleri Yerde Bahçeler,Düşü ne biliyorum…Söz konusu bilgelik ve bütünlüğün şiirleri gibidir.Yaşam ve varlıkla aynı kabulde hesaplaşmanın…
"Yerleşik yabancılığın acısı" sözleriyle gerçekten doymuş bir ruhun,sapaksız, oturaklı ,bilen bir duruşunun itirafını,
"Kov kara duygulu olasılığı bilincinin gücüyle/ Biçimleri kesikler yaratmadan tininde" gibi bir özdenetim mekanizmasını sürekli işler hâlde tutmayı..
ya da "Yeni çiçek dürbünleri bul ertesinde düşkırıklığının/gizlenmişlerse senden kur öz yaratısını saflığının" dizeleriyle ice dogru genişleyen bir bilinçli olma durumunu...
..ve"Coşku külü ben yangınından doğmuş inancın kanıtı".. ile bir üst bilinçle anlamın ve varlığın içini doldurabiliyor Nilgun.
Gerçekte diri, farkında ve kendinde bir öznenin uyanıklık hali..başka herşeyin ve herkesin yabancı olduğunu biliş..!
Yabancılaşmaya karşı ödünsüz bir olumsuzlamayla uzuvlara farklı işlevler yükleme,kendi kendini bütünleme, görüntüsel olana yenilmeme ,öz derinliğini sahiplenme gibi öncesiz, sonrasız bir anlamın bilgeliğini sunuyor şair..." S.Akdag

İşte Akan Marmara Ağaçlar Marmara,yıldızlar Nilgün göğ küsmüş, yokuşu ters çevirin,
gün dünya çakıltaşlarının arasında. bir balkona çıkmağa niyetsizdim muharrem alışkanlığı
yaprağın ucunu dediydin,üstünü Tanrı getirsin dünyayla konuşa tartışa...
cumhuriyet 8 mart

"Bir şair daha öldü, yaşamadı yaşarken/Şiirleri sarılı kanayan kurdelaya!" Nazir
"Hayal, gül esintisi ve ipek dokunuşlar/Yüreğim daralıyor: âyet okuyun kuşlar!"Nazir Akalın
Kanayan Simya isimli şiir kitabından "Ben Ne Yaptım Derse Eğer Safyürekli Bir Kadın" adlı şiiri radyo programlarımda zaman zaman seslendirirdim. "ben ne yaptım! derse eğer safyürekli bir kadın /güneşle nişanlanır mutsuzluğun anlamı / sıyrılır yalnızlığım ah yasemen dalından / davetsiz bir sonbahar dudağımda uçuklar / dökülür kucağıma umutları annemin"Nazir Akalin
"taze buruk şarap" kıvamındaki tehlikeli şair hayaletidir " Marmara

Free Image Hosting at allyoucanupload.com

DÜZ - BAHAR
Ben mi koştum bu hünsalığa?
Gece taşarken kadın topuklarından,
Bilerek yada bilmeden sevdim diyenler,
Yasını kazarken yüreğimin.
Güz mü yanlış rengiyle?
Kışlar mı yaşam aralığı kadına?
Kutlandık ezgisi böyle uzak.
Yalnızlık, yalnızlık bitimsiz.
Gece: ipek dokusu cozuldugunde
Ellerim: eksik cennetim benim.
nisan, 85 Nilgun

Marmara, yıllar öncesinin Miss Lou'su gibi: "Bana lütfen çiçek göndermeyin" diyor "Benim kendi çiçeklerim var!"...
Evet, lirik bir iç zaman günlüğüdür onun şiirleri, iç zamanla bütünleşen bir tanıklıktır onda izlenim.
Yaslı yüreğimin utangaç itirafı: "SİZİ SEVMEKTE ÖLÜYORUM"

Free Image Hosting at allyoucanupload.com

DILSIZLIK
Dilsizlik okyanuslarında kılıç kuşanmaları;
Büyüttü yürek sancısı ebeleri...Geçti.
İnce üsteleme gelincikle
raslantıdan sıyrılan
döndü ırmağa
karanın umulmaz ışığına!
Uzun günler, aşkın ince kemiği düş ağacında asılıydı.Peygamber çiçeklerinin sessiz yataklarında gizlenen boynu bükük ayna, buruşturulmuş yumuşaklığı ve ters dönmüş yaşamı yansıtıyordu. Artarak bölünen göz: BEN BÖLÜNEN BÜRÜMCÜK.
Su kadar karanlık ve uçucu görümü tozanların diziyor ürkünç renksizliğini, canlılara yalım veriyor. Gözleri dalgın ay,gizil yurtluğunda bu devingen dağılıma tanıktır.Bu karıştı bürümcüğün sessiz sesine, yunma zamanları dışında.Gök bir gece dışına kıvrıldı, değişti dönemleri kürenin;güneş yerde doğuyor, saçıyor huzmelerini göksel boşluğa.Karanlık toprak boğuntusunu serinletiyor kendi içrek odağından, şimdi. Zamanı çalıyor yetkin camda parmakları bürümcüğün, gizli bir yanardağın lavlarıyla dokunan ağını çözmek için.
Biz güven çağına gelmiş olmalıydık, artık!
Mayıs, 1981

Biz güven çağına gelmiş olmalıydık, artık!
Biz güven çağına gelmiş olmalıydık, artık!
Biz güven çağına gelmiş olmalıydık, artık!
Nilgun Marmara

Nilgun Marmara siirinde anlam duyarliligi-Serdar Akdag
http://www.aralikedebiyat.com/nilgun-marmara-siirinde-anlam-duyarliligi.html







Free Image Hosting at allyoucanupload.com

S E R D A R A Y D I N "ÖZLEMİN TANSIĞIDIR GÜNLÜKLER "

Kırmızı Kahverengi Defter....Nilgün MARMARA'nın ardından yayınlanan günlüğünün ismi. Günlüğü yayına hazırlayan Gülseli ÎNAL'ın, Seyhan ERÖZÇELİK ve Ece AYHAN'la birlikte buldukları bir isim. Ve bence de böylesi bir günlüğe verilebilecek en iyi isimlerden birisi. Yaşamına kendi elleriyle son veren "sıkı" bir şairin günlüğüne, kırmızı, kahverengi ve defter sözcüklerinin isim olarak verilmesi, bu sözcüklerin çağrışım zenginlikleri göz önüne alındığında trajik olanın ağırlığı daha da artıyor. Özlemin ve tutkunun başat rengi olan kırmızı, ölümün ve çürüyüşün imleyeni olan kahverengi ve düşe bulanmış gerçekliğin ya da salt düşlerin işlendiği bir nesnenin ismi olan defter sözcüklerinin çağrışımlarının, Nilgün MARMARA'nın hayatı ile ilişkilendirilmesi, tanımı güç bir gerilimin ilk an'da oluşmasına neden oluyor...

"Acı sonsuzdur, Frida: Yaşam gibi..."

derken Sevgili Hayati BAKÎ, sanki bu dizeyi “Frida KAHLO Harfi” isimli şiirinde sadece Frida KAHLO için değil, Nilgün MARMARA, Kaan İNCE, Beşir FUAT, PAVESE, CELAN ve daha bir çok yaratıcı içinde söylemiş diye düşünüyorum. Gerçekten acı sonsuz.. Belki yaşamda sonsuz. Bu ikilem karşısında verilebilecek her yanıt kişiye özel olmakla birlikte acıyı, sonsuzluğu ve yaşamı mutlaka içerecektir. Ve bir otel odasından sonsuzluğa, sınırsız olana ulaşmaya çalışan gelinciğin çığlığında da yankılanacaktır. Bize kalan ise o gelinciğin ardında bıraktıklarına ilişkin bir "şeyler" yazmaya, söylemeye çalışmak. Ya da yazamamanın, söyleyememenin umarsızlığında çırpınmak. işte, kırmızı; özlemin rengi. Kahverengi; çürüyüşün, toprağın rengi. Defter ise garip bir nesne. Ve bütün bunların, ben'in çağrışımlarıyla çiftleştiği yer: "Kırmızı Kahverengi Defter..."

*

"HAYATIN NERESiNDEN DöNüLSE KÂRDIR" DİYEN MARMARANIN NiLGüN' ü" -Yılmaz Odabaşı

Şair intiharlarına övgüler dizilmesine karşı çıkarken,yine de Pavese'nin,“Kendini öldürmek konusunda haklı bir gerekçesi olmayan kimse yoktur”dediğini de unutmayalım.Şairse, ürettiği şiirse eğer, yaşarken olduğu gibi,öldüğünde de şairdir...Demek istediğim, intihar, şair olmayanı şair yapmaz,yapamaz, yapmamıştır da...Nilgün Marmara' yı hiç tanımadım; onu şiirlerinden biliyorum. “Kırmızı Kahverengi Defter” adlı kitabındaki biyografisi şöyle yazılmıştır: “1958’de doğdu; yirmi dokuz yıl sonra yeryüzünü terk etmeye karar verdi”İşte bu kadar kısa, yalın bir biyografisi var onun... Fotoğraflarındaki güzel yüzünü alıp gitmiş bir şair imgesidir Nilgün Marmara...

...Bir gün Cezmi Ersöz’ün evinde güzel bir fotoğrafına rastladım;hüznün ve şiirin bir kadın yüzüyle muhteşem buluşmasıydı onun bütün fotoğrafları... Bir de, ölümünden önce Mina Urgan’ın oğlu Mustafa Irgat’ın sevgilisi olduğunu öğrendim...Yaşasaydı, sanırım ben de her şeyi göze alarak o yüzdeki şiirin ve hüznün peşinden giderdim...1987’de onun intiharından sonra, 1995 yılında Mustafa Irgat da bir trafik kazasında yitirmiş yaşamını...Onun da “Ait’siz Kimlik Kitabı” adıyla yayımlanmışbir şiir kitabı var.İkisini de kısa biyografileri ve şiirlerinden örneklerle“Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi” adlı çalışmama burkularak almıştım.

İşte Nilgün Marmara, bir kadın, bir şair ve bir cüret güzelliğidir... Gündelik hayatın sığ sularından diplere,en diplere açılmış ve acının dip kısmında vurgun yemiş o güzellik,“hayat” demiş:“Hep yüzünle seviştik, tersinin hatırı kaldı...”A. Camus gibi “Tersi ve Yüzü”nü yazmış,öyle bakmış, rest çekmiş!

“Kıyamet koparken bile fidan dikiniz” diyen Nilgün Marmara’ yı,yaşamın onu dışına, ötesine iterek aldattığını düşünecekleredemeliyim ki, belki de ölerek o aldatmıştır yaşamı,ne dersiniz?Belki bu yüzden geride platonik aşklara çok uygun bir imge de bırakmış...Geride bir “Kırmızı Kahverengi Defter” kalmış.O, “göğünü yitiren bir yıldız gibi” kalmış;oysa bizler, hâlâ yıldızlarını yitirip duran gök olduğumuzu sanıyoruz...
*

S E Y H A N E R Ö Z Ç E L İ K “SENİN GAM ÇEKMEYE FERMANIN MI VARDI?”

Tarih, Ekim 1982. Yer, Boğaziçi Üniversitesi Umutsuzlar Merdiveni Bölümü.

Or'da hep birlikte kerkiniyoruz, konuşuyoruz. Maariften yeni mezun olmuşum, üniversitenin en stratejik yerini keşfetmekte hiç zorlanmamışım. (Zaten o merdiven de insanı hemen çeker.) İlk şiirim iki ay önce çıkmış. Arkadaşlarımdan birisi bana seslenince, Önümde oturan koket kız dönüp soruyor:

O - "Seyhan mı! Özçelik mi?"

Ben - (Hırçınlık ve gençlikle) "Hayır. Erözçelik!"(Ece Ayhan'ın deyimiyle "manav" soyadı?)Bira içmeye Hisar Kahve'ye indiğimizde artık "Seyuşka!" olmuştum. Bira kaçamakları üniversite yılları boyunca sürdü. O, benim için neydi? Her şeyden Önce Çocuk Hanımefendi. Şiirlerimin ilk okuru, ilk eleştirmeni. Dost. Çok iyi bir dost. Sonraki beş yıl, çok hızlı, çok neşeli, çok kederli geçti. Oturduğu ev, La Terra Rossa, kapıları şiirsever ve benzemez her insana açık bir evdi. (Biraz Adalet Cimcoz'un evini mi hatırlatıyor?) Türkiye'nin önemli şairleri oradaki sofranın misafirleri oldular. (Bir fotoğrafı okumaya çalışıyorum. Tomris Uyar oturmuş, objektife gülümsüyor. Ece Ayhan, ayakta, sağ eli Tomris Uyar'ın sağ omzunda, diğeri İlhan Berk'in sağ omuzunu sıkıyor. Hemen yanında onun sağ eli. O da aynı omzu sıkıyor, ilhan Berk'le Ece Ayhan arasında Kağan, sol eli onun sol omzunda. Sonra ben. Yeniyetme. Önde Cemal Süreya, elinde cigara. Cemal Uzunoğlu, bir arkadaşımız, gözlerini hınzırca kısmış. Tevfik Akdağ. Sağ eli masada, sol eli dizinde. Yüzüne güneş düşüyor. Fotoğraftaki herkes objektife bakıyor. O ve Cemal Süreya hariç. Şimdi yaşamayan iki insan?) Pazarları emperyal kahvaltılar (kayısıya yakın rafadan yumurtayı curry'yle seven kızkardeş!), bulmaca çözme seansları, bakkala kim gidecek tartışmalarıyla doldu. Geceyarısı tangoları.

Demiştim ya, hep kederli danslar. Fado daha Türkiye'de yaygın değilken, fado! 45'likler partisi için plaklar toplandı. O partiyi yapamadık. (Cem Karaca: "Benim gam çekmeye dermanım mı var?") O, edebiyat insanıydı.

Bir reklam ajansında bir gün çalışmıştı, o gün de ona ölüm ilanı yazdırmışlar. Çok gülmüştü. Hemen o gün işten ayrıldı. Giderken on bin lira vermişler.

Zehir zekâ. Kristal duyarlık. Ama Çocuk ve Hanımefendi.

Beş yıl oldu. 13 Ekim 1987. Son tangosu hepimizi çok sarstı. Hep şu Peter Pan'a taktım bugünlerde. O, Peter Pan'ın annesiydi. Sanki her şeyi önceden biliyordu, bugünleri önceden görüyordu. Değerlerin çökeceğini seziyordu. Dayanamayacağını anlıyordu. Sanki. Şiirlerindeki tuhaf matematik. Eşyanın öbür yanı. Eşyanın öbür yanını gören, öteleri de görebiliyor. Yeni çıkacak kitaplarında, şiirlerindeki tuhaf matematiğin ip uçlarını, aykırı simgelerini bulabilirsiniz. Yeni kitapları, yani, günlüğü ya da aforizmaları, fragmanları diyelim, has bir edebiyatçının düşünerek yazdıklarıdır. Çocuk Hanımefendinin dünyaya karşı kırılgan şaşkınlğı da var bu kitaplarda. Tabii.

37°2 Le Matin'i seyretmemişti. Ama Ferreri'nin The Tales of Ordinary Madness'ini kasetten seyretmişti. Kasabanın en güzel kızı Cass'in hikâyesini biliyordu.

Ekim 92. Bal gözlü bir kedi olalı beş yıl geçti. Onsuz bir beş yıl.Kimse ona şirk koşulamaz.

---

Nilgun'e Yazilar;

SERDAR AYDIN NiL'e ve GüN'e UzananYolculuk Denemeleri ::

SERDAR AYDIN Özlemin Tansığıdır Günlükler ::

GÜLSELİ İNAL Haydi! Bu Ölümcül Suyun Şerefine Nilgün ::

YILMAZ ODABAŞI Düzyazılarından Seçmeler ::

VERDA ÜLKÜ & MURAT YALÇIN Bir İç Zaman Sarkacı:Nilgün Marmara! ::

SEYHAN ERÖZÇELİK "Senin Gam Çekmeye Fermanın mı Vardı?" ::

ECE AYHAN Nilgün Marmara Üstüne Sekiz Soru İki Görüş ::

CEZMi ERSöZ Zarfını Ben Açardım Sana Yazdığım Mektupların

"Nilgün Marmara Üstüne Sekiz Soru İki Görüş"
1. Nilgün Marmara, "korkunç kokular saçan, renk cümbüşü içinde, çekiciliği kavranamaz çiçekli yolların, sürekli kuşkucu yolcusu" mudur sizce? Nereye, nasıl ve kimle gittiği belli olmayan bir yolcu mu?
2. Nilgün Marmara'da, yaşamla ölüm arasındaki o yerin, o noktanın bakışımı, günle gece arasındaki, dialogla monolog arasındaki o yer, o nokta mıdır?
3. Nilgün Marmara'nın şiirinde, dış dünyayla bir ilk karşılaşma, tanışma heyecanı ve bir o kadar da yorgunluğu olduğunu söyleyebilir miyiz?
4. Tekrarın getirdiği sonluluk ile oluşumunu tamamlamayan an'lardan oluşan (oluşamayan) sonsuzluk arasındaki çekişmenin Nilgün Marmara'nın şiirinde bir karşılığı var mı?
5. Nilgün Marmara'nın şiirinin dinamiğini oluşturan ruh durumu (ya da ruh durumları) ile yazı arasındaki ilişki sizce nedir?
6. Nilgün Marmara'nın özel hayatına, şiirle olan ilişkisine dair anılar ya da birtakım dialoglar hatırlıyor musunuz?
7. Nilgün Marmara'nın şiirinde, Türk ve Dünya şiiriyle-şairleriyle birtakım etkileşimler sezdiniz mi?
8. Şair-şiir ve "intihar duygusu" üçgeni içinde sizin için ilk elde beliren çağrışımlar neler olabilir?

Bütün soruları birleştiriyorum. Karşılıkları da öyle olacaktır: (Her anlamıyla, evet) Güzelim Nilgün Marmara'nın, geçici bir heves de olsa, teleoğlanların yakınına düşmesi herhalde hiç hoş bir şey değildir. Ama çok şükür, 128 Nilgün Marmara bizim gönlümüz gerçekliğinde orada, o mezarlıkta yatmıyor! Ve Ege denizlerinin derin yerlerle sığ yerler arasındaki tuhaf bir mavilikte olan gözleriyle Nilgün Marmara, yıllar öncesinin Miss Lou'su gibi: "Bana lütfen çiçek göndermeyin" diyor "Benim kendi çiçeklerim var!" Haklılığın inadıyla apaçık yazıyorum ki, Nilgün Marmara uçsuz bucaksız sivil şairlerden biridir. Belki de en önde geleni. Sözgelimi, kendi kuşağı rahatça onun adıyla anılabilir. Nilgün Marmara'nın şiirleri, yabancı etki aranıyorsa, en çok Dylan Thomas çizgisi vardır denebilir. Anglo-Sakson şiiri! ('Milkwood'un Dylan Thomas'da ne anlama geldiğini bulursanız, bir ip ucu yakalamış olursunuz.) Nilgün Marmara'nın Kızıltoprak'ta, denize ters yönde, bir çığlık bile atmadan kendini 6. kattan aşağı bırakması üzerine ben ne söyliyebilirim ki. Kağan Önal, Perihan Marmara ve arkadaşları Gülseli inal, Mastafa Irgat, Emel Şahinkaya, Seyhan Erozçelik, Cezmi Ersöz, Ahmet Soysal., konuşabilirler bakın. Cihat Burak, pahasının sonucu için, kaç kez sormuştur bana "Ama niye?" Cemal Süreya hiçbir şey sormamıştı. Nejat Bayramoğlu ise "Bizim hiçbirimizin yapamadığı şeyi yaptı kız" demişti. işte ancak bunları, bunları diyorum. Bu kadar. "
Ece Ayhan
*

"bulamayan nilgün ün anısına"
isteyerek ölen kişi ile istemeden ölen insan
arasında,temelden,kökten bir fark vardır:
-

- ilki, herşeyin ötesine geçmiş olmakla, huzurludur;
ötekiyse, hiçbirşeyi çözememiş olmakla, huzursuz...
-

"bitmeyen sükunlu gece" ile "kabir azabı" arasındaki
fark da bu farkta yatsa gerek...
Oruç Aruoba' nin "Yakın" adlı kitabında "Kut Arayana Kılavuz" bölümünün onsozu
*

"Nilgün ölmüs. Besinci kattaki evinin penceresinden kendini asagi atarak canina kiymis. Ece Ayhan söyledi. Çok degisik bir insandi Zelda. Aksamlari belli saatten sonra kisilik, hatta beden degistiriyor gibi gelirdi bana. Yüzü alarir, bakislarina çok güzel, ama ürkütücü bir parilti eklenirdi. çok da gençti. Sanirim, otuzuna degmemisti daha. Ece ile Gergedan için yaptigimiz aylik söyleside ondan söyle söz ettim: Bu dünyayi baska bir hayatin bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu.Dönüp baktigimda bir aci da buluyorum Nilgün'ün yüzünde. O zamanlar görememisim. Bugün ortaya çikiyor."
Cemal Süreya, 841. Gün
*

"kış uykusundaki bir melek"ti Zelda. 'nasıl da düzdür ve düz bir tümcede intihar edecektir şair'. Ve 13 Ekim 1987'de evinin balkonundan yavaş adımlarla terkedecektir bekleme salonunu. Daha 29 yaşında. Ölüm egemen olmuştur. Muhteşem bir ölüm, kalan sağların kabul edemeyecekleri kadar kusursuzdur bu son. "Bir akşam vakti, yirmi yedi yaşında; o dokunulmaz güzelliği ve ağzının kenarında ışıldayan o masum kanla kendisini boşluğa bıraktı...Tanıklar söylüyor, yere düşerken hiç çığlık atmamış."
Cezmi Ersöz, İyiler Erken ölür
*

Savruk Yılların Soldurduğu Bedenime Bak
-Nilgün Marmara'ya-
Sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
ve biterken bir kahramanlık çağı
bu kanlı operayı seyrettiğim
alevlerle gölgelenmiş aynadan
kendime tutkun ayrılıyorum.



-
Loş ışıkların altında
birbirlerine kırık dökük
aşk öyküleri anlatan
orospu mesihlerden geçerken...
-



Bu artık son kez dokunuşum
akşamın parmak uçlarına.



Ey uyumlu şizofrenler
hüzünlü benciller
bağışlayın bana bu akşamı...
-



Kimsesiz çocukların gözlerinde
seyrettiğim bu akşamı.
-



Birkaç randevu için beklettiğim intiharım
ve umudun kan kıyısından gelen kadın
için bağışlayın.
-



O esirgeyen gülüşü ve köpüklü eşarbıyla
gelirdi çünkü umudun
kan kıyısından gelirdi.
Ve artık cüzzamlı çocukların
yüzlerini okşayan elleri
savruk yılların soldurduğu bedenime
dokunsa kaygılanmazdı
-


Sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
çünkü dönemem bir sokak köpeği gibi
zehirlediğim yalnızlığıma...
-


Ve karşılıksız acılarda boğulurken gülüşüm
beni sana gittikçe bağlayan utancına sakla
hüznünü,
bana çirkinliğimden ve tarihimden uzak bir ölüm getir...
özentisiz ve kendine hayran olmayan
bir ölüm
gözlerin ve sesin kadar kesin olan
bir ölüm...
-



En solgun mevsiminden geçiyor sevgi
unut beni unut,
belki de terk ettiğin son cehennemdir bu.
-

Ve akşam... yoksul anıları aydınlatırken
ansızın sesine vurulan kör bir kemancı kadar
ince ve dokunaklı olan
bu akşam
başka kıyılarda güneşlenen bir
alacakaranlık olsam da
savruk yılların soldurduğu bedenime dokun



-
Sesini bağışla bana
dağılan hayatıma bu akşamı bağışla
Cezmi Ersöz
*
bu yazilar ve Nilgun siirleri icin bakabilirsiniz;



http://forum.zevzek.com/index.php?showtopic=40389&pid=1164840&mode=threaded&show=&st=&

http://sifirforum.com/siir/nilgun_marmara-t1533.0.html


''...bütün yalnızlıklarınızın ilenci/ korusun çoğulluklarınızı/ cinnet koyun erdemin adını/ maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın/ hepiniz mezarısınız kendinizin...''
http://nilgunmarmara.tripod.com/





"Gogunuzun Genlesmesi dilegiyle..."

Free Image Hosting at allyoucanupload.com

---

28 Ağustos 2007

SYLVIA PLATH



SYLVIA PLATH
(7ekim1932 Massachusetts Boston - 11subat 1963 ABD)

Sylvia Plath bir gün okuldan döndüğünde, annesinden, bir zamandır hasta olan babasının ölmüş olduğunu öğrendi. Sekiz yaşındaki kızın tek cümlelik tepkisi şuydu: 'Allah'la bir daha hiç konuşmayacağım! '. Allah, yaptıkları anlaşmayı bozmuştur ve o an kızgınlıkla söylenmiş bu sözlerdeki yakınlık duygusu, daha sonra kimseye bahsetmediği bu ilişkinin normalden çok daha derin bir önemi olduğunu dışa vurmaktadır: Sylvia Plath'ın Allah'la gizli ve çok özel bir dostluğu vardır. Allah, hemen ulaşabileceği kadar yakındır ona, adeta omuzunda gezer.Senin ya da başkası için çok safım ben.Bedenin Canımı yakıyor, dünya nasıl Allah'ın canını yakıyorsa (39.5 ateş)
Ted Hughes onun hakkında: 'Onda, fanatik bir Allah sevgisi taşıyan müslümanları andıran bir şey vardı' diyor.(modern bir dine karşılık düşmez, daha çok daha önceki çağlara ait dinselliğe karşılık düşer)


http://www.sylviamovie.com/flash.html
"movie trailer "
(SYLVIA PLATH,Gwyneth Paltrow -Ted Hughes,Daniel Craig )

..ozellikle babalar gunune rastlamis bu film bende daha farkli etkilerde birakti bu anlamda..reha muhtarin "terk edilmeden terkeden kadinlar " makalesine "babasiz kadinlar" paralelinde bakinca o kucukkizin 8 yasindaki babasizlik halleri ile kocasinin kendinden gidisi uzaklasmasi ve her turlu sadakatsizligi sirasinda hep biraz daha eksildigini ve paranoya hallerinin yukselisini gozlemledim + mutlaka anne ile baba ile, kurulan iliskilerin hayatimizdaki insani, "ozne" olarak nasil ozdestirdigimizi gormek acisindan onemli ve bunu ancak ,gercek ve surekli bir sevgi, iyilestirebilir boyle marazlari..

"Babacığım" Ariel'deki en meşhur şiirlerinden biridir. Sylvia Plath 8 yaşındayken babasını kaybetmesi onu psikolojik olarak hayatı boyunca etkiledi. "Babacığım" şiirini okuduktan sonra onu babasını pek sevmediği anlaşılıyor. Bu şiirde babasını bir Alman'a ,kendisini ise Yahudiye benzetir:
Dikenli tellere takıldı kaldı
ich, ich, ich, ich
Güçlükle konuşurdum
Her Alman'ı sen sanırdım
Hele o yüz kızartıcı dilin

Bir lokomotif, beni bir Yahudi gibi
Çuf çuf alıp götüren bir lokomotif
Dachau'ya, Aushwitz'e, Belsen'e
Yahudi gibi konuşmaya başladım
Sanırım bir Yahudi olabilirim.

Şiirin sonunda ise babasına şöyle seslenir:Baba, babacığım, alçak herif,Seninle işim bitti...



Feminist Öğeler
Kocasından duvardaki örümceği dışarı atmasını isteyen veya uzanamadığı raftan reçel kavanozunu indirmesini isteyen kadın tipine benzemez Sylvia Plath. İçinde bir 'öldür gücü' gezdirir, sadeceçiçekler onun canını acıtabilirler; yaptığı işinde en az erkekler kadar ciddidir, çoğundan daha ciddiyetle ele alır yaptığı her işi:

Yakında, çok yakında
Vahim bir öldür gucu
Evimde, etimde olacak
Ve işte ben gülümseyen bir kadın.
Daha sadece otuzunda.
Ve kedi gibi dokuz canlıyım. (bayan lazarus)..


Aile kadını olmak sıkıcıydı. İki çocukla, bir aile arabasında, haftaiçi alışveriş - hafta sonu piknikten ibaret bir hayat yaşamak üzere gelmemişti bu dünyaya. Robert Lowell, Sylvia Plath'a yazdığı şiirde onun ağzından 'Gerçekten kadın mıyım ben? ' diye soruyor: Değildir.Sylvia Plath 1960'da ne Amerikan ne İngiliz toplumsal yargılarınagöre kadın değildir: Kadından çok erkeğe, erkekten çok kadınayakındır. Şöyle yazar:
Kendimi bir gölge gibi duyuyorum, ne bir erkek ne de bir kadın,
Ne de bir kadın, bir erkek gibi olmak isteyen, ne bir erkek
Bir eksiklik hissetmeyecek kadar küt ve düz.
Ben bir eksiklik hissediyorum. (üç kadın)

http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp?sair=16285&siir=161407
SYLVIA & TED HAKKINDA1,2,3 - ENIS AKİN ARAF Dergisi


AY VE PORSUK AĞACI
Sylvia Plath

Bu aklın ışığı, soğuk ve gezegensel
Aklın ağaçları kara. Işık mavi.
Çimenler kederlerini ayaklarıma boşaltıyorlar sanki ben Tanrıymışım gibi
Ayak bileklerime batıyorlar alçakgönüllülüklerini mırıldanaraktan
Pis kokulu dumanlı ruhsal buğular yaşıyor bu yerde.
Evimden bir sıra mezar taşlarıyla ayrılmış.
Nereye ulaşılacağını bir türlü göremiyorum.

Ay kapı degil. Kendi başına bir yüz,
Parmak boğumları gibi beyaz ve son derece sinirli.
Denizi arkasından çekiyor karanlık bir cürüm gibi; sessiz
O-şeklinde tüm bir ümitsizlikle. Ben burada yaşıyorum.
Pazar günü iki defa çanlar göğü şaşırtır—
Yeniden dirilmeyi kanıtlayan sekiz tane büyük dil
Sonunda, aklı başında bir şekilde gongla çalarlar isimlerini.

Porsuk ağacı parmağını yukarıya doğru çevirir, Gotik bir şekli var.
Gözler kalkarlar onu takip ederek ve bulurlar ayı.
Ay benim annem. Mary gibi tatlı değil.
Mavi giysileri küçük yarasaları ve baykuşları yerinden oynatır.
Ne kadar çok isterim yumuşak başlılığa inanmayı –
Mumlarla kibarlaştırılmış nefret edilen bir insan maskesi,
Eğilen, özellikle bana doğru, yumuşak gözleri.

Çok uzağa düştüm. Bulutlar çiçek açıyor
Mavi ve esrarlı yıldızların yüzünde
Kilisenin içinde, azizler hep mavi olacak,
Soğuk sıraların üstünde hassas ayakları üzerinde yüzerekten
Elleri ve yüzleri kutsallıklan katılaşmış.
Ay bunların hiçbirisini görmüyor.
Kafası dazlak ve vahşi bir kadın.
Ve porsuk ağacının mesajı karanlık- karanlık ve sükut.
Çeviren: Vehbi Taşar

Sylvia Plath’in çocukluğu ve annesi (ay) ve babası (porsuk ağacı) hakkında yazdığı bu şiirdeki sembolleri daha iyi anlamak için, çok kısa süren hayat öyküsünü okumanızı öneririm.Saygılarımla,Vehbi
The Moon and the Yew Tree
By Sylvia Plath
http://www.mevsimsiz.com/forums/index.php?showtopic=3627&st=15



boyunayım
Ama enine olmayı tercih ederdim.
Ben kökünü toprağa batırmış bir ağaç değilim
Taşları ve o ana sevgisini emen
Bu yüzden büyüyemiyorum parlak yapraklara her nisan,
Bir çiçek tarhının güzelliği de olamadım ne yazik ki
Sanki özenle boyanmıs ve kendi payına düşen hayranlarını kabul eder gibi,
Pek yakında bütün yapraklarından birer birer döküleceğini bilmeden.
Benimle karşılaştırılırsa, ölümsüz sayılır bir ağaç
Ve bir çiçek o kadar uzun boylu değildir belki,
ama kalkişmanın anlamını bilir,
Bense ömrünü bir ağacın,
cesaretini istiyorum bir çiçeğin.
Bu gece, yıldızların o sonsuz incelikte ışıkları altında,
Ağaçlarla çiçekler serin kokularını serperlerken havaya.
Aralarında yürüdüm, hiçbiri farkıma varmadan.
Uykuya dalmadan düşünürüm de bazen
Ben de onlar gibiyim aslında
–Düşüncelerim bulanır sonra.
Uzanıp yatmak, daha doğal geliyor bana.
Sınırı olmayan sohbet yürürlüğe girdiği zaman, gökle aramızda.
Ve son kez uzanıp yattığımda bir gün
ben asıl o zaman yararlı olacağım:
O gün ağaçlar bana bir kez olsun dokunabilecek ve benimle ilgilenecek vakti olacak çiçeklerin

Sylvia Plath

Eserleri
Şiir The Colossus (1960)
Ariel (1965)
Crossing the Water (1971)
Winter Trees (1972)
The Collected Poems (1981)
Düz yazı The Bell Jar (1963)
Letters Home (1975)
Johnny Panic and the Bible of Dreams (1977)
The Journals of Sylvia Plath (1982)
The Magic Mirror (1989)
The Unabridged Journals of Sylvia Plath
Çocuk kitapları The Red Book (1976)
The It-Doesn't-Matter-Suit (1996)
Collected Children's Stories (İngiltere, 2001)
Mrs. Cherry's Kitchen (2001)
Türkçe'de yayınlanan kitapları:
Sylvia Plath'ın Günceleri OĞLAK, 1998
Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı
ALTIKIRKBEŞ, 2000 Çeviren: Olcay Boynudelik
Ariel İMGE,1996 Çeviren Yusuf Eradam
Sırça Fanus CAN, 1989
Üç Kadın OĞLAK, 1994

A Tribute To Sylvia Plath And Ted Hughes Part 1-2

www.myspace.com/poetesssylviaplath
ingilizce bir kaynak-video ve poet band
---

 
Image Hosted by ImageShack.us