ARARKEN - kendi sesinden
Ezginin kederini dinledim
Daktilonun sesini
Anımsadım düş kırgını seni
Anı yitti
Gece
bıraktı çalar saate sessizliğini
Masaya
kitaplara
Biraz önce giden sesinin yokluğuna
Bir hüzün ele verdi seni
Gözlerinde görünüp yitiveren
Ve özlemini bırakıp gitti
Yastığındaki yüzün
Serinliğinden başka bir şey
giymedim oysa yağmurun
Durdum sokakta
Sakınımlı ve ıslak
Saçların dokundu çıplak omuzlarıma
Anımsadım büyücünün kristal küreye baktığı gibi
Bilyeme bakarken çocukluğumu
Ve beni sakladı gece
Saydam karanlığında duldasının
Üşüdüm seninle ansızın
Penceredeki pusun
Parmak uçlarımı ayırdığı yerde
Kimsem yoktu
Çizgilerinden başka
Bileğimdeki vazgeçilmiş intiharın
Sokaktaki ıslak tenimi duyumsadım
Ve ararken yakalandım
Kayıp otobüsünde
Kendi resmimi
Zafer Ekin Karabay
---
05 Eylül 2007
SiirVideo-ZAFER EKİN KARABAY
Gönderen Ey'lûl
ZAFER EKİN KARABAY
arsiv:http://www.zaferekin.net/gallery2/
"...Yerleşik Yabancı’ydım her yere Metin Abi… Sen yanarak öldün ve ben ne yangınlar geçirdim sana ulaşabilmek için...Daha ne kadar dayanabilirdim, herkesin bir başkasının acısı pahasına mutlu olduğu yaşama?..."
“Trafik”
" kentin baskısı kaldı bize
ve ışıkları trafiğin , ya da kazası..
oysa biz hep bir düş kazasında
yitirdik arkadaşlarımızı
karşıdan karşıya geçerken
eli bırakılan çocuklardık
o insan kalabalığındaki
son gülümsemesiydi annemizin
sonra hangi tarafa geçsek karşıda kaldık! "
Zafer Ekin Karabay
1995-1996 dönemindeki devrimci öğrenci hareketine adadığı “trafik” adlı bu şiir, yitirdiği arkadaşlarına bir ağıttır.
Şair Arkadaşımız Zafer Ekin Karabay'ı Andık
Alphan Akgül KANAT-Sayı 10: Güz 2002
Bu yıl Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü'nün doktora programına kabul edilen, ancak 13 Eylül 2002 tarihinde yaşamına son veren değerli şair arkadaşımız Zafer Ekin Karabay için 29 Eylül 2002 Pazar günü Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde bir anma toplantısı düzenlendi. Yoğun bir katılımın gözlendiği toplantıya Zafer Ekin'in yakın arkadaşları, Ankaralı edebiyatçılar, bölümümüzün öğrencileri ve öğretim üyeleri katıldı.
Son dönem Türk şiirinin önde gelen genç şairlerinden Zafer Ekin Karabay, 1975 yılında Kayseri'de doğdu. Lise öğrenimini Kayseri Atatürk Ticaret Lisesi'nde tamamlayan Zafer Ekin, 1993 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne girdi. Bu bölümden 1999 yılında mezun olduktan sonra, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde yüksek lisans programına başladı. Karabay, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde araştırma görevlisiydi. Ölümünden iki gün önce yüksek lisans programından başarıyla mezun olan Karabay'ın Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü'nün doktora programına girmesi gündeme gelmişti.
Üniversite yaşamı boyunca Bahçe, Damar, Dize, Edebiyat ve Eleştiri, İnsancıl, Islık, Kavram-Karmaşa, Kül ve Varlık gibi belli başlı edebiyat dergilerinde şiir ve eleştirileri yayımlanan Karabay, 1995 yılında Kar-Ya (Bilimsel ve Kültürel Araştırma ve Yayıncılık Kooperatifi) aracılığıyla çıkarılan Sanat Eylemi adlı derginin de kurucularındandı.
1999 yılında Yaşar Nabi Nayır Gençlik Şiir Ödülü'nü, 2000 yılında ise Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü'nü kazanan Zafer Ekin, bir dönem "toplumcu gerçekçilik" adı verilen şiir akımından etkilenmiş, ancak bu şiir tarzını incelikli bir üslûpla yeniden değerlendiren usta işi şiirleriyle edebiyat çevrelerinin dikkatini çekmişti.
Çağdaş Sanatlar Merkezi'ndeki anma toplantısı, Zafer Ekin'in yaşamının çeşitli dönemlerini yansıtan bir dia gösterisiyle başladı. Eren Aysan'ın açış konuşmasının ardından Zafer Ekin'in tutkuyla sevdiği ünlü rock grubu Pink Floyd'un "Hey You" adlı parçası arkadaşları tarafından gitar ve flüt eşliğinde seslendirildi. Daha sonra kürsüye gelen Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Mithat Sancar, Zafer Ekin'in kendisine "gerçek anlamda öğretmenliği yaşatacak kertede meraklı ve başarılı bir öğrenci" olduğunu söyledikten sonra Zafer Ekin'in son şiirinin bir dizesine gönderme yaptı: "Bu çocukların elini bırakmayalım!.." Yakın dostu Bilal Kolbüken'in Zafer Ekin'in biyografisini sunmasının ardından toplantıya mazereti nedeniyle katılamayan Şükrü Erbaş'ın mesajını Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü doktora öğrencilerinden Ali Serdar okudu. Anma toplantısına, şair ve akademisyen Salih Bolat, Zafer Ekin'in "Şubatta Saklambaç" adlı şiir dosyasını ithaf ettiği Hayati Baki, Edebiyat ve Eleştiri dergisinin genel yayın yönetmeni Ahmet Yıldız, psikiyatrist Haldun Soygür, genç şair arkadaşlarından Alphan Akgül ve Zeynep Köylü, üniversite ve yayın hayatından arkadaşları Barbaros Ulutaş, Erdoğan Kul, Fettan Köleli, Gökçen Zorlu, Ozan Taşkın ve Özgür Temiz birer sunuşla katıldılar.
Ölümü Türk edebiyatı için gerçek anlamda bir kayıp olan Zafer Ekin Karabay'ın "Şubatta Saklambaç" adlı şiir dosyası çok yakında Mayıs Yayınları tarafından kitap olarak yayımlanacak.
Alphan Akgül - 29eylul2002
Kara Turna Ekspresi "Ekin'e"
Haydar Ergülen
20/11/2002
Bu şiiri çoook eskiden 'Gencölmek' kitabına yazılan bir şairin yerine yazmıştım. Şimdi "Karşıdan karşıya geçerken/ eli bırakılan çocuklardık" diyen kimse onun da yerine olsun, çünkü "Senin yüzünden/ Çıldır'da okula giden iki ırmak donmuş"tur. (Şeref Bilsel). İki haziran önce, Eskişehir'de, Gül'ün bahçesinde "Ama soğuk ruhumuza kadar inecek ki/ Haziranlar, manolyalı ev; kışa hazırlık!" (Adil İzci) şiirini bilmeden erken, sakin, uzun konuşmuşuz Ekin, seninle.
"Attila Jozsef istasyonunda indim trenden
uzandım hayatın üstüne boylu boyunca
ilk maaşımı almıştım son defa Şirket-i Hayriye'den
deniz ve tren; ikisiyle de şiire giderdim ben
Attila Jozsef istasyonu uzakmış Budapeşte'den
şairim, Pendik'te inecek değildim ya trenden
hem benim bir gözüm karadır, diğeri takma
bu kara kuş da nedir, turna olsa gerektir
müjdeler olsun iki gözüm dedim de
kara gözüm karardı, sevinç ile ışıdı cam gözüm
kaderinde gözü olur mu insanın olurmuş meğer
kader bende bir göz oldu karadan
öyleyse çıkaralım dedik şu hayatı aradan...
... o zamanın parasıyla yirmibeş lira maaşım
yıl yetmişüç daha sigaraya bile başlamamışım
Ankara Birası yok satıyor çünkü yok,
Tünel-Beyoğlu, Pasaj'da bir bira, Arjantin
iyi de bugün arife, boşver, bayramsonu içerim
çoğu dinden imandan çıkarır, azı tevekkülden mi ne
dindar eder adamı şu para denen meretin
hem ilk maaştan kafa çekilmez derler
kaçarmış bereketi, nasıl olsa hayat bir tren
çok istasyon var daha arada iner içerim
yoksa kafa mı yaptı para bende ufaktan
sallandığıma bakılırsa bir gemi olmalı hayat
amaaan şimdi bayram seyran, sonrası faşizm
dedim bana müsaade iyisi mi ben burada ineyim
hem ilk maaşını denizden almış bir şairim
hem Attila Jozsef'i de görürüm dedim, indim
trenden o iniş, baktım ne Budapeşte burası
ne Attila Jozsef var görünürde, belki takma
gözüme denk geldi, göremedim, bu kara kuş da
nedir, turna ekspresi olsa gerektir, "Bağında
üzüm kaldı", daha dün akşam Cem Karaca
yazlık sinemadaydı, turnada gözüm kaldı,
ezildi onsekiz yaşım, kim silecek gözüm yaşın
biz dünyadan gider olduk Haydar Can dedim
bu şiiri yerime yaz, iki gözüm, yoldaşım..."
Yerebatan Sarnıcı'nda 'Toz ve Gölge' var ya da varlığın yokluğu ya da 'Bana bir yokmuş deme, bir varmış de' şiirine gelmeden önce bir gidip bakın hayat nece, ölüm nece? Gönül Nuhoğlu, mekâna fazlasıyla uyumlu bu çok 'karanlık işler'inde siyah bir kasaba olan ölümü ve onun komşu köylerini, kasabalarını keşfediyor, o sonsuz yeraltı şehrinde şimdiden gezdiriyor bizi. Toz ve gölge elbette kasabaya ait şeylerdir, tıpkı bizim de ölüme ait olduğumuz gibi.
"ŞUBATTA SAKLAMBAÇ"
Geçen yazdan önceki yaz: "O Yaz": Hem haziran, hem tren, hem bahçe, hem gül (anne), hem usta (baba), hem Eskişehir. Her şey, şair Seyhan Erözçelik'in günün, gecenin muhtelif saatlerinde telefondan dinlettiği muhtelif şarkılardan birindeki gibidir. Şarkı demek az gelir, şiir demek de öyle, gençlikse yaşamak için iyi bir mevsim olsa da, anlamak için nice sonbaharları, kışları bekleyecektir. "O Yaz"lar çünkü gençken anlaşılmaz, hafiften gazel dökmeye başladığımız güz ve kış yaşlarını bekler, yitip gideni anlamanın da bir lezzeti vardır. Teselli diyelim bu kederin lezzetine. Seyhan'ın dinlettiği hepimizin yitirdiğidir, "O Yaz"ları kim yitirirse yitirsin, Zerrin Özer'in sesiyle, kaybettiklerimizin hiç olmazsa bir parçası geri gelecektir, onun adına da ister keder diyelim, ister yazsama (yurtsamadan mülhem), sanki gençliğimizin, ideallerimizin, duygularımızın o "büyük ve muzaffer mağlubiyeti"ne yakılmış bir ağıt gibi, ne tuhaf, bizi hüzünlendirmek yerine sevindirecektir.
"O Yaz": Çığlık çığlığa bir fısıltıdır.
Geçen yazdan önceki yaz "O Yaz"dı: Bahçenin içinde şiir vardı. Son Yaz'la "geçen çocuk" Zafer Ekin Karabay'la treni beklemiştik, haziran bahçesinde. Ben İstanbul'a dönecektim, o şiire. 2-3 saat konuştuk, en çok şiirden, en çok sinemadan ve hayattan, yani geçmişimiz ve geleceğimizden, siyasetten. Şiir, sinema, siyaset, Eskişehir, Ankara. Gençliğim var gibiydi
karşımda. Yaşlı bir çocuk olarak gençliğim, Zafer'le birlikte bahçemize gelmişti yeniden. "O Yaz"ı atlattık, "Geçen Yaz"ı da atlattık, ve Zafer Ekin Son Yaz'ın trenine bindi, Eskişehir'den, 13 Eylül 2002'de bütün yazlardan kendini uğurladı. Şubatta çıkacaktı kitabı 2 yıl önce, "Şubatta Saklambaç", şubat sayılır ölümden sonra her şiir, her kitap. Çıktı sonunda, ondan önce "geçen çocuk"lardan Nilgün Marmara'nın "Daktiloya Çekilmiş Şiirler"i gibi, İlhami Çiçek'in "Satranç Dersleri" gibi ve Kaan İnce'nin "Gizdüşüm"ü gibi. "Geçen Çocuk" Zafer Ekin Karabay kitabını aramıza bırakıp gitti. Saklambaç var kitabın adında, kitap "sakladığım", "saklandığım" ve "saklı" adlı üç bölümden oluşuyor ve şiirleri okuyunca anlaşılıyor hiçbir şeyi saklamadığı, her şeyi fazlasıyla anlattığı, açıkladığı: "Sonra kırık aynada görüyorum kırılmış/kalbimi ve herkesin kendi gölgesini giyindiği/bir mevsim oluyor güz, oysa üşürken/aynada kırılan sen ve kalbime biriken kar/topu çalınmış çocuk, soyunup gölgesinden/sarmalıdır herkes güzünü, yoksa bütün/aynalar bırakıp gider bir gün yüzünü."
Zafer Ekin Karabay bana gençliğimi bir hatırlattı, bir kaybettirdi. Geçen çocuk, yaşlı çocuk, bu dünyaya ait değiliz hiçbirimiz, ama "mavi" aşk, mavi yazı, mavi şiir için katlanılabilirdi belki. Şimdi senin geç okuduğum "üzüntü" şiirindeki gibiyim: "adı kara"ydı dedemin. Şarap içmezdi/ama anlardı karaüzümün hüznünden/ .../evet, "üzgün şarap olur karaüzümden"/ama üzülme sen." demişsin. Peki öyle istemişsin, üzülmem ben, yalnız kitabını okurken, Seyhan arasın ve telefonda üç kez art arda Zerrin Özer'den "O Yaz"ı dinletsin isterim, Nilgün'ün, İlhami'nin, Kaan'ın, Soysal'ın ve bütün "Geçen Şair"lerin ve elbette senin yaşayacağın o yazlar için. (Şubatta Saklambaç, Zafer Ekin Karabay, Mayıs Yayınları'ndan çıktı. İlk kitabı Zafer'in, Bu dünyaya 27 yıl katlanabilmiş bir şairin ancak fısıldayabildiği bir çığlık, lütfen okuyun, belki duyarsınız.)
Haydar Ergülen
Radikal Gazetesi, 29/01/2003
ZAFER EKİN KARABAY
Aylardan neydi bilmiyorum. Ama soğuktu. Eskişehir hep soğuktur zaten. Emrah, Yusuf ve ben Zafer’e gitmiştik. Neden gitmiştik? Hatırlamıyorum şimdi.
O her zaman olduğu gibi çalışıyordu*. Hatta o gün de muhtemelen çalışmaya devam etmişti. Neyse…
Bize şiir okumuştu. Edebiyattan konuşmamıştık ama. Belki biraz Kayra’dan bahsetmiş olabiliriz. Şimdi hatırlamıyorum. Sonra dışarı çıkmıştık gecenin bir yarısı, içki almak için. Yenikent PTT’ye kadar inmiş, Denis Büfe’den(doğru mu hatırlıyorum acaba?) bira alıp tekrar Zafer’in evine doğru yollanmıştık. Yoldayken, Yenikent Koop.’un karşısındaki parkta duraklamış ve tüm biraları o soğukta, o parkta içmiştik.
Biralar bitince Zafer bize şarkı söylemeye başladı. Sonra hep beraber bağıra bağıra “İşçisin sen işçi kal” diye inletmiştik ortalığı. Hatta polis otosu gelmişti. Hava o kadar soğuktu ki arabadan inmeye üşendiler bir süre. Sonra biri arabadan inip bize doğru gelmeye başladı. Ben de o polise doğru yürüdüm ve “Bir sorun mu var?” diye seslendim. Polis afallamıştı. Bizimkiler afallamıştı. Ben de o sözleri söyledikten sonra ‘ne yaptın lan salak!’ dedim kendi kendime. Polis kendini toplayıp:”Bir sorun olmasa bu soğukta burada ne işim var lan!” diye azarladı beni. Sonra ikinci polis de araçtan indi ve yanımıza geldiler. “Alkol aldınız mı?” diye sordu genç olan. Biz “hayır” dedik. Telsizden “Alkol almışlar efendim” dedi polis. Biraz bakındılar ama bizimkiler ben salak salak konuşurken şişeleri ortadan kaldırmışlardı, bir şey göremediler. ‘Dağılın lan’ gibi bir “Haydi evinize gidin” lafından sonra Zafer’e doğru yollandık tekrar. Polisler gözden kaybolunca yeniden hep beraber “İşçisin sen işçi kal!” Güzel geceydi…Sabaha karşı Zafer’den evlerimize doğru yürürken Zafer’in şarkı söyleyişinden konuşmuştuk uzun uzun.
Zafer'in hayatımıza girişi Emrah'ın korsan cd işiyle uğraştığı günlere uzanır. Biz de bu sayede tanışmıştık Emrah'la. Biz kafasını şişirmeden önce Emrah yeterince şişirmişti zaten. Bir nevi hayat koçumuzdu. Başımız her ağrıdığında kapısını çalmaya çekinmezdik, o da yardım etmeye...Disiplin kuruluna çıkarken savunmalarımızı yazmış ve hepimize ezberletmişti. Nazım'ınki ne yazık ki işe yaramadı. O uzaklaştırıldı ama Onur, Yusuf ve ben 'pişmanlıklarımızdan' dolayı sadece kınama almıştık:)
Hatta Emrah, Bizon'u çıkarmak için emniyet müdürlüğüne "avukat" sıfatıyla bile götürmüştü Zafer'i. Gittiklerinde çoktan salındığını duymuşlardı.
Emrah'la yaptığımız radyo programının en düzenli dinleyicisi idi Zafer. Her programdan sonra fikrini alırdık, o da genellikle 'Konuşmanıza gerek yok' derdi...
İntihar konusunda da konuşmuştuk. Zafer’in bir gün mutlaka intihar edeceğini biliyorduk. “Geç bile kaldım” derdi o. Jim, Jimmy, Janis 27’de ayrılmışlardı ve biz bunları konuşurken o 27’sini geride bırakmıştı.
Bir gece Zafer’e gitmiştim. Çok canım yanıyordu ve ben de intihara bulaşmak istiyordum. Salakça “Haydi beraber intihar edelim” bile demiştim. “İntihar edeceksen et, beni niye karıştırıyorsun demişti. İntihar bireysel bir eylemdir!” O sözlerden sonra uzun zaman intihar aklıma bile gelmedi. Bir keresinde de yöntemleri üzerinde konuşmuş, en makul olanın Plath’ın yöntemi olduğuna kanaat getirmiştik ama ya biri kurtarmaya gelir de ev havaya uçarsa? İşte bu sorun, bu ihtimal ortadan kaldırılmalıydı…
Zafer Karabay; derler ya hani bir karıncayı bile incitmez diye, aynen öyle bir insandı. Ona daha da yakın olabilmek için hemen onun evinin yanındaki apartmana taşınmıştık. En son da Yusuf ve Nazım’la beraber oturduğumuz o evde gördüm onu. Aylardan ağustostu. Sonra da o eylül geldi.
Haberi kimden aldığımı bilmiyorum. Çünkü o an belleğimde kaybolup gitti. Ankara’ya, anma törenine gittik hep beraber. Bazı konuşmalara kırıldık, bazılarında duygulandık.
İntiharını hepimiz anlayışla karşıladık. Neden yaptığını, yapması gerektiğini biliyorduk çünkü. Gidişinin önünde saygıyla eğildik.
Biz, ‘çocuklara’ çok şey verdi o; görüştüğümüz, bir insan ömründe çok az yer kaplayan o zamanlar boyunca.
Kendi sözleriyle vedası:
"aslında bütün mesele neydi?hani, ‘hayatın neresinden dönülse kardır’ dizesi var ya nilgün’ün, canım benim, ben yaşamın neresinden döneceğimi çoktan belirlemiştim. nilgün marmara’nın 29 yaşında, s. plath’in şubat ayında intihar etmesi, benim de 29. yaşımın 29 şubatında intihar etmemi gerektirmezdi. ama madem ki yaşamda kalmaya kendimi ikna edemiyordum, o zaman bir tarih belirlemeliydim ve 29. yaşımın 29 şubatını seçtim. bu yüzden ‘şubatta saklambaç’a bir yığın başka sırla birlikte intihar edeceğim tarihi de gizlemiştim. ne var ki, kitabımı bir türlü bastıramadım (o kitabı görmeden ölmek bana nasıl acı veriyor bilemezsiniz). ama şimdi...
ama şimdi yaşamımın bu ayrım noktasında hiçbir yerde huzur bulamadığıma göre bu tarihi bekleyecek gücüm de kalmadı. hem zebercet** de belirlediği tarihten önce intihar etmemiş miydi? (kimbilir belki kendimle barışabilseydim...)yerleşik yabancı’ydım her yere metin abi... sen yanarak öldün ve ben ne yangınlar geçirdim sana ulaşabilmek için.daha ne kadar dayanabilirdim, herkesin bir başkasının acısı pahasına mutlu olduğu yaşama?tüm arkadaşlarımı ve sevgilim meral’i çok seviyorum.beni affedin."
*:Üniversite yıllarını şöyle özetlerdi: okuldan sonra gece yarısına kadar ders çalışmak, 12-3 arası edebiyat uğraşları(kitap okumak, yazı yazmak vs.), 3-7 arası uyku ve birbirinin peşi sıra devam eden aynı süreç...
**: Anayurt Oteli'ni beraber izlemiştik, Kieslowski'nin Ölüm Üzerine Kısa Bir Film'ini ve daha başka filmleri de. Çok derin bir sinema bilgisi vardı. Muhtemelen yüzsüzlükle ödevlerimi yapmasını istemiş de olabilirim ondan:)
Guray Onok
Ağustos 24, 2006
---
Gönderen Ey'lûl
ZAFER EKİN KARABAY "Dus Kazasi"
SAKLI
uyurdum,
dokunduğum camlar kırılırdı derinliğinde uykumun.
Nil, gözlerimden geçsin diye
güne kirpiklerim kırılırdı.
Oysa, saklambaç oynayan bir çocuktu büyüttüğüm;
Babasının dudaklarına sıkışmış ve unutulmuş...
sobelendim, saklandığım saydam düşlerin ardında.
Sunacak başka birşeyim yoktu, bir çocuğun
bayram sabahındaki beklentisini sundum yaşama
Ve tedirginliğini oğlu savaşta bir annenin.
Uzak ezgisini dinleyerek bırakıp gitmelerin.
nil güne akarken şubat gibi biriktim;
dört yıl topladığı acısını
yirmidokuzuncu adımında gösteren.
ve çıktım yaşama
onun sakladıklarını sunarak saklandığım yerden.
sonra kendime dönüp dinledim
yeniden acılarıma sordum:
yaşamın neresinde saklanmalı ozan,
yada nasıl saklamalı yaşamı?
Zafer Ekin Karabay
Zafer Ekin Karabay
(1975kayseri- 13eylul2002Eskisehir)
Son dönem Türk şiirinin genç şairlerinden Zafer Ekin Karabay, 1975 yılında Kayseri'de doğdu. Lise öğrenimini Kayseri Atatürk Ticaret Lisesi'nde tamamlayan Zafer Ekin, 1993 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne girdi. Bu bölümden 1999 yılında mezun olduktan sonra, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde yüksek lisans programına başladı. Karabay, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde araştırma görevlisiydi. Ölümünden iki gün önce yüksek lisans programından başarıyla mezun olan Karabay'ın Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü'nün doktora programına girmesi gündeme gelmişti.
Üniversite yaşamı boyunca Bahçe, Damar, Dize, Edebiyat ve Eleştiri, İnsancıl, Islık, Kavram-Karmaşa, Kül ve Varlık gibi belli başlı edebiyat dergilerinde şiir ve eleştirileri yayımlanan Karabay, 1995 yılında Kar-Ya (Bilimsel ve Kültürel Araştırma ve Yayıncılık Kooperatifi) aracılığıyla çıkarılan Sanat Eylemi adlı derginin de kurucularındandı.
1999 yılında Yaşar Nabi Nayır Gençlik Şiir Ödülü'nü, 2000 yılında ise Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü'nü kazanan Zafer Ekin, bir dönem "toplumcu gerçekçilik" adı verilen şiir akımından etkilenmiş, ancak bu şiir tarzını incelikli bir üslûpla yeniden değerlendiren usta işi şiirleriyle edebiyat çevrelerinin dikkatini çekmişti.
13 Eylül 2002 günü Eskişehir'de henüz 29 yaşındayken kemeri ile kendini asarak intihar etti.
Eserleri:
Şubatta Saklambaç, Zafer Ekin Karabay (Mayıs Yayınları, Aralık 2002)
Şairin intiharı
Bir süredir masamın üstünde tek sayfa bir mektup duruyor.
"Şuna bir göz at" diye elime tutuşturulmuş bir mektup...
13 Eylül 2002 tarihli... Düzgün bir el yazısıyla yazılmış.
En üstte büyük harflerle "Aslında bütün mesele neydi?" yazıyor:
"Hani, ‘Hayatın neresinden dönülse kardır’ dizesi var ya Nilgün’ün, canım benim, ben yaşamın neresinden döneceğimi çoktan belirlemiştim. Nilgün Marmara’nın 29 yaşında, S. Plath’in şubat ayında intihar etmesi, benim de 29. yaşımın 29 şubatında intihar etmemi gerektirmezdi. Ama madem ki yaşamda kalmaya kendimi ikna edemiyordum, o zaman bir tarih belirlemeliydim ve 29. yaşımın 29 şubatını seçtim. Bu yüzden ‘Şubatta Saklambaç’a bir yığın başka sırla birlikte intihar edeceğim tarihi de gizlemiştim. Ne var ki, kitabımı bir türlü bastıramadım (o kitabı görmeden ölmek bana nasıl acı veriyor bilemezsiniz). Ama şimdi..."
İlk okuyuşumda burada durdum. Devam etmeye korktum.
Sonra merakım yendi korkumu...
Okudum:
* * *
"Ama şimdi yaşamımın bu ayrım noktasında hiçbir yerde huzur bulamadığıma göre bu tarihi bekleyecek gücüm de kalmadı. Hem Zebercet de belirlediği tarihten önce intihar etmemiş miydi? (Kimbilir belki kendimle barışabilseydim...)
Yerleşik Yabancı’ydım her yere Metin Abi... Sen yanarak öldün ve ben ne yangınlar geçirdim sana ulaşabilmek için.
Daha ne kadar dayanabilirdim, herkesin bir başkasının acısı pahasına mutlu olduğu yaşama?
Tüm arkadaşlarımı ve sevgilim Meral’i çok seviyorum.
Beni affedin."
* * *
Mektubu ileten arkadaştan öğrendim sonrasını...
"Şair - yazar - akademisyen Zafer Ekin Karabay o mektubu yazdığı gün, Eskişehir’de intihar etti."
Neden peki?
"Aslında bütün mesele neydi?"
"Şiir hem yitiş, hem kurtuluştur" diyen bir şair, niye 29’unda kemerine asar kendini?..
"Yaşamdan daha büyük olma isteği mi? 30 yaş kırgınlığı mı?
Mağrur bir an mı?"
Hayır!
Mesele (Mayakovski’den Kaan İnce’ye, Van Gogh’dan Nilgün Marmara’ya, Jack London’dan, Hemingway’e kadar) bütün sanatçıların, vicdan sahiplerinin, hayatı sevenlerin meselesi:
Ozanın, başkalarının acısı pahasına elde edilen mutluluğu kabullenememesi...
Alaattin Topçu’nun deyişiyle "hayatın ağırlığı karşısında insanın hafifliğini", "N’apalım, dünya böyle" diye geçiştirememesi...
Sokaktaki tevekkülle baş edememesi... Sokaktakilerden olmayıp, onları dönüştürmeye de gücünün yetmemesi...
Ve "kendiyle barışıp" haksızlığa alışarak yok olmaktansa, intihar ederek var olmayı tercih etmesi...
Nilgün Marmara da "Ey, iki adımlık yerküre/ senin bütün arka bahçelerini gördüm ben" deyip gitmedi mi?
* * *
"Son mektup"un üzerinde bir not var:
"Bunu Kül’de yayınlarsanız sevinirim" deyip muzipçe soruyor:
"Nasıl sevineceksem?"
Sonra da bu talepteki tutunma çabasına dikkat çekiyor, parantez içinde:
"Bu da hâlâ yaşamak istediğimi mi gösteriyor nedir?"
Son kitabını göremeden ölmüş bir ozanın son mektubunu yayımlatma isteği... Vahşeti yüreğinde hisseden "yabancı"nın dayanılmaz bozgunu...
"Kaçış değil onlarınki, reddediş", biliyorum.
Ama yine de "Bu reddiyenin başka yolları olmalı" diyorum.
Bunca haksızlığı ve bizim onca haksızlığa alışmışlığımızı böyle yumruk gibi yüzümüze vurmadan, canına kıymadan...
Bizi şiirsiz, şairsiz koymadan...
Hayatla başa çıkmanın ozanca bir yolu olmalı...
Çünkü Karabay’ın dediği gibi;
"Yolculuğa çıkmışlar için hem limansa şiir, hem de gemi..."
O gemiyi en son şair terk etmeli...
Can Dundar
5.10.2002
Bir düş kazası
Yağmurdan sokağa çıkamıyor bahar. "Cemreleri tanklar ezmiş" diyorlar.
Havada, toprakta, suda, harpte ölmüş bebelerin ayazı...
Ekranda bozgun artığı ordular; elimde hanidir aynı kitap var.
* * *
"Saklambaç oynayan bir çocuktu
büyüttüğüm; babasının dudaklarına
sıkışmış ve unutulmuş...
sobelendim, saklandığım saydam düşlerin
ardında. sunacak başka şeyim yoktu,
bir çocuğun bayram sabahındaki
beklentisini sundum yaşama ve tedirginliğini
oğlu savaşta bir annenin. Uzak ezgisini
dinleyerek bırakıp gitmelerin..."
* * *
Zafer Ekin Karabay bu mısraları yazdığında 28 yaşındaydı.
Hayatın ağırlığı karşısında insanın hafifliğine dayanamadı.
Son bir şiir yazdı.
Ve büyük sırrını onun dizelerine sakladı:
* * *
"Nil güne akarken şubat gibi biriktim;
dört yıl topladığı acısını yirmi dokuzuncu
adımında gösteren. Ve çıktım yaşama
onun sakladıklarını sunarak saklandığım
yerden. Sonra kendime dönüp dinledim:
yeniden acılarımı ve sordum:
yaşamın neresine saklanmalı ozan,
ya da nasıl saklamalı yaşamı?
* * *
"Gün'e akan Nil", Nilgün'dü aslında: Nilgün Marmara - "Hayatın neresinden dönülse kârdır" deyip 29'unda intihar etmişti.
Şimdi "yirmi dokuzuncu adımında" sıra Zafer'deydi.
"Daha ne kadar dayanabilirdi ki, herkesin, bir başkasının acısı pahasına mutlu olduğu yaşama..."
Hayatta ne saklayacak bir şey, ne de saklanacak bir yer kalmıştı.
Ölüme sığınmaya karar verdi.
Önce kitabı "Şubatta Saklambaç" yayımlanacak ve o, 29. yaşının 29 Şubat'ında vedalaşacaktı hayatla...
"Kitabına bir yığın sırla birlikte, intihar edeceği tarihi de gizlemişti".
Şubatta (bu) saklambaç bitecekti.
* * *
Lakin yetişmedi kitap...
29. yaş, kapıya dayandı.
Artık bekleyecek gücü kalmamıştı.
"O kitabı görmeden ölmek bana nasıl acı veriyor bilemezsiniz" diye yazdı son mektubunda...
"Beni affedin" dedi. Mektubunun Kül'de yayımlanmasını istedi.
Ve geçen eylül Eskişehir'de intihar etti.
Henüz 29'una basmamıştı.
* * *
Kül, Ekim 2002'de bastı mektubu.
Kapakta Karabay'ın mahzun bir fotoğrafı vardı.
Altında iki yitik mısra:
"Oysa biz hep bir düş kazasında
yitirdik arkadaşlarımızı...
karşıdan karşıya geçerken
eli bırakılan çocuklardık".
* * *
Zafer'in "Görmeden Ölmesem" dediği kitap, ölümünden 3 ay sonra, yayımlandı. (Mayıs yayınları, Ankara. Aralık, 2002)
"Şubatta Saklambaç"ı şubatta okudum, ama üzerine yazı yazamadım.
O ara bombalar düştü cemrelerin ardı sıra...
Havada, toprakta, suda, karşıdan karşıya geçerken eli bırakılmış çocukların ayazı...
29'unda bir şair, ilk kitabını göremeden öldü bir düş kazasında...
Belki de ondan; hanidir yağmurun iki eli, baharın yakasında...
Can Dundar
20.04.2004
---
Gönderen Ey'lûl
UMAY UMAY/ Ruya Duvarlari
Üç vakte kadar günesin ay isigiyla güpegündüz oynastigi sehre adim atiyorsun.Kayalarin sekillendirdigi,rüzgarin dile getirdigi o kutsal yamaçta duruyorsun.Elinde dilek agaçlarindan kumas parçalari sallaniyor.Bosluga bakiyorsun.Önünde bir deniz gibi uzanan toprak kivriliyor.Toprak inceliyor.Toprak sertlesiyor.Çocuklugundan beri rüyalarini delip geçen,uyandiginda yani basindan ayrilmayan bu gizemli ve solgun hüzne bir isim bulacaksin.Hikayen bir sehre gidememek degil,bir sehirden dönememek olacak."
Umay Umay(Rüya Duvarlari-sayfa 13)
Gönderen Ey'lûl