^^ ИÍLGŰИ МAЯMAЯA ^^ : 08/29/07

29 Ağustos 2007

YOL USTUNDEKİ SEMENDER / AHMET OKTAY - ILHAMİ CICEK Anisina




Ahmet Oktay ile soylesi 1987

- Semender hâlâ yolun üstünde mi?
- Elbette. Ateşten gözleriyle bize bakıyor. Ama ben, son üç şiirler (Pavese1, Yesenin2, İlhami Çiçek) yanından geçip gidiyorum. 12 farklı intihar girişimi. 12 yeniden doğuş ve 12 ölüm. Dilin yitirilişi ve bulunuşu.
Neredeyse beş yıla yaklaşan umarsız bir savaş bu. Geri çekilmelerle, vazgeçişlerle dolu bir savaş. Yenildim mi yendim mi? Şair nasıl bilebilir ki bunu? Tek dileğim okurun, bu savaş çabasını hoşgörüyle karşılaması, savaşçının sızılarını biraz duyumsaması.
Budur şairin bekleyebileceği biricik ödül.

21 Aralık 1987 tarihli Güneş gazetesinde şair Ahmet OKTAY’la yapılan söyleşi.
1: Cesare Pavese. İtalyan şair. 1950 yılında intihar etti.
2: Sergei Yesenin. Rus şair. 1925 yılında intihar etti.

YOL USTUNDEKİ SEMENDER / AHMET OKTAY
Ey kalp!
gece olsun,
vehmi ve cinneti emziren-Avcundadır
çocuğun ve delinin,
Allahın eli-
layemut gece - Gezginin saatidir ki
titreyen kandilin nurunda
arar kendi yazısız taşını
her mezarlıkta

Derunumda
ağır ağır kurudu kırmızı zakkum,
karardı sebilin mermeri
ve gizlendi bu belleksiz zamandan
sönen bir yangın gibi
kûfi.

Ezelden beri mi göçüyorum ben?
Her hayal
döner kalbe
ve vurur bir eski
saatin sesiyle:
-Bana gel.

Kimdir ki o ben,
mevsim
bir yaprak ırmağı gibi
akıp gider içinden

Ey gözüne tuzla sürme çeken Şıblî !

Başka dudaklar da var
zikrla tara olan.
İblis
ve iğva beni uyutmayan

Ürktüm bu yüzlerden -Bu kadın yüzleri
ki güzellik
saptırır imanı
-örtünmelidir-
Mangalın korunu avcuna koy da
hatırla:nasıl unutmuştu 20 yıl Kur’an’ı
İbnü’l Cella

Yine de

tene yöneldim. Püsküren
bir yanardağ gibi
lav akıttım her yanımdan
öleyim diye isteğimden önce

Seyret beni Adem,
Seyret beni Doktor!

Her göz başka bir hayatın vampiri

Yaşım 27 -İnsan

kökü çürümüş çınar gibi
apansız ihtiyarlar-
Azaltmıyor, azaltmıyor
müezzinin sesi
göğsümdeki kederi

Veronal ve lüminal. Naylon
ve plastik
kent ve çöl

Dün geceydi yandım

“yaşayan sağlam delile
dayanarak yaşasın”
diyen ayetle

Ey Rab
çürük benim delilim
Nereye ait ki
bu hicranlı suret?
Bu gözler
çoktan kesti dünyayla o karanlık
sohbetini.
Satranç ve dil
yeniktir ezelden

Bakıyorum pencereden
sırtımda patiska bir gömlek
ve avcumda
Allahın eli,
yerin en dibine

“Yalnız hüznü vardır
kalbi olanın”*

Intiharla bir söyleşi
bu kitap.

Edemediğim
ve edebileceğim
intiharlarla.

Her insan
aklında en az bir kez
öldürür kendini.
Çünkü biliniyor artık;
tek içgüdü değil
yaşam içgüdüsü.

Sözcükleri seçen kişi,
zamanı sorgular durmadan
ve bu güncel zorunluluk,
isteyelim istemeyelim;
tarihsel bir an’da
ontolojik bir sorun olarak da
belirir.

Galiba şu
intiharın kökenindeki soru:

Onaylıyor muyum?
Buradan bakıldığında,
bir “öteye geçiş“
sorunu değildir intihar.
Tam tersine:
bir “burada oluş“sorunudur.
Sartre’ı anımsayalım:“İntihar
bir başka yoludur
dünyada varolmanın.“

Camus’den yüzyıl önce
Novalis yazmıştı:
“İntihardır
tek felsefe sorunu.“

Bu yüzden
yaşamın da
sorunudur.

Yaklaşık olarak
“her yerdedir yaşam“
diyor Seneca.
Ama bu yaklaşım,
dünyasının “aydınlık”tan
görünüşünü yansıtıyor;
gelgelelim
bir de “karanlık” yan var
tarihin içinde işleyen.

Bu ikilemi
şöyle dillendiriyor
Sergei Moscovici:
“Ölüme hayır demek yetmez
yaşama evet demek gerekir.“

“Evet“i söylerken
kekeleyen,
adayıdır ölümün.

Ve insan
en beklenmedik anda
en umulmadık anda
kekeleyebilir.

Yesenin’i onaylamayan,
“bu hayatta ölmek
kolay iş,
yeni bir hayata başlamak
güç olan“
diye yazan Mayakovski,
yine de öldürdü kendini.

Benzer bir yazgıyı
Paylaştılar gencecik Can İren’le
60’ını geçen Rasih Güran.

Yanlış’la doğru’nun
sallantılı olduğu bir zemin bu.

Kesin olan şu:
Kur’an’ın da İncil’in de
kovulmuşu’dur müntehir.
Büyük Yetke’nin amansız
muhalifi’dir de ondan.
Bir de şu:
umut besleme olanağı
kalmamışsa, yaşamın
anlamı da kalmaz. Eğer
verdiğimizin dışında
verebildiğimizin dışında
bir anlamı varsa.

Bu kitabın adını andığı,
ölümlerini bir bir
denemeye çalıştığı 12 insan,
korkak oldukları kadar cesur
umutsuz oldukları kadar
umutluydular.
Yaşamlarından da
ölümlerinden de çıkaracağımız
dersler, unutulur gibi değil.
Yapıtları ise içlerinde
kendi suretlerimizin yansıdığı
kristal aynalardır

Edemediğimiz
ve edebileceğimiz
tüm intiharlar
ateşten gözleriyle bakıyorlar
yolun üstündeki
bir semender gibi
Yol Üstündeki Semender, Ahmet OKTAY,Ada Yayınları, Ekim 1987

*
**
***
Ilhami Cicek (1954 Oltu - 14haziran1983 Tokat)
ILHAMİ CICEK Anisina
SEMENDER
İlhami Çiçek'e...
Tanrım, üzengisine asıldığımız bulutlardan
parçalanıyor aşklara geçiş gözlerimiz.
i
deniz tuzu kuşanan yaşamak yarasına
incinen çağın izine, güncel vebaya...
nasılsa teşne yağmurlar müje ıslatan
nasılda sıvıyor sesini bu çorak ıssızlığın
şebçerağ... çığlık çıksın kent damlarından.
"incinmesin diye sen, taşlara dikenlere..."¹
gölgesiz yürüdük ve öyle öptük güneşi
bu us oynatan keşmekeşte. ah intihar
nihan dokunuyor şiirin kasem vav'ına.
işleniyor müntehir, hüznün gergefinde
sevgi eylemsiz kalıyor, ruh sığınaksız mı?
yoksa O da mı öldü Tanrım, ateş susuz mu?
Tanrım, ölmesin... terkimizde köpek griliği su,
öteki ölüsü soluk alıyor gövdenin; phoenix
kül bilsin bizi, dipdiri şuleler içinde ses.
bir türlü duldası yok mu acının, söyle!
yeryüzünü soludum, sen semender tozunla
seretan kanatlandı uzağa, vesvese albenisi.
"biri gül yakmış olmalı ocakta.. genişlemiş dam"
ve kan bir kere soluklandı mı damarda,
kıyam emzirsin orman itina ile, şavk yürü
sandallara!!!
ii
susmaya güç yetiren maruf 'ölü kesit can'
durmadan katmerleşen kadim dilinde yankı:
"DIŞARI BİLE.. ABİ.. ÇIKARTM.."
yanılgı cüzamı aristokrat yüzünde yetkenin.
çağla konuşku çağla! ak dilinden ateşin
ha devlet bozuğu billur, ha kara veba
ha intihar alaşımı sığ vetirenin koruganı.
O ölüyor, lucifer suç akıtsın ins'in kulağına
anosh siyahlansın yazgı, sürklase bu buut
'iyi oyun' sıkıldı, kan göründü, 'sevgili ürktü'
artık şahsız natamam 'ebabil' kanatları
artık matsız şuaları ile 'adil infazlar'...

biz şimdi kime küselim, ya pusatsızız
nehir neyi taşsın, uthra hangi bilsin
delta kimi kızsın, 'öfke ne dirilsin'
ağlamaktansa... simurg intiharı işte şimdi
ama sen dur ey kalbim, hatırla 'sabrı'
yeryüzündesindir hala dur ve anla
sus sen de falcı, bakılarında büsbütün karmaşa
çocuğum büyüsün de öğrensin hıçkırmayı
öğrensin ve çığlığı: kapkara sulta!
iii
O öldü.
neonlarda bağlı bukağısı çözülüyor kentin
ve gök çözülüyor gizlice Tanrıdan: yağmur
gece çözülüyor alev gözünden semender'in
bakıyor -Tanrım O öldü mü?- nasıl da bakıyor
kan gözü ıhlamur bakıyor, ılgıt seher içinde
'iyi' bırakıyor kendini akıl hastanesinden avluya
tek celsede boşanıyor gökten yağmur
kavrıyor gözleriyle şiirin kanı, ateşin ruhunu...
semender/şebçerağ/ çıkıyor kolaçana
her şey çözülüyor Rabbim ve sen hiç
sormuyorsun gövdemi hiç!
burada
bu cerbezede
sürekli kırılan...
iv
salatı vusta gitti gider ey semender
kim alsın bizi bu toynak cenderesinden
kim alsın bizi bu toynak cenderesinden
kim alsın bizi bu toynak cenderesinden
¹ O Sarı
Hüseyin Cahid DOĞAN, Vivo, Nr: 3
Page110
---

"BIZ GUVEN CAGINA GELMIS OLMALIYDIK, ARTIK !"




Daktiloya Çekilmiş Şiirler
Kitapta yer alan şiirler, 1980-1987 yılları arasında kaleme alınmış.
Nilgün Marmara
Yerleşik yabancılığın acısı
Öz düşmanları kendilerinin sevgisiz bilisiz
ve acımasız kabukluların zincirlediği
kara tamlama.
Bir neden yabancıya?
Bir neden yerleşiğe?
Bir neden yerleşik yabancıya?
Susturduklarından sonsuzun dilini,
Dışıyla gerçeğin çizgisini kalın koca leş
doğrusuyla belirleme.
-
Bakıldığında göz değirmisinden bir çiçek dürbünün değil midir
renklenme olasılıkları tabanında
görülen parçacıkların yoksamak kurutan kısır umutları, geleneksel
tanrıları, sürülerin çorak gerçekliğini ve kanatlanarak yaşamak kendi dağılımında...
-
İcindekiler:
-Çocuk hanımefendi
-İzlenimci şiir
-Ancak yazgıdır bu
-Zorunlu tünel
-Kopuş beklentisi
-Kırmızıya yöneliş
-Öte ışıklar
-Al şekerini bakalım köpek
-Ölüm dansı söylencesi soruları ışıklandırır
-Kavruk ayna gözlü değişken
-Gök çandır, bağışlanan hep kendi
-Ak çizgili bir çocuk tulumudur
-Biri kalabilir binlerce törenden sonra
-Saksıda gizlenen
-Çok var duvar yıkım için
-Zamansal içildi
-Yürek: Kutupta tan vakti
-Kızıl göl
-Yıldızsal kalış
-Canavarın fistanı
-Mavi gül tadı
-Gece öğleni
-Küçük ağaç


Kırmızı Kahverengi Defter
Önsöz: Gülseli İnal
Yayına Hazırlayan: Gülseli İnal
Yayınlayanın Notu Evet, kimi günlüklerin, mektupların yayını, "netameli" bir iştir. Tecrübeyle sabit. Gülseli'nin de belirttiği gibi, "yığınla spekülasyon/eleştiri" bizi hiç şaşırtmayacak. Bunlar dile getirildikçe, açıktan tartışıldıkça, kuşkusuz, bizim de söyleyeceklerimiz olacak. Şimdilik, açıklamamız okurlara: Nilgün Marmara'nın günlüklerinde yer alan, okuduğu kitaplardan yaptığı alıntılar ve mektup taslakları dışında, her satır, her harf, elinizdeki kitaptadır. Üzerlerinde, düzeltme dahil, en küçük bir redaksiyon müdahalesi yapılmamış; defterlerde nasıl yazılmışsa, -günlükler, insanların "çalakalem" iç dökmeleridir, yayına hazırlanan metinler değil. Doğal olarak, harf hataları, tümce düşüklükleri görülebilir. Kitaplaştırırken, bunları olduğu gibi bırakmayı yeğledik (Joh Ellis, İngeborg Bachmann... gibi)- yani, bir okur, defterlerin yaprağını çevirdikçe neler görecekse, o şekilde aktarılmıştır.
Acaba?
Defterler, ilgilenenlerin tetkikine açıktır.

(Yayınlayanın Notu'ndan)




Plath ile Marmara'nın gizli akrabalığı
(...)
"..Everest Yayınları bu kez, şairin ölümünden hemen sonra çıkan Daktiloya Çekilmiş Şiirler adlı toplu şiirlerinin yeni baskısını yaptı. Bu, kitabın üçüncü baskısı. İlki Şiir Atı, ikincisi beş yıl önce Telos Yayınları'ndan çıkmıştı. Bizce bu kitabın, Türkçe yazılan şiirde özel bir yeri var. Marmara'nın bu özel ilgisi dolayısıyla, Plath şiirinden esini söz konusu olabilir. Ancak, bu şiirleri ilk okuduğumuzda bile, olası önyargılardan hemen uzaklaşmıştık. Marmara şiirinin, topyekün Anglosakson şiirinden beslendiği açık. Ama, şiirleri, kendi özel aurası içinde okuduğumuzda, garip bir benzersizlikle karşılaşmıştık. Hiçlik duygusu, her modern şiirin köklerinde belirebilir. Ancak, Marmara, şiirinde, tamamen kendine has bir imge yoğunluğu ve kosmosla hiçliği bambaşka bir anlamsal dünyaya taşıyor. Reel hayatı daimi dışlayışının nedeni de bu. Marmara şiirinde nadir rastlanan bir sözcük özeni ve çeşitliliği var. Kurulan imgeler yer yer savruk olsalar da anlam dünyasıyla devamlı hesaplaşır özellikte. Doğa ile evren, varoluşla beden, korku ile çocuksuluk ve aşk aynı şiir çemberi içinde apayrı göndermelere taşıyor okuru. Başta 'mor' olmak üzere renklerin bu kurulan kozmik dünyada özel ve zengin çağrışımları var. Ve tüm bunların yanında kendine has bir gizemcilik. Şiirlerde ölümle hayat arasındaki gidip gelişlere de şiirler boyu rastlamak mümkün.
Bazı şiirlerin, farklı bağlamlarda izlenimci bir algıyla da bağı var. Diğer yandan 'zaman' kavramının ilk kez bu denli başkalaştığı, kozmik dünya ve beden arasında kurduğu bağ dikkat çekiyor. Aslında, şairin, diplerde geniş anlamda otoriteyle de yoğun bir hesaplaşması sıkça dikkat çekiyor. Net olmayan, kendine has bir görsellikle de bazı şiirlerde baş başa kalınıyor. Bu şiirin, dolayısıyla da kitabın, daha birçok kendine has özellikleri var. Bir başka şairle karşılaştırmak zor. Daha önce de belirttiğimiz gibi teknik açıdansa yer yer 'savruklaşan' şiirlerle de karşılaşılıyor. Bu şiirin geçmişsizliği, geleceksizliği çok önemli. Aile kurumuyla ilginç biçimde hesaplaştığı; sinemayla, özel biri- iki filmi şiir adı yapıp büyülü göndermelerle bezediği ürünler de var. Yapı olarak biraz güçsüz şiirlerle de karşılaşılıyor. Ama bu, şiirin biricikliğini, kendine özgülüğünün önünü kesemiyor. Daktiloya Çekilmiş Şiirler çok uzun yıllar üstüne konuşulacak, tartışılacak bir kitap olmaya değer.
Herkesin hemen sevebileceği bir şiir değil bu.
Tüm iyi şairlerin şiiri gibi.."
ORHAN KAHYAOĞLU
20.04.2007 Radikal
---





















"Uckez, Nilgun Marmara ..!" Ece Ayhan

YABANCI
En yakın yabancı sendin,
Daha sürülmemişken ışığın biberi
Yaramıza,
Yaslanırken boşlukta duran bir merdivene
Henüz.

Güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız.,
İlkyaz derken-kışı gözden kaçıran
Yüzlerce eller yukarı,saygı duruşlarımız
En güçsüz kollarla
Çözüldü aşkın zarif ilmeği
Bulandı aynalar duruluğa
Çok gizli bir doğru gecenin toyluğunda
Bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık
Olduğunu..

Yabancıların en yakınıydın sen!
Haziran 1985

Free Image Hosting at allyoucanupload.com

"Bir herşey, bir hiçlik"
"Biz güven çağına gelmiş olmalıydık, artık!" N.Marmara
"...İkiz,Kent,Küçük Ağaç, Rüzgara yakarı,Petra Vonkant'ın Acı Gözyaşları,Değmedikleri Yerde Bahçeler,Düşü ne biliyorum…Söz konusu bilgelik ve bütünlüğün şiirleri gibidir.Yaşam ve varlıkla aynı kabulde hesaplaşmanın…
"Yerleşik yabancılığın acısı" sözleriyle gerçekten doymuş bir ruhun,sapaksız, oturaklı ,bilen bir duruşunun itirafını,
"Kov kara duygulu olasılığı bilincinin gücüyle/ Biçimleri kesikler yaratmadan tininde" gibi bir özdenetim mekanizmasını sürekli işler hâlde tutmayı..
ya da "Yeni çiçek dürbünleri bul ertesinde düşkırıklığının/gizlenmişlerse senden kur öz yaratısını saflığının" dizeleriyle ice dogru genişleyen bir bilinçli olma durumunu...
..ve"Coşku külü ben yangınından doğmuş inancın kanıtı".. ile bir üst bilinçle anlamın ve varlığın içini doldurabiliyor Nilgun.
Gerçekte diri, farkında ve kendinde bir öznenin uyanıklık hali..başka herşeyin ve herkesin yabancı olduğunu biliş..!
Yabancılaşmaya karşı ödünsüz bir olumsuzlamayla uzuvlara farklı işlevler yükleme,kendi kendini bütünleme, görüntüsel olana yenilmeme ,öz derinliğini sahiplenme gibi öncesiz, sonrasız bir anlamın bilgeliğini sunuyor şair..." S.Akdag

İşte Akan Marmara Ağaçlar Marmara,yıldızlar Nilgün göğ küsmüş, yokuşu ters çevirin,
gün dünya çakıltaşlarının arasında. bir balkona çıkmağa niyetsizdim muharrem alışkanlığı
yaprağın ucunu dediydin,üstünü Tanrı getirsin dünyayla konuşa tartışa...
cumhuriyet 8 mart

"Bir şair daha öldü, yaşamadı yaşarken/Şiirleri sarılı kanayan kurdelaya!" Nazir
"Hayal, gül esintisi ve ipek dokunuşlar/Yüreğim daralıyor: âyet okuyun kuşlar!"Nazir Akalın
Kanayan Simya isimli şiir kitabından "Ben Ne Yaptım Derse Eğer Safyürekli Bir Kadın" adlı şiiri radyo programlarımda zaman zaman seslendirirdim. "ben ne yaptım! derse eğer safyürekli bir kadın /güneşle nişanlanır mutsuzluğun anlamı / sıyrılır yalnızlığım ah yasemen dalından / davetsiz bir sonbahar dudağımda uçuklar / dökülür kucağıma umutları annemin"Nazir Akalin
"taze buruk şarap" kıvamındaki tehlikeli şair hayaletidir " Marmara

Free Image Hosting at allyoucanupload.com

DÜZ - BAHAR
Ben mi koştum bu hünsalığa?
Gece taşarken kadın topuklarından,
Bilerek yada bilmeden sevdim diyenler,
Yasını kazarken yüreğimin.
Güz mü yanlış rengiyle?
Kışlar mı yaşam aralığı kadına?
Kutlandık ezgisi böyle uzak.
Yalnızlık, yalnızlık bitimsiz.
Gece: ipek dokusu cozuldugunde
Ellerim: eksik cennetim benim.
nisan, 85 Nilgun

Marmara, yıllar öncesinin Miss Lou'su gibi: "Bana lütfen çiçek göndermeyin" diyor "Benim kendi çiçeklerim var!"...
Evet, lirik bir iç zaman günlüğüdür onun şiirleri, iç zamanla bütünleşen bir tanıklıktır onda izlenim.
Yaslı yüreğimin utangaç itirafı: "SİZİ SEVMEKTE ÖLÜYORUM"

Free Image Hosting at allyoucanupload.com

DILSIZLIK
Dilsizlik okyanuslarında kılıç kuşanmaları;
Büyüttü yürek sancısı ebeleri...Geçti.
İnce üsteleme gelincikle
raslantıdan sıyrılan
döndü ırmağa
karanın umulmaz ışığına!
Uzun günler, aşkın ince kemiği düş ağacında asılıydı.Peygamber çiçeklerinin sessiz yataklarında gizlenen boynu bükük ayna, buruşturulmuş yumuşaklığı ve ters dönmüş yaşamı yansıtıyordu. Artarak bölünen göz: BEN BÖLÜNEN BÜRÜMCÜK.
Su kadar karanlık ve uçucu görümü tozanların diziyor ürkünç renksizliğini, canlılara yalım veriyor. Gözleri dalgın ay,gizil yurtluğunda bu devingen dağılıma tanıktır.Bu karıştı bürümcüğün sessiz sesine, yunma zamanları dışında.Gök bir gece dışına kıvrıldı, değişti dönemleri kürenin;güneş yerde doğuyor, saçıyor huzmelerini göksel boşluğa.Karanlık toprak boğuntusunu serinletiyor kendi içrek odağından, şimdi. Zamanı çalıyor yetkin camda parmakları bürümcüğün, gizli bir yanardağın lavlarıyla dokunan ağını çözmek için.
Biz güven çağına gelmiş olmalıydık, artık!
Mayıs, 1981

Biz güven çağına gelmiş olmalıydık, artık!
Biz güven çağına gelmiş olmalıydık, artık!
Biz güven çağına gelmiş olmalıydık, artık!
Nilgun Marmara

Nilgun Marmara siirinde anlam duyarliligi-Serdar Akdag
http://www.aralikedebiyat.com/nilgun-marmara-siirinde-anlam-duyarliligi.html







Free Image Hosting at allyoucanupload.com

S E R D A R A Y D I N "ÖZLEMİN TANSIĞIDIR GÜNLÜKLER "

Kırmızı Kahverengi Defter....Nilgün MARMARA'nın ardından yayınlanan günlüğünün ismi. Günlüğü yayına hazırlayan Gülseli ÎNAL'ın, Seyhan ERÖZÇELİK ve Ece AYHAN'la birlikte buldukları bir isim. Ve bence de böylesi bir günlüğe verilebilecek en iyi isimlerden birisi. Yaşamına kendi elleriyle son veren "sıkı" bir şairin günlüğüne, kırmızı, kahverengi ve defter sözcüklerinin isim olarak verilmesi, bu sözcüklerin çağrışım zenginlikleri göz önüne alındığında trajik olanın ağırlığı daha da artıyor. Özlemin ve tutkunun başat rengi olan kırmızı, ölümün ve çürüyüşün imleyeni olan kahverengi ve düşe bulanmış gerçekliğin ya da salt düşlerin işlendiği bir nesnenin ismi olan defter sözcüklerinin çağrışımlarının, Nilgün MARMARA'nın hayatı ile ilişkilendirilmesi, tanımı güç bir gerilimin ilk an'da oluşmasına neden oluyor...

"Acı sonsuzdur, Frida: Yaşam gibi..."

derken Sevgili Hayati BAKÎ, sanki bu dizeyi “Frida KAHLO Harfi” isimli şiirinde sadece Frida KAHLO için değil, Nilgün MARMARA, Kaan İNCE, Beşir FUAT, PAVESE, CELAN ve daha bir çok yaratıcı içinde söylemiş diye düşünüyorum. Gerçekten acı sonsuz.. Belki yaşamda sonsuz. Bu ikilem karşısında verilebilecek her yanıt kişiye özel olmakla birlikte acıyı, sonsuzluğu ve yaşamı mutlaka içerecektir. Ve bir otel odasından sonsuzluğa, sınırsız olana ulaşmaya çalışan gelinciğin çığlığında da yankılanacaktır. Bize kalan ise o gelinciğin ardında bıraktıklarına ilişkin bir "şeyler" yazmaya, söylemeye çalışmak. Ya da yazamamanın, söyleyememenin umarsızlığında çırpınmak. işte, kırmızı; özlemin rengi. Kahverengi; çürüyüşün, toprağın rengi. Defter ise garip bir nesne. Ve bütün bunların, ben'in çağrışımlarıyla çiftleştiği yer: "Kırmızı Kahverengi Defter..."

*

"HAYATIN NERESiNDEN DöNüLSE KÂRDIR" DİYEN MARMARANIN NiLGüN' ü" -Yılmaz Odabaşı

Şair intiharlarına övgüler dizilmesine karşı çıkarken,yine de Pavese'nin,“Kendini öldürmek konusunda haklı bir gerekçesi olmayan kimse yoktur”dediğini de unutmayalım.Şairse, ürettiği şiirse eğer, yaşarken olduğu gibi,öldüğünde de şairdir...Demek istediğim, intihar, şair olmayanı şair yapmaz,yapamaz, yapmamıştır da...Nilgün Marmara' yı hiç tanımadım; onu şiirlerinden biliyorum. “Kırmızı Kahverengi Defter” adlı kitabındaki biyografisi şöyle yazılmıştır: “1958’de doğdu; yirmi dokuz yıl sonra yeryüzünü terk etmeye karar verdi”İşte bu kadar kısa, yalın bir biyografisi var onun... Fotoğraflarındaki güzel yüzünü alıp gitmiş bir şair imgesidir Nilgün Marmara...

...Bir gün Cezmi Ersöz’ün evinde güzel bir fotoğrafına rastladım;hüznün ve şiirin bir kadın yüzüyle muhteşem buluşmasıydı onun bütün fotoğrafları... Bir de, ölümünden önce Mina Urgan’ın oğlu Mustafa Irgat’ın sevgilisi olduğunu öğrendim...Yaşasaydı, sanırım ben de her şeyi göze alarak o yüzdeki şiirin ve hüznün peşinden giderdim...1987’de onun intiharından sonra, 1995 yılında Mustafa Irgat da bir trafik kazasında yitirmiş yaşamını...Onun da “Ait’siz Kimlik Kitabı” adıyla yayımlanmışbir şiir kitabı var.İkisini de kısa biyografileri ve şiirlerinden örneklerle“Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi” adlı çalışmama burkularak almıştım.

İşte Nilgün Marmara, bir kadın, bir şair ve bir cüret güzelliğidir... Gündelik hayatın sığ sularından diplere,en diplere açılmış ve acının dip kısmında vurgun yemiş o güzellik,“hayat” demiş:“Hep yüzünle seviştik, tersinin hatırı kaldı...”A. Camus gibi “Tersi ve Yüzü”nü yazmış,öyle bakmış, rest çekmiş!

“Kıyamet koparken bile fidan dikiniz” diyen Nilgün Marmara’ yı,yaşamın onu dışına, ötesine iterek aldattığını düşünecekleredemeliyim ki, belki de ölerek o aldatmıştır yaşamı,ne dersiniz?Belki bu yüzden geride platonik aşklara çok uygun bir imge de bırakmış...Geride bir “Kırmızı Kahverengi Defter” kalmış.O, “göğünü yitiren bir yıldız gibi” kalmış;oysa bizler, hâlâ yıldızlarını yitirip duran gök olduğumuzu sanıyoruz...
*

S E Y H A N E R Ö Z Ç E L İ K “SENİN GAM ÇEKMEYE FERMANIN MI VARDI?”

Tarih, Ekim 1982. Yer, Boğaziçi Üniversitesi Umutsuzlar Merdiveni Bölümü.

Or'da hep birlikte kerkiniyoruz, konuşuyoruz. Maariften yeni mezun olmuşum, üniversitenin en stratejik yerini keşfetmekte hiç zorlanmamışım. (Zaten o merdiven de insanı hemen çeker.) İlk şiirim iki ay önce çıkmış. Arkadaşlarımdan birisi bana seslenince, Önümde oturan koket kız dönüp soruyor:

O - "Seyhan mı! Özçelik mi?"

Ben - (Hırçınlık ve gençlikle) "Hayır. Erözçelik!"(Ece Ayhan'ın deyimiyle "manav" soyadı?)Bira içmeye Hisar Kahve'ye indiğimizde artık "Seyuşka!" olmuştum. Bira kaçamakları üniversite yılları boyunca sürdü. O, benim için neydi? Her şeyden Önce Çocuk Hanımefendi. Şiirlerimin ilk okuru, ilk eleştirmeni. Dost. Çok iyi bir dost. Sonraki beş yıl, çok hızlı, çok neşeli, çok kederli geçti. Oturduğu ev, La Terra Rossa, kapıları şiirsever ve benzemez her insana açık bir evdi. (Biraz Adalet Cimcoz'un evini mi hatırlatıyor?) Türkiye'nin önemli şairleri oradaki sofranın misafirleri oldular. (Bir fotoğrafı okumaya çalışıyorum. Tomris Uyar oturmuş, objektife gülümsüyor. Ece Ayhan, ayakta, sağ eli Tomris Uyar'ın sağ omzunda, diğeri İlhan Berk'in sağ omuzunu sıkıyor. Hemen yanında onun sağ eli. O da aynı omzu sıkıyor, ilhan Berk'le Ece Ayhan arasında Kağan, sol eli onun sol omzunda. Sonra ben. Yeniyetme. Önde Cemal Süreya, elinde cigara. Cemal Uzunoğlu, bir arkadaşımız, gözlerini hınzırca kısmış. Tevfik Akdağ. Sağ eli masada, sol eli dizinde. Yüzüne güneş düşüyor. Fotoğraftaki herkes objektife bakıyor. O ve Cemal Süreya hariç. Şimdi yaşamayan iki insan?) Pazarları emperyal kahvaltılar (kayısıya yakın rafadan yumurtayı curry'yle seven kızkardeş!), bulmaca çözme seansları, bakkala kim gidecek tartışmalarıyla doldu. Geceyarısı tangoları.

Demiştim ya, hep kederli danslar. Fado daha Türkiye'de yaygın değilken, fado! 45'likler partisi için plaklar toplandı. O partiyi yapamadık. (Cem Karaca: "Benim gam çekmeye dermanım mı var?") O, edebiyat insanıydı.

Bir reklam ajansında bir gün çalışmıştı, o gün de ona ölüm ilanı yazdırmışlar. Çok gülmüştü. Hemen o gün işten ayrıldı. Giderken on bin lira vermişler.

Zehir zekâ. Kristal duyarlık. Ama Çocuk ve Hanımefendi.

Beş yıl oldu. 13 Ekim 1987. Son tangosu hepimizi çok sarstı. Hep şu Peter Pan'a taktım bugünlerde. O, Peter Pan'ın annesiydi. Sanki her şeyi önceden biliyordu, bugünleri önceden görüyordu. Değerlerin çökeceğini seziyordu. Dayanamayacağını anlıyordu. Sanki. Şiirlerindeki tuhaf matematik. Eşyanın öbür yanı. Eşyanın öbür yanını gören, öteleri de görebiliyor. Yeni çıkacak kitaplarında, şiirlerindeki tuhaf matematiğin ip uçlarını, aykırı simgelerini bulabilirsiniz. Yeni kitapları, yani, günlüğü ya da aforizmaları, fragmanları diyelim, has bir edebiyatçının düşünerek yazdıklarıdır. Çocuk Hanımefendinin dünyaya karşı kırılgan şaşkınlğı da var bu kitaplarda. Tabii.

37°2 Le Matin'i seyretmemişti. Ama Ferreri'nin The Tales of Ordinary Madness'ini kasetten seyretmişti. Kasabanın en güzel kızı Cass'in hikâyesini biliyordu.

Ekim 92. Bal gözlü bir kedi olalı beş yıl geçti. Onsuz bir beş yıl.Kimse ona şirk koşulamaz.

---

Nilgun'e Yazilar;

SERDAR AYDIN NiL'e ve GüN'e UzananYolculuk Denemeleri ::

SERDAR AYDIN Özlemin Tansığıdır Günlükler ::

GÜLSELİ İNAL Haydi! Bu Ölümcül Suyun Şerefine Nilgün ::

YILMAZ ODABAŞI Düzyazılarından Seçmeler ::

VERDA ÜLKÜ & MURAT YALÇIN Bir İç Zaman Sarkacı:Nilgün Marmara! ::

SEYHAN ERÖZÇELİK "Senin Gam Çekmeye Fermanın mı Vardı?" ::

ECE AYHAN Nilgün Marmara Üstüne Sekiz Soru İki Görüş ::

CEZMi ERSöZ Zarfını Ben Açardım Sana Yazdığım Mektupların

"Nilgün Marmara Üstüne Sekiz Soru İki Görüş"
1. Nilgün Marmara, "korkunç kokular saçan, renk cümbüşü içinde, çekiciliği kavranamaz çiçekli yolların, sürekli kuşkucu yolcusu" mudur sizce? Nereye, nasıl ve kimle gittiği belli olmayan bir yolcu mu?
2. Nilgün Marmara'da, yaşamla ölüm arasındaki o yerin, o noktanın bakışımı, günle gece arasındaki, dialogla monolog arasındaki o yer, o nokta mıdır?
3. Nilgün Marmara'nın şiirinde, dış dünyayla bir ilk karşılaşma, tanışma heyecanı ve bir o kadar da yorgunluğu olduğunu söyleyebilir miyiz?
4. Tekrarın getirdiği sonluluk ile oluşumunu tamamlamayan an'lardan oluşan (oluşamayan) sonsuzluk arasındaki çekişmenin Nilgün Marmara'nın şiirinde bir karşılığı var mı?
5. Nilgün Marmara'nın şiirinin dinamiğini oluşturan ruh durumu (ya da ruh durumları) ile yazı arasındaki ilişki sizce nedir?
6. Nilgün Marmara'nın özel hayatına, şiirle olan ilişkisine dair anılar ya da birtakım dialoglar hatırlıyor musunuz?
7. Nilgün Marmara'nın şiirinde, Türk ve Dünya şiiriyle-şairleriyle birtakım etkileşimler sezdiniz mi?
8. Şair-şiir ve "intihar duygusu" üçgeni içinde sizin için ilk elde beliren çağrışımlar neler olabilir?

Bütün soruları birleştiriyorum. Karşılıkları da öyle olacaktır: (Her anlamıyla, evet) Güzelim Nilgün Marmara'nın, geçici bir heves de olsa, teleoğlanların yakınına düşmesi herhalde hiç hoş bir şey değildir. Ama çok şükür, 128 Nilgün Marmara bizim gönlümüz gerçekliğinde orada, o mezarlıkta yatmıyor! Ve Ege denizlerinin derin yerlerle sığ yerler arasındaki tuhaf bir mavilikte olan gözleriyle Nilgün Marmara, yıllar öncesinin Miss Lou'su gibi: "Bana lütfen çiçek göndermeyin" diyor "Benim kendi çiçeklerim var!" Haklılığın inadıyla apaçık yazıyorum ki, Nilgün Marmara uçsuz bucaksız sivil şairlerden biridir. Belki de en önde geleni. Sözgelimi, kendi kuşağı rahatça onun adıyla anılabilir. Nilgün Marmara'nın şiirleri, yabancı etki aranıyorsa, en çok Dylan Thomas çizgisi vardır denebilir. Anglo-Sakson şiiri! ('Milkwood'un Dylan Thomas'da ne anlama geldiğini bulursanız, bir ip ucu yakalamış olursunuz.) Nilgün Marmara'nın Kızıltoprak'ta, denize ters yönde, bir çığlık bile atmadan kendini 6. kattan aşağı bırakması üzerine ben ne söyliyebilirim ki. Kağan Önal, Perihan Marmara ve arkadaşları Gülseli inal, Mastafa Irgat, Emel Şahinkaya, Seyhan Erozçelik, Cezmi Ersöz, Ahmet Soysal., konuşabilirler bakın. Cihat Burak, pahasının sonucu için, kaç kez sormuştur bana "Ama niye?" Cemal Süreya hiçbir şey sormamıştı. Nejat Bayramoğlu ise "Bizim hiçbirimizin yapamadığı şeyi yaptı kız" demişti. işte ancak bunları, bunları diyorum. Bu kadar. "
Ece Ayhan
*

"bulamayan nilgün ün anısına"
isteyerek ölen kişi ile istemeden ölen insan
arasında,temelden,kökten bir fark vardır:
-

- ilki, herşeyin ötesine geçmiş olmakla, huzurludur;
ötekiyse, hiçbirşeyi çözememiş olmakla, huzursuz...
-

"bitmeyen sükunlu gece" ile "kabir azabı" arasındaki
fark da bu farkta yatsa gerek...
Oruç Aruoba' nin "Yakın" adlı kitabında "Kut Arayana Kılavuz" bölümünün onsozu
*

"Nilgün ölmüs. Besinci kattaki evinin penceresinden kendini asagi atarak canina kiymis. Ece Ayhan söyledi. Çok degisik bir insandi Zelda. Aksamlari belli saatten sonra kisilik, hatta beden degistiriyor gibi gelirdi bana. Yüzü alarir, bakislarina çok güzel, ama ürkütücü bir parilti eklenirdi. çok da gençti. Sanirim, otuzuna degmemisti daha. Ece ile Gergedan için yaptigimiz aylik söyleside ondan söyle söz ettim: Bu dünyayi baska bir hayatin bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu.Dönüp baktigimda bir aci da buluyorum Nilgün'ün yüzünde. O zamanlar görememisim. Bugün ortaya çikiyor."
Cemal Süreya, 841. Gün
*

"kış uykusundaki bir melek"ti Zelda. 'nasıl da düzdür ve düz bir tümcede intihar edecektir şair'. Ve 13 Ekim 1987'de evinin balkonundan yavaş adımlarla terkedecektir bekleme salonunu. Daha 29 yaşında. Ölüm egemen olmuştur. Muhteşem bir ölüm, kalan sağların kabul edemeyecekleri kadar kusursuzdur bu son. "Bir akşam vakti, yirmi yedi yaşında; o dokunulmaz güzelliği ve ağzının kenarında ışıldayan o masum kanla kendisini boşluğa bıraktı...Tanıklar söylüyor, yere düşerken hiç çığlık atmamış."
Cezmi Ersöz, İyiler Erken ölür
*

Savruk Yılların Soldurduğu Bedenime Bak
-Nilgün Marmara'ya-
Sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
ve biterken bir kahramanlık çağı
bu kanlı operayı seyrettiğim
alevlerle gölgelenmiş aynadan
kendime tutkun ayrılıyorum.



-
Loş ışıkların altında
birbirlerine kırık dökük
aşk öyküleri anlatan
orospu mesihlerden geçerken...
-



Bu artık son kez dokunuşum
akşamın parmak uçlarına.



Ey uyumlu şizofrenler
hüzünlü benciller
bağışlayın bana bu akşamı...
-



Kimsesiz çocukların gözlerinde
seyrettiğim bu akşamı.
-



Birkaç randevu için beklettiğim intiharım
ve umudun kan kıyısından gelen kadın
için bağışlayın.
-



O esirgeyen gülüşü ve köpüklü eşarbıyla
gelirdi çünkü umudun
kan kıyısından gelirdi.
Ve artık cüzzamlı çocukların
yüzlerini okşayan elleri
savruk yılların soldurduğu bedenime
dokunsa kaygılanmazdı
-


Sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
çünkü dönemem bir sokak köpeği gibi
zehirlediğim yalnızlığıma...
-


Ve karşılıksız acılarda boğulurken gülüşüm
beni sana gittikçe bağlayan utancına sakla
hüznünü,
bana çirkinliğimden ve tarihimden uzak bir ölüm getir...
özentisiz ve kendine hayran olmayan
bir ölüm
gözlerin ve sesin kadar kesin olan
bir ölüm...
-



En solgun mevsiminden geçiyor sevgi
unut beni unut,
belki de terk ettiğin son cehennemdir bu.
-

Ve akşam... yoksul anıları aydınlatırken
ansızın sesine vurulan kör bir kemancı kadar
ince ve dokunaklı olan
bu akşam
başka kıyılarda güneşlenen bir
alacakaranlık olsam da
savruk yılların soldurduğu bedenime dokun



-
Sesini bağışla bana
dağılan hayatıma bu akşamı bağışla
Cezmi Ersöz
*
bu yazilar ve Nilgun siirleri icin bakabilirsiniz;



http://forum.zevzek.com/index.php?showtopic=40389&pid=1164840&mode=threaded&show=&st=&

http://sifirforum.com/siir/nilgun_marmara-t1533.0.html


''...bütün yalnızlıklarınızın ilenci/ korusun çoğulluklarınızı/ cinnet koyun erdemin adını/ maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın/ hepiniz mezarısınız kendinizin...''
http://nilgunmarmara.tripod.com/





"Gogunuzun Genlesmesi dilegiyle..."

Free Image Hosting at allyoucanupload.com

---

 
Image Hosted by ImageShack.us