http://perikmaz.blogspot.com/2008/08/dergi-14.html
Cumhuriyet Dergi 14.10.2007
Nilgün Marmara 20 yıl önce, 13 Ekim'de gitmişti...
Dünyayla yaralı Zelda
Hayatına dair bütün ipuçları şiirinde saklıydı Nilgün Marmara'nın. Üstelik şiiri hakkında konuşmayı da sevmezdi. Ece Ayhan'a göre bu gerçek marjinallere dahil bir tutumdu. Cemal Süreya'ya göre "Dünyayla yaralı bir Zelda"ydı, Lale Müldür'e göre "Kalabalıklarda bir Slav düşesi". Erken çekip gitti...
Ayşe Sağlam
"peri çıkmazı" Sevgili Ayse'ye sevgilerimle...
---
http://zaferyal.kuzeyyildizi.com/blog/?p=335
Nilgün Marmara’nın en belirgin özelliği; Mülkiyet Duygusu’nun olmamasıdır. Kızıltoprak’taki evinde oturuyorlardı. Evlenecek. Ev kocasının. Salonun parkeleri bir milim inceltildi, yeniden cila yaptılar.
[...]
Ben bazen Tezer Özlü ile Nilgün Marmara’yı birbirine karıştırırım. Sahi, Nilgün Marmara ile Tezer Özlü yaşadı mı patron?!
Ece Ayhan
Öküz Dergisi, Sayı: 2000/2, s.2
"kuzey yildizi" Zafer Yalcinpinar'a saygilarimla...
_
06 Eylül 2008
NiLGüN ' e ...
Gönderen Ey'lûl
24 Ağustos 2008
HEP İLE HİÇ ARASINDA
nilgün için dört dörtlük
Adını bir midyenin kabuğuna yazarsın,
Ne benimle kal dersin, bana gelirsin ne de!
Bilinçaltımda yaşar, kunt bir resim çizersin,
Benim gerçeküstümsün, bilsen de, bilmesen de
O kunt resme baktım mı elbette irkilirim,
Niçin bir bülbülle gül her zaman şaşırtır beni?
Yanılgı sevdanın Balık Burcu bilirim:
Bu burçta üretirken işte tükettim seni!
Anladım tek avuntum kırmızı sek bir şarap,
Ağzımda bir kirazın o akıl almaz tadı...
Niye seni soludum ve soluksuz kaldım hep,
Sonunda aşk denen şey bizi kana buladı.
Sen ey güzel uyumu tüm uyumsuzlukların,
Beni üzme, gönendir, elinin üstünde tut,
Dün böyle sevmiştin ya, bugün değilse yarın,
Beni bende bırakma, sende kalmakla avut!
Ahmet Necdet
nilgün'e tuyuğlar
geceyi kokunla mı doldurdun ne:
seni kuşattım, kendime sakladım,
bilinç-altı bir yangındın ya bende,
hep'din, hep'i bir hiç'le kucakladım.
farkeder mi, sen de çok görme sakın:
sevgi değil sevda yaraşır sana,
yakınken uzakdın, uzakken yakın,
hiçliğinle hep oldum, anlasana!
ben sevdim mi seninle çoğalırım,
ne ki çok zaman çaresiz kalırım:
varlık ile yokluğun sınırında
hep sensizim ve hep seninle varım.
sen tinsel bir şafakta duruyordun,
orda baudelaire-perest bir şiir kurdun,
gördüğüm düş müydü, yoksa gerçek mi:
canımsın dedin, canevimden vurdun!
Ahmet Necdet
(X) sevgili eşi nilgün icin yazmistir.
_
Gönderen Ey'lûl
23 Ağustos 2008
Rus Ruleti
Ölümün
bir ikmal imtihanı
bulunmadigini
anlamamama cok az kala
son mermi olarak
umudu yerlestirdim
silahima.
Bojana Apostolava
çev:Kadriye Cesur
Cumhuriyet Kitap
İnanilmaz bir yalnizlikta dogdum ben/ inanilmaz bir yalnizlikla da gidiyorum - ölümün öpüşüne karşın./sonsuzlugu size birakiyorum dostlar...
_
Gönderen Ey'lûl
13 Ağustos 2008
CAN BABA
"mekanim Datça olsun" 1926 - 12 Agustos 1999
[...]
- Uslu ayaklarla başlamış yolculuk -
Yürünmez öyle, bazen durulur,
Ve iner erenler katına yorgunluk;
Kapanır sukun üzre kitaplar.
Nefeslerle sürüp giden yaşamamız
Bir su kenarına gelir durur;
Ekmekten, şaraptan öte nimetler vardır;
Yürünmez öyle hep, bazen susulur.
Can Yücel
_
Gönderen Ey'lûl
04 Ağustos 2008
Murat Yılmazyıldırım ----- ADSIZ AŞK düş sokagı sakinleri
Adsız Aşk - I
Geri döner mi aşk bilemem...
Adsız Aşk - II
Geri döner mi aşk bilemem, acıya vurur yelkovan kendime gelemem.
Belki gün olur ağlamam artık; güneş ısıtır içimi, neşeli haberlerle gelir yanıma.
Belki hiç uğramadığım bir limana, son gözyaşımı bırakırım; kalbimdeki son aşk adına.
Geri döner mi aşk bilemem; acıya vurur yelkovan kendime gelemem.
Geceyi makaslarım; bir tek kere de olsa...
Rahat uyuyayım diye uzanırım toprağa.
Dolunayı yorgan yapıp, o son uykuya dalarım derin bir iç çekişle.
Belki gün gelir adımı anarsın; başka bir zaman ya da başka bir hayatta...
Geri döner mi aşk bilemem; acıya vurur yelkovan kendime gelemem...
Adsız Aşk - III
Geri döner mi aşk bilemem...
Karanlık aşkların savaşçısıyım ben; geceye güneş desenli giysiler geçiren ve bildiği bütün sevgi resimlerini dünyaya armağan eden. söndürüyorum artık ışıkları ve uykuya çekiliyorum. vuruldum tam orta yerinden hayatın ve çocukluğumun saflığında oyunlara daldım. aşk kocaman bir yanılsamaymış son yolculuğa çıktığım vakit geldiğinde anladım ve yağmurlar dolusu ağladım. hayır, evet, evet, hayır, siyah, beyaz, beyaz, siyah, ayrılık acı; katlandım. sonsuz ölüme çok az kaldı umutlandım. karanlık aşkların savaşçısıyım ben; kendi aynamın içinde kaybolup giden ve yitirilmiş bir aşka dair evimin duvarında asılı duran meleklere şarkılar söyleyen...
_
Gönderen Ey'lûl
03 Ağustos 2008
Çekilin Karanlıklar -
Murat Yılmazyıldırım
Aşka dair herşeyi kapattım uykulara
Yelkeni denizden alıp bıraktım karalara
Kuşların şarkılarını da alıp plakların yanına koydum
Ve yazdığım kitapları düşlerimle oydum
Çekilin karanlıklar
Rahat bırakın beni
Ölüme yaklaşmışken
Döndürmeyin yolumdan bedenimi
Bakir aşık hiç bıkmadan acının yolunda ilerler
Bütün melekler ona sevgiyle gülerler
[...]
Murat Yılmazyıldırım
Çekilin Karanlıklar Düşsokagi Sakinleri
Gönderen Ey'lûl
02 Ağustos 2008
MAVi KELEBEK - TANGO
"Mavi kanatlarınla Yalnız benim olsaydın"
Mavi Kelebek
Güfte ve Beste: İbrahim Özgür
Bana gönül zevkini
Sevdasıyla içiren
O ümitsiz yılları
Göz yaşıyla geçiren
Ey ilahi sevgili
Doymam aşkın tadına
Mavi kelebek derim
Sevdamızın adına
Bütün günah benim mi?
Niçin ben çekiyorum
İnan sevgili inan
Severek çekiyorum
Olmazdı emellerimin
Katili kahpe felek
Bırakmasaydın beni
Çapkın yüzlü kelebek
Andına bağlansaydın
Aşkımı anlasaydın
Mavi kanatlarınla
Yalnız benim olsaydın
Dağıldı tatlı kokun
Bir gece rüzgarında
Okşadım kanamadım
Seni öksüz bağrımda
Temmuzun onsekizi
Ağlatsın ikimizi
Boğazın sularına
Düşsün mehtabın izi
Andına bağlansaydın
Aşkımı anlasaydın
Mavi kanatlarınla
Yalnız benim olsaydın.
_
CITY OF ANGELS
_
Gönderen Ey'lûl
30 Temmuz 2008
BARIŞ MANÇO - 4 KAPI
Tuz ekmek hakkı bilerek
Sofra kurmasan da olur
Ilık bir tas çorba yeter
Rızkım buymuş der içerim
Kadir kıymet anlayana
Sandık açmasan da olur
Kırk yamalı hırka yeter
İdris biçmiş der giyerim
Bir çorbayla karnım doydu
Hırka bana yorgan oldu
Birde kalem tutmayı öğret
Kırk yıl sana hizmet ederim
Bana bir harf öğret yeter
Kırk yıl sana hizmet ederim
Barışım uzaktan geldim
Dört kapı önünde durdum
Dört kapıdan geçemezsem
Geldiğim gibi giderim
_
Gönderen Ey'lûl
27 Temmuz 2008
ECE AYHAN
“Sonra korkunç gülümsemeler bitti
Sonra hiç kimseyi göremedim
herkes beni arıyordu
bir ölü Macar cambaz buldu
beni buldu beni
sam yeli esiyordu denizden.”
.
.
.
BAKIŞSIZ BİR KEDİ KARA
Gelir dalgın bir cambaz. Geç saatlerin denizinden. Üfler lambayı. Uzanır ağladığım yanıma. Danyal yalvaç için. Aşağıda bir kör kadın. Hısım. Sayıklar bir dilde bilmediğim. Göğsünde ağır bir kelebek. İçinde kırık çekmeceler. İçer içki Üzünç Teyze tavanarasında. İşler gergef. İnsancıl okullardan kovgun. Geçer sokaktan bakışsız bir Kedi Kara. Çuvalında yeni ölmüş bir çocuk. Kanatları sığmamış. Bağırır Eskici Dede. Bir korsan gemisi! girmiş körfeze.
Ece AYHAN
Gönderen Ey'lûl
22 Temmuz 2008
AŞK ÇOK UZAK
Link: sevenload.com
Feridun Düzağaç - Aşk Çok Uzak
Ne kadar yol gitsem de
Uzak hep uzak
Uzar gider bu hikaye
Enseme vur tak al lokmamı
Bir gülüver bak kalbim senin
Kullan… kullan… sonra bırak
Yok ne sahibim ol ne de benim
Aşk çok uzak
Aşk çok uzak
Ah ah çok uzak
O kadar dolmuşum ki
Şu boşluğun içinde
Bir eskici dükkanı var
Gözlerimin içinde
Söz&müzik:Feridun Düzağaç
Feridun Düzağaç - Bir devam filmi siyahbeyaz turkce dublaj
Gönderen Ey'lûl
07 Temmuz 2008
02 Haziran 2008
BEN EYLÜL SEN HAZİRAN
Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgar
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim, sevilmişliğim
O heyheyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne
Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım
Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım on üçüncü aylara
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
Gönderen Ey'lûl
05 Mayıs 2008
Hıdırellez/ Ederlezi
"times of the gypsies"/Emir Kusturica
muzik: Goran Bregovic
ederlezi / hıdırellez
' boşnak kızlarına geç
kalmış bir özür '
ah ederlezi, niye geldin bu sene
bilmez misin, buradaki kızlar yetim
şurada yatan babalarımızdı, kefensiz
yaslar bağladı sarı saçlarımız
babasızdı mavi gözlerimiz
ve goran, haykır yine bosna dağlarına
ederlezi kızlarım, ederlezi
...
ederlezi goran,ederlezi
kızların ağıtlar düzerken bosna yaylalarında,
acıya bulanmıştı şenlikleri,
ederlezi yine gelmişti her sene geldiği gibi,
ne bilsin burada yetim kızlar var
bu sene ederlezi babasız kalmıştı
yetim kızların yürekleriydi gelen.
...
Hıdrellez Bahar oldu aman Al kese astım gül dalına Adadım yarin adına İki göz oda/ .../ Bir bana uğramadı Bu bahar bayram Ağlama hıdrellez Ağlama be bana Acı ektim yerine Aşk yeşerecek Başka bahara/.../ Ne yolu var ne izi Tanıdık değil yüzü Dileğim Allah’tan Aşk sözün özü /.../Ey benim şans yıldızım Gülümse bana SezenAksu
Gönderen Ey'lûl
30 Nisan 2008
UZAKTA / YANSIMALAR
u z a k t a ...
"...yalnızca içteki yakındır başka herşey uzak..."
Gönderen Ey'lûl
25 Nisan 2008
MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ : ____________________ AŞKIN DANSI
seslendiren:Yılmaz Erdogan
Etme..!
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme
Ey ay felek harab olmuş ziyan olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle ziyan ediyorsun etme
Ey makamı var ile yokun üstunde olan
Sen varlık sahasını terk ediyorsun etme
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Sen ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme
Şekerliğinin içinde zehir olsa dokunmaz bize
Sen zehri şeker sekeri zehr ediyorsun etme
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme
İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme
MEVLANA CELALEDDİN RUMİ
Mevlana Celaleddin-i Rumi: Aşkın Dansı
Yapım :2008
Tür :Belgesel / Dram
Yönetmen :Kürşat Kızbaz
Senaryo :Kürşat Kızbaz
Oyuncular :Müşfik Kenter, Turan Özdemir, Selçuk Yöntem, Özcan Deniz, Burak Sergen, Sinan Tuzcu
Seslendirme : Yılmaz Erdoğan, Müşfik Kenter, Yıldız Kenter, Cüneyt Türel, Mehmet Atay ve Meltem Cumbul
Süre : 80 dakika
Müzik :Sezen Aksu, Ömer Faruk Tekbilek
Dağıtım :Best Line Pictures
Gösterim Tarihi :25 Nisan 2008
http://www.rumithedanceoflove.com
_
Gönderen Ey'lûl
23 Nisan 2008
INGEBORG BACHMANN
“ TEK KELİME SÖYLEMEYİN, SİZ KELİMELER ! ”

Siz Kelimeler
Siz kelimeler,
Kalkın izleyin beni!..
Biz ileri giderken
Çok gitmiş olsak bile
Daha vardır gidilecek yer
Çünkü yol varmaz bir sona.
Aydınlanmaz.
Kelime,
Nasılsa yalnız
başka kelimeleri çağıracaktır.
Cümle de cümleyi.
Böylece dünya,
Kesin bir tutumla zorlar,
İster ki artık söylenmiş olsun.
Söylemeyin...
Kelimeler, beni izleyin
İzleyin ki, son bulmasın
Ne bu kelime tutkusu
Ne de çelişkilerin yanıtları!..
Şimdi bir süre
Konuşturmayın hiçbir duyguyu
Bırakın kalbin adalesi
Biraz farklı çalışsın
Bırakın diyorum, bırakın...
En yüce kulaklara bile diyorum
Bir şey fısıldanmasın
Ölüm için bulma söyleyecek bir şey
Bırak ve izle beni
Ne tatlı ama ne de acı
Avutmasız
Ama umarsız da olmayan
Ne belirleyici
Ne de belirtilerden yoksun...
Yalnızca şu olmasın :
Toz, toprak içinde imgeler, hece döküntüleri
Tek kelime söylemeler...
Tek kelime söylemeyin,
Siz kelimeler!...
çev:Ahmet Cemal
_
Ingeborg Bachmann
June25,1926 Klagenfurt,Austria - Oct.17,1973 Rome,Italy


_
Gönderen Ey'lûl
21 Nisan 2008
"Ortasına bırakıldığım bir ülke…eylül ülkesi..." L.M.
7.
gece 4'te dinledigimiz şeyler
___ yağmur ve martıydı.
yağmur ve martıyı dinliyorduk
kedimin dilinden anladıgım gibi
onları da anladım
ikisi de bilmedigimiz bir dilden
__________ konuşuyordu
ama bize anlattılar
___ anlamamız gerekeni sadece
YAKIN BİR HUZURU YA DA U Z A K
biz de onlar gibi uyuyabiliriz artık
2006
ultra-zone'da ultrason / s.239
LALE MüLDüR
_
Bir yağmur… atların birden çöküp yan yattığı…Bir yağmur…garlardan…cılız gar çiçeklerinden / Sonuna dek el sallayanlardan…
her şey bittikten / Sonra dönüp gene bakanlardan…onlardan işte en /
Çok onlardan bir yağmur…bırakılmış cam / Ayakkabılardan…bırakılmış
ülkelerden / Bırakılmış insanlardan bir yağmur…
Ortasına bırakıldığım bir ülke…eylül ülkesi / Mistikler gibi geçilen belirsiz geceler / Bir alg rüzgârı… denizaltı karanlığında / Işık ve siyah…deniz ağaçlarında güzel bir mai / Aramak…okyanusların siyah güneşi / Bir yosun müziği…mani…melankoli…
1986
u z a k fırtına
LALE MüLDüR
_
Gönderen Ey'lûl
20 Nisan 2008
LA CHUTE DE L'ANGE
"melegin düşüşü"
erken vazgecislerim vardi benim
seninse erken tukenislerin
ve gece uygun degildi beklemeye...
yine de bekledim..
avucumda unutulmus binlerce golge
yeraltinda oldurulmeyi bekledim...
gun isigi vururken gozume
olmeyecektim..
katilim coktu ,
katlim yok..
N.M
_
Gönderen Ey'lûl
18 Nisan 2008
Nilgün Marmara / Metinler
...SONRA
...
Sonra buradan giderdim bir hiç icin, nasil hiç nedensiz dökülüp de yllara vardımsa şu doğa kucagina ve birden buralı dogumlu, buralı yaşamışlı nasil duyabildiysem ben-imi, öyle kolayca bir başka belde de kabullenebilir beni ve hep bulurum yeni güneşler yeni dağlar yeni denizler yeni sevi titresimleri, hiç yardimsiz. Düsünecegim bu buluntularin ne kadar sonsuz olacagindan başka hiçbirsey ve yaşamın tüm kolayligi icindeki erişilmez gizem ve güçlük... Bir kelebegin insanlara cok doğal görunmesine karsın, doganin onu o denli uyumlu yaratabilmek icin belki de düşlenemeyecek nicelikte zorlukları gögüslemişligi... ... [syf.5]
...
hep yürüyen biri olmak istenmez, yürümek sürekli izlenimdir, duraklamak ve düşünceyi beklemektir yolun Varlik kanıtı. Dural bir yol isterim, öyle bir yer ki hem yürüyüş duyumunu yaşatacak hem de duruk. Orada, motorları geçen işleyişi ile beynimin, yalanlar, gerçekler, düşsellik, geçmiş, olacaklar, tum olasılıklar, göksellik, yersellik, erlik, dişilik, hünsalık, görülenler, görülmeyenler, yaşadıklarını sananlar, hiç yaşamayacaklarını sezenler, göreceli tutuncalar bularak onlara sarılıp ana memelerini bırakmak istemeyenler örnegi yaşamlarını sürdürmekte bekinenler, ışıklı hayatlar, karanlıkta gizlenenler, seçmeler, vazgeçmeler, değişimler, tanrılar, tanrısızlar, yakaranlar, ilençleyenler, yeni canlar yaratmak için çırpınanlar, yaratıktan sonra pişmanlıkla yananlar,,,...,,,yüce sevgiyi düşleyenler, sevgi sözcügünü silenler, yine yazanlar, yazgı diye ölümü bekleyenler,..., elleri ve gözleri göğe çevrili o en büyüğün ellerini tutacagini ve göz kapaklarini oksayacagini umanlar- üzerine, üzerinde sonsuz düşün gidiş gelişleriyle kıvranabilirim. [ syf.6]
Kasim 79,
İstanbul
_
Gönderen Ey'lûl
14 Nisan 2008
NİL' E ve GÜN'E UZANAN YOLCULUK DENEMELERİ - II
"Herkes aslında cehennemden çıkmak için yazmıstır..."Antonin Artaud
" Yaslı Yüregimin utanç itirafı: "SİZİ SEVMEKTE ÖLÜYORUM." N.M.
"Anımsamadigim tüm sözcükler anımsayabildigim tek bir sözcüktü: Yara! "
Seslenmek ...
Bir dosta sesleniş ...
İnsanın kendi sesine karşılık başka bir ses arayışı, kendi sesinin yankısını bile bulamazken, bir başka sese duyulan özlem...
Seslenişler bir buruklugu ve cogu zaman öte bir anlamı içerir. Bu anlamin içerisinde, cogunlukla hüzün ve seslenilenden uzakta olma durumunun, yani ayriligin acısı vardir, en trajik olani da, bir aradayken uzakta olanlarin durumudur.Zamana ve mekana ilişkin ayriliklar olmasa da tenler, canlar yanyana olsada yureklerin uzakligi trajik olani belirler. Yurek yurege olamamak; tanimsiz, tarifsiz ve belirsiz bir olgudur. Kaostur. Karmaşadir. İste tam bu noktada zamana ve mekana iliskin kavramlarin siliklestigi, etkisizlestigi görülebilir. Araya , bilinen birimlerle ölçülmeyen yeni uzakliklar girer. Bir odanin içersinde yüzlerce, binlerce kilometre u z a ktasinizdir o insandan. "O , bir başkasidir. " Ya da "Ben bir başkasıdır" Yaklaşsaniz, elini tutsaniz dokunsanız olmaz. Çünkü yürekler uzaktadir. En U z a k mesafedir, iki yurek arasındaki uzaklik, ayrilik, aykirilik. Boyle oldugu halde yaşanan yaşanildigi sanilan nedir?. Bir "hiç"; çogu zaman kocaman bir yanılgı. Olumlulugu, bir sonraki yanılsamada aranan, mutlak tekrarlanacak, tekrarlanmasi amaçlanacak bir yanılsama :
A ş k ... Ne tılsımlı bir sözcük/kavram..!
...
"Yerleşik yabancılıgın acısı" N.M.
Gitmek.... Yolculuklara çıkmak ve aramak. Nereye ve nasıl olursa olsun: Gitmek ...
Yani 'ben'in yolculuğunu sürdürmek her koşulda. Her yolculuğun bir an kendine döneceği ve kapanacağını bilmenin acısıyla: Gitmek... Ve yitmek... Başlangıcı ve sonu olmayan yalnızlığın kaçınılmazlığında.
"..........
İlk dizesi olmayan bu şiir
öncesiz bir dala benzeyecektir
Nasıl ki başlangıcı yoksa yolculukların
Sonu da yoksa
Agacsız bir dal gibiyse her yolculuk" (1)
SERDAR AYDİN
Nilgün Marmara Metinleri ve Fragmanlar
syf.33 , syf 40
(1) Edip CAnsever Sairin Seyir Defteri s. 143
_
Gönderen Ey'lûl
13 Nisan 2008
Dünyanın en güzel şiiri
Ünlü İskoçyalı şair Edwin Morgan'ın
Bir Macar Yılanının Siestası başlıklı şiiri.
Şiirin tamamı:
‘‘ s sz sz SZ sz SZ sz ZS zs Zs zs zs z. ’’
kynk:DOgan Hizlan -24 Şubat 2004 Hürriyet
Independent (20 February, 2004) gazetesindeki bir şiir haberi
_
Gönderen Ey'lûl
12 Nisan 2008
"... Çocuklugun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte!.." N.M.
Bundan ötesi yinelemedir.
"Hepimiz Mezariyiz kendimizin.."
Serdar Sözdinler
" Bir esrik. Söz'e ve Şiir'e inaniyor. Gökyüzüne ve bulutlara inat, dilin sonsuzlugunda bulunacagini umdugu bir düşülkenin arayicisi.Aci ve öfke ile ciftlesilen her sözcügün, üreyen her şiirin, ben'İn tükenişinin imleri oldugunu biliyor. Birgün güneşe ulaşacagini ya da son şiirni yazdiktan sonra hayatin ve hiç'ligin rahminde sayrı bir cenine dönüşecegini düşünüyor ... "
Serdar Aydın
(Nİlgün Marmara metinleri ve fragmanlar)
"...butun yalnizliklarin ilenci / korusun çoğulluklarınızı / cinnet koyun erdemin adını / maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çogaltın / hepiniz mezarısınız kendinizin..." N.M
.
Gönderen Ey'lûl
ELVEDA SEVGİLİM / JEAN'S WAY
" I'd rather live a little less and go out on my own terms "
Elveda Sevgilim / Jean's way : A Love Story
Derek Humphry
Mart 2008 - Kırmızı Kedi
Çeviren: Zeynep Heyzen Ateş
155 syf.
[70'lerde yayimlandiginda 'ölme hakkı' konusunda once İngiltere'de , sonra dünyada en önemli kitaplardan biri sayıldı. Humphry, ölümcül bir hastaliga yakalanan çok sevdigi karısı Jean'in ölümüne 'yardım etmesi'ni anlatiyor.]
Sevdiğiniz insanı öldürebilir misiniz?
Bugün bir klasik sayılan Elveda Sevgilim,
büyük ve trajik bir aşkın gerçek hikayesidir.
Kitap yayımlandığı yıl Observer tarafından
"Birey hakları ve aşk üzerine büyüleyici bir hikâye" diye
nitelendirilmişti.
Elveda Sevgilim, kendilerine, aşkın insana neler yaptırabileceği sorusunu sormak zorunda kalan Jean ve Derek Humphry'nin 'hayati' seçimlerini ele alıyor.
Sevdiğiniz insanı öldürebilir misiniz?
Yanıtı merak ediyorsanız...
Odasına döndüğümde, içinde ilaç olan fincanı ona uzattım.
"Bu mu?"diye sordu.
İçinde ölümcül dozda ilaç olduğunu biliyordu. Vedalaşırken
birbirimize son kez sarıldık.
Kahvesini içti ve uyuyakalmadan önce son bir zorlamayla fincanı başucundaki masanın üzerine bıraktı.
Son sözleri "Elveda sevgilim" oldu.
(Tanitim)
_
" I'd rather live a little less and go out on my own terms "
This book was first published in l978
_
Gönderen Ey'lûl
06 Nisan 2008
OYUNLAR İNTİHARLAR ŞARKILAR
"el falı avuç içinin yazgısı/ kader çizgisi, ölüm deja vu/
ayrılışlar, ayrılışlar, yaşanmamışlıklar/
yalnızca bir kadehi içilmiş yetmişlik/ i n t i h a r ''
Woolf !
yani bir kadın
yani bir insan
çeyizlerini emanet ettiğin duyarlıklar
dilerim ki ırmaksız yaşar
yeryüzünü kanatmadan (s. 43).
'Bir Kadın ve Bir Irmak İçin Şiirler'
PAVESE'nin GÜNLÜKLERİ
I.
bir ölüm yalınlığı durulturken
piomente imgelerini
her suskunluk
bir iç kanamasıdır ilişkilerde
her duygu bir sürgüne dönüşür
bir kadın kimliğinde
aşk yeniden çoğaltır yenilgilerini
pavese, yani o bilenmiş uçurum duygusu
bulur son hüviyetini sıkılgan katilinde.
II.
aşkın ve cinayetin, buzul kimsesizliğinin
sessizliklerle yaşanan zıpkın gerginliği
ve kalemin öteki yüzü, tutkunun siyah şiirleri
bir hiçliğin düşmanca felsefesinde
ya da Pavese'den sonra yaşanan
Pavese günlüklerinde.
...
ölüm kendini ararken
ve görüntülerken kendini her gün
bir şiirin apansız tetiğinde.
III.
çoğul bir siyahtır artık
kalemin değdiği her kör nokta
her çizgi daha çizilirken kendine
uçurumlar kazan
bir intihardır şiir adında.
IV.
bir ölüm denemecisi
yazar, unutulmuş kentleri, batık denizleri, sevgilileri
delilik gözleri gibi
sözcüklerden yontulmuş bir sessizlik ve
sonsuz bir yalnızlık gibidir yazmak eylemi.
V.
bir anı (zehir tadında),
bir görüntü (kimsenin görmediği
gizlenmiş, duyarlığa),
bir sözcüğün yer değiştirmesi
(belli belirsiz paslanarak),
ve sonra apansız bir akşam gezintisi
yeni bir düşünce verebilir insana
birkaç zamanlık yaşama inadı
biraz tebessüm
-kırık dökük de olsa-
"yeni bir hayat" kurmacalarına
dokunma isteğinin yonttuğu tutunma çabalarına
...
sonra çözülür zıpkın
kendini bırakır
gölgesini düşüren takıntılarına.
VI.
sözcükler, ah sözcükler kimsesizliğim benim
nefret, bütün duyarlıklar adına tek mülkiyetim
...
nerden gelsem ben
nereye gitsem pavese
...
içimde hep bir konuk duyarlığı
ben hep bir konuk gezdiririm
yakamda bir çiçek kabarıklığı
...
nereden gelsem ben
nereye gitsem pavese
...
kimsenin ağırlamadığı.
VII.
yinelenmekten eprimiş nesneler
Piomente'de yine şiddet ikindileri
tedirgin sayfaların dizgini şiir
huzursuz bir tay gibi silkeler dizeleri
silkeler gururun ve şehvetin yurtsaydığı
izlenimci Piomente harabeleri
sevdaydı, şiirdi, öfkeydi, aşktı
bunların hepsi usul usul intihar evrimleri.
VIII.
günden güne eksiliyor tekil kalabalığım
artık sabahı da kaplıyor acı.
tiksiniyorum bütün bunlardan
Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım.
Murathan Mungan OYUNLAR İNTİHARLAR ŞARKILAR
Gönderen Ey'lûl
05 Nisan 2008
DAĞ
"...Şiire başka bir âlemin kapısından geçilerek girildiğini önceki deneyimlerimden biliyorum elbet. En azından benim şiirle ilişkim, böyle bir ilişkidir.
Birdenbire o kapıdan geçmiştim. Her şeyi askıya alıp kendimi şiire, onun diline, sihrine, âlemine bıraktım. Dağ tutmasına yakalandım. Kitabın adı, “Dağ”. İçimin dağ zamanıydı. Dağ tuttu mu, çıkacaksın..."
Cümle Kapısı
Cümle kapısından geçtim, cenderesi
ödendi her hecenin, bıraktım
iki yakasını bacaklarımın arasında
tuttuğum ırmağı
içimde aktı
içinden geçtim, helal büyü...
Murathan Mungan/ DAĞ
Gönderen Ey'lûl
04 Nisan 2008
...öYLE KüÇüK ŞEYLER YüZüNDEN...
Haydar ERGÜLEN
"U Z aklığım sizde kalsın..."
Ay, zalim ay, öyle diyorlar; ‘ayların en zalimi nisan’.
Bir şiirden ötürü mü hayattan ötürü mü, biliniyor da bilinmiyor gibi.
‘Belki şehre bir film gelir’, film de geldi şehre ölüm de.
Bu nisan her şey geldi de şehrimize, şiir gelmedi, geleceği de yok bu gidişle, gelişle, duruşla.
[...]
Aylardan nisandır, şehirde ‘Tuz Günleri’ hüküm sürmektedir: ‘Ölüm kültürü mükemmeldi, hiç acele etmez, işini bilirdi’ der şair Orhan Alkaya
ve der ki: ‘İnsan yok etmeye yazgılıdır ve varlık/ bu şiddetle sınanır. İşte şöyle:/ Ormanlarımızı yakarlar, hayvanımız yaralanır/ kalbimiz kırılır soludukça çok yıllık ölümü/ ırmağımızı ateşe salar semender tıynetan-ı aşk/ gül yanlış kokarsa, tuz yakaya takılır/.../bize yapılanları gördüm, hepsini/ gül yanlış kokarsa, tuz yakaya takılır.’ Nisan, bizden ibarettir, zalim bir kederdir, kimsenin gözünde bulut yoktur bir damla olsun, yine de gözlerimizle değil sözlerimizle yağmuru tarif etmekte üstümüze yoktur. Şehre bir bulut gelmiş mi diye bugünlerde birbirimizin gözüne bakmak istiyoruz. Sanki bir şiir arar gibi, eski bir şiiri arar gibi: ‘Tanrı aşkına biraz merhamet, biraz mavi, biraz da cumartesi!’ deyip susuyoruz. Çıplağız, gözlerimizden başka örtü yok bize! derken Engin Turgut’un dizesine bakıyoruz: ‘Ve ben öldüm öyle küçük şeyler yüzünden.’ Bir insan yağmuru yağsa da ölüm çıkmasa artık içeriden!
nisanyagmuru
.
Gönderen Ey'lûl
02 Nisan 2008
MU.MU.
YILAN İLE GEYİK
Yılan dedi;Issızlıktır karanlıktır yerim.Akarım,giderim,kendime kıvrılırım.
Çıkma yoluma.
yolum varlığımdır benim.
Bilirim:büyüksün benden,irisin,güzelsin,görkemlisin;
Lakin ben daha güçlüyüm senden
yutarım seni avım olursun
Ormanında yok olursun.
Ormanında yok olursun.
Yılan bütün bunları onu görmeden,dedi.
Tanımadan bilmeden,dedi.
Korkarak,dedi.
Tanımaktan,bilmekten,görmekten korktuğu için dedi.
Korkmaktan korktuğu için dedi.
Ormanın yasasındaki düşmanlığı tehdit eden şeylerdi bunlar.Tanırsa,bilirse,görürse,severse,
düşmanlık tehlikedeydi.
Bu yüzden hiç tanımadan
hiç bilmeden,
hiç görmeden
dedi.
Geyik,yılandan daha büyük olduğunu biliyordu.Belki daha güçlü değildi ama,daha büyük olduğu kesindi.Yılan,geyikten daha atak,daha çevik ve daha öldürücüydü.Bu cenkte
bir cenkte
geyiğin ölmesi beklenen bir şeydi.Bilinen bir şey.
Bunu geyiğin de bilmesi,sanki varlığından büyük bir yükü alıp gitmişti.Yeğniliği,sekmesi bundandı.
Ölümünü başkalarının ellerine bırakmıştı.
Bu da belki bir başka öldürme yoluydu belki.
Geyik,bilmediği bir şey anımsattı yılana.
İlk karşılaştıklarında.
Bilmediği,ya da bilmezden geldiği,ya da bilmeyeceği,bilemeyeceği.
Güçlüsün,zehirlisin ve açsın.
beni yutarsın istesen,dedi.
ama unuttuğun bir şey var,ben senden daha büyüğüm,beni yuttuktan sonra,en azından beni sindirene,eritene kadar bir zaman benim biçimimle yaşarsın,benim biçimimde yaşarsın.Daha sonra zaten erimiş olurum,sende erimiş olurum.Etine,kanına,canına karışmış olurum.
Sen eski yılan olmazsın.
Beni öldürmek,kendinde yaşatmaktır.
Hiç kimse öldürdüğünü unutmuş değildir çünkü.
Unutabilmiş değildir.
Yılan başka bir yolu olmadığı için,başka bir yol bilmediği için,yoluna durmuş geyiğe saldırıp,yuttu onu.
Başka bir varoluş biçimi bilmiyordu.Öğrenmemişti.Öğretmemişlerdi.
Bu ormanda ikisine birden yer yoktu.
Cenk uzun sürdü.Orman sarsıldı.
Yılan sarsıldı.
Geyiğin gözleri soktu ilkin yılanı.
Yılansa sonra.
Orman sarsıldı.Ormanlar sarsıldı. Çağrışımlar sarsıldı.
Geyiği yuttuğunda iyice ağırlaşmıştı artık.Yorgundu.Orman ağırlaşmıştı.Şimdi onun yükünü de çekiyordu.Bir an ölcek gibi oldu.O orman kuytusunda,geyiği yuttuğu yerde,olduğu yerde kaldı bir süre,bir yere kıpırdayamadı.Kendine baktığında geyiğin biçimini aldığını gördü.Geyik biçiminde bir yılandı şimdi.Geyiğin gözleri,yılanın pullarında parlıyordu sanki.
Ta onu sindirene,eritene kadar,sonunda geyiğin etine,kanına,canına,zehrine karıştığını duyumsayana kadar orada öylece kaldı.
Bir öç gibi içinde yaşadı geyik.
Doğru söylemişti.
Doğru söylenmişti,
Artık eski yılan değildi...
MurAthAn MungAN(Cenk Hikayeleri'nden...)
_
Gönderen Ey'lûl
31 Mart 2008
U Z A K / ORUÇ ARUOBA
Kişinin yaşamı, uzaklıklar ile yakınlıklar arasında yürür:
kişi, ne yaparsa yapsın, hep, ya, birşeylere _ birilerine _ yaklaşıyor,
ya da birşeylerden _ birilerinden _ uzaklaşıyordur _
hiçbirzaman, biryerde _ birileri ile birlikte _ duruyor değil :
hep yürüyor... Bu bilinç, zor. Canlı tutması, zor :
nelerden _ kimlerden _ uzaklaştığını _ uzaklaşmakta olduğunu _ düşününce, kişi, neleri _ ne çok kişiyi _ yitirdiğini anlar _
gittikçe, daha fazla...
Ama, o, şimdi uzaklaşmakta olduklarına bir zamanlar ne denli yakın olduğunu düşününce de ,
neleri _ ne çok kişiyi _ kazandığını anlar
Garip bir dengedir bu: Yaşadığı yakınlıklar ve uzaklıklar -yakınlaşmalar, uzaklaşmalar-, kişinin yaşamında karşı karşıya gelerek, hem bir yoğun çelişmeler yumağı, hem de bir uzun uyumlar dizisi oluşturur:
Yakınlaşmaları, çünkü, önceleri uzak olmuş; uzaklaşmışları da, önceleri yakın olmuştur — her bir yakını için bir uzak; her bir uzağı için de bir yakın…
Bu denge, kişinin, temelinden anlaşılmaz bir dengesizlik olan yaşamını bir bütün olarak kavramasını da sağlar; anlamış olduğunu sandığı hiçbirşeyi, aslında, kavramamış olduğunu anlamasını da…
Yaşam, belki, kavranınca uzak; anlaşılınca, yakındır — ya da, tersi…
Yaşamı, kişinin, eylemlerinden oluşur — bunların da, kişiye şu ya da bu ölçüde uzak olan; şu ya da bu ölçüde de yakın olanları vardır.
Yaşamı, kişinin, ilişkilerinden oluşur — bunların da, kişiye şu ya da bu ölçüde yakın gelen; şu ya da bu ölçüde uzak kalanları vardır.
Yaşamı, demek ki, kişinin başka kişilerle ilişki içindeyken bulunduğu eylemlerden; böylece de, başka kişilere yakınlaşmaları ve başka kişilerden uzaklaşmalarından oluşur — bunların (henüz bitmemiş) toplamıdır.
Böylesine bitmemiş toplamlar; ya da toplanmış bitmemişlikler, nasıl, toparlanıp bitirilebilir; ya da bitirilip toparlanabilir — burada, bu, deneniyor…
U Z A K
BAMBIE DEER THUMPER RABBIT - Best of Friends
"Tavşan Besleyene Kılavuz", s. 14-20
1.
Tavşan besleyen,
havuç da yetiştirmelidir.
2.
Tavşan besleyen,
evinde attığı her adıma da
dikkat etmelidir ——
tavşan, kendisine havuç verenin
ayaklarını tanır; zıplaya zıplaya,
geliverir...
3.
Tavşan besleyen,
evdeki bitkilerini de emniyete almalıdır —
hatta, kağıtlarını ve kitaplarını ve espadrillerini
ve halılarının püsküllerini ve yırtık blue-jean'lerinin
açıkta kalmış ipliklerini bile —— tavşan,
kemirebileceği herşeyi kemirir.
4.
Tavşan besleyen,
pazardan, maydanozu beşli demetlerle;
pancarları ve turpları, sapları;
kıvırcık ve marulları da, dış yaprakları
kesilip atılmadan almalıdır.
5.
Tavşan besleyen,
meyve ve sebzeleri —örneğin armutları
ve patatesleri— soyar ve ayıklarken,
olağan durumlarda olduğundan daha müsrif davranmayı da
öğrenmelidir —— tavşan besleyen için kendi yiyemeyeceği
ya da yemediği bitki kabukları, sapları, kökleri,
'çöp' değildir, artık...
6.
Tavşan besleyen,
evinin içindeki bütün geliş-gidişlerini,
gerçi hiçbir yargıda bulunmadan, izleyen;
ama, sürekli üzerinde tuttuğu gözüyle
çok temel bir talepte bulunan, bir canlı ile birlikte yaşamayı
—— onun varlık talebini
hesaba katmayı da, öğrenmelidir.
7.
Tavşan besleyen,
arada bir, iç çamaşırlarına dek
—pekâlâ : kokusuzca; ama, sıcak sıcak
ve yapış yapış...— ıslatılmayı da göze almalıdır ——
ya da, gecenin bir vakti, yatağında, koynunda,
kıpır kıpır bir canlı bulmayı...
8.
Tavşan besleyen,
ortalık fazlaca uzun bir süre hareketsiz kaldığında,
hemen şüphelenmelidir :
ya halıların püskülleri, ya balkondaki bitkiler,
ya da kurumaları için kitap yığınlarının üstüne,
gazete kağıtlarına serdiği kereviz yaprakları,
tehlikededir.
9.
Tavşan besleyen,
birlikte yaşadığı varlığın —canlının—, kendisini,
kendi hiç de ihtimal veremeyeceği —yakıştıramayacağı—
ölçüde iyi izleyebildiğini, hatta anlayabildiğini, giderek
tanıdığını ve bildiğini de hesaba katmalıdır
—bu böyleyse, bu bilginin nasıl birşey olduğunu
hiçbirzaman bilemeyeceğini bilse—;
bu, yalnızca kendi kurduğu birşeyse de; bunu da, pekâlâ,
bilse, bile...
10.
Tavşan besleyen,
bütün yakınlaşma çabalarının yanlış anlaşılmasına;
ama, her yakınlaşma çabasına karşılık hemen bir
yakınlaşma bulmaya da alışmalıdır ——
bunun, giderek, ne denli anlamsız olduğunu
anlasa da —— kendini hiç korkmadan ayaklarına
atan bir canlının bu korkusuzluğunun —güveninin(?)...—
nereden kaynaklanabileceğini de hesaba katarak...
11.
Tavşan besleyen,
daha önce ne yapmış olursa olsun,
en ufak bir yakınlaşma girişiminde
bulunduğunda, bütün geçmiş yapılanları unutup
—bağışlayıp(!)— yakınlaşacak
bir canlının sorumluluğunu üstlenmeye de hazır
olmalıdır —— bunun ne denli
anlamsız olduğunu bile bile...
12.
Tavşan besleyen,
kendisini sürekli anlamağa çalışan;
ama, hiçbirzaman anlayamayacak
—sürekli yakınlaşmağa çalışan; ama, hiçbirzaman
yakınlaşamayacak— bir varlığı anlamağa;
ona yakınlaşmağa, çalışmayı da öğrenmelidir ——
bile bile...
13.
Tavşan besleyen,
uzaktan ve sessizce kargışlanmaya da hazırlıklı olmalıdır
—— arada, gözlerinin içine —garip bir biçimde
anlayarak, bilerek— bakıldığını kurmaya da...
…
…
…
U Z A K / ORUÇ ARUOBA
_
Gönderen Ey'lûl
30 Mart 2008
27 Mart 2008 Dünya Tiyatro Günü
Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi / Robert Lepage
Tiyatronun kökenine dair birçok hipotez vardır ama benim bulduğum, masal formundan alınmış ve en düşünce-kışkırtıcı olanıydı:
Bir gece, şafak vakti, bir grup insan taş ocağında ısınmak ve hikayeler anlatmak için ateşin etrafında toplanmış. Birdenbire, içlerinden birinin aklına bir fikir gelmiş. Ayağa kalkmış ve kendi gölgesini kullanarak bir hikaye canlandırmaya başlamış. Taş ocağının duvarlarında ateşten gelen ışığı kullanarak gerçeğinden daha büyük karakterler yapmış. Şaşkınlıkla bakan diğerleri her yaptığını anlıyorlarmış. Güçlü ile zayıfı, can sıkıcı ile canı sıkılmışı, Tanrı’yı ve ölümlüyü…
Bugünlerde şenlik ateşinin yerini projektörün ışığı, taş ocağındaki duvarın yerini de tüm mekanizmasıyla birlikte sahne almış durumda. Tüm bu kurallara ve geleneğe dikkatlice uyan titiz insanlar olarak, bu hikaye bize tiyatronun başlangıcındaki teknolojiyi ve onu bir tehdit aracı olarak değil, birleştirici bir unsur olduğunu anlamamız gerektiğini hatırlatıyor.
Tiyatro sanatının hayatta kalması onun kapasitesine, yeni araçlarla ve yeni dillerle kendini sürekli yeniden keşfetmesine bağlıdır. Tiyatro kendi çağının büyük olaylarına tanıklık etmeyi ne şekilde sürdürebilir ve insanlar arasındaki anlayışı ve açıklık ruhunu nasıl yaygınlaştırabilir? Hoşgörüsüzlük, dışlanma, her türlü füzyona ve kaynaşmaya direnen ırkçılık sorunlarına karşı, kendi pratiklerinde çözümler önererek nasıl kendini onurlandırabilir?
Tüm karmaşıklığıyla birlikte dünyayı anlatmak için sanatçı, yeni biçimler ve fikirler ileri sürmek ve bu kalıcı ışık-gölge oyununda insanlığın siluetini çekip çıkarma yeteneğine haiz olan izleyiciye güvenmek zorundadır.
Ateşle oynadığımız, risk aldığımız doğrudur. Ama aynı zamanda bir şansı da yakalamış oluruz: Yanabiliriz. Ama aynı zamanda şaşırtabilir ve aydınlatabiliriz.
Robert Lepage
Quebec, Kanada
17 Şubat 2008
Orijinali Fransızcadır.
(İngilizce çevirisinden Türkçe’ye çeviren: Volkan Çağlayan)
Robert Lepage (1957-…)
Robert Lepage Kanada’nın en “ödül”lü tiyatrocularından biridir. Kanadalı oyun yazarı, oyuncu ve sinema yönetmenidir. 1957’de Quebec’te doğdu. 5 yaşında bir hastalık sebebiyle saçlarını kaybetti. Ergenlik dönemindeki bir depresyondan sonra utangaçlığını yenebilmek için drama okuluna kaydoldu. Quebec’te, Conservatoire d'Art Dramatique’te okuduktan sonra Paris’te Alain Knapp’ın tiyatro okulundaki atölye ve seminerlerine katıldı. Quebec’e geri döndükten sonra bağımsız yapımlar yaptı ve 80’lerin başında Théâtre Repère’e katıldı. Burada yaptığı “circulations” isimli yapıt Kanada’da “en iyi yapım” seçildi. Ottoawa’da National Art Centre’s’in sanat yönetmenliğini yaptı. Bu dönemde “Needles And Opium” gibi oyunları ve “Macbeth” gibi eserleri sundu. 1993’te ‘Ex Machina’ multi iipliner (çoklu sanat disiplininin bir arada kullanıldığı) bir kumpanya kurdu ve sanat yönetmenliğini yaptı. The Seven Streams Of River Ota ve iki kardeşinin annelerinin ölümünden sonra birbiriyle yarışmasıyla, Birleşik Devletler ve Sovyetler’in uzay yarışını karşılaştırdığı en tanınmış yapımlarından biri olan “The Far Side Of The Moon”u yaptı. Daha sonra filme de uyarladı. Bu kumpanyayla birlikte gerçekleştirdiği yapımlar dünyanın çeşitli yerlerinde sahnelendi. Lepage müziğe de bulaştı. Peter Gabriel’in Secret World turunun sahne yönetmenliğini yaptı ve operalar sahneye koydu. Son oyunu Danimarkalı masal yazarı Hans Christien Andersen’nin “The Dyrad” isimli eseridir ve uluslararası birçok ödül almıştır. Şu anda “The Image Mill” isimli, dünyanın en büyük mimari projektörü olacak bir proje için çalışmaktadır. Quebec Şehri’ni Bassin Lousie ırmağı çevresinde geçmişi, bugünü ve geleceği dört büyük çağa ayırarak (su yolları ve keşif çağı, yollar ve yerleşimler çağı, trenyolları ve gelişme çağı, uçak yolculukları ve iletişim çağı) bir ses, ikon ve fikirler mozaiği olarak sunduğu bu çalışma halen sergilenmektedir.
Alıntı
Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi 2008 / Orhan Alkaya
Bugün 27 Mart 2008, Dünya Tiyatro Günü. Bu kez önünüzde konuşmak görevi ve onuru bana verildi.
Ustam Muhsin Ertuğrul'un yazdığı ilk Ulusal Bildiri'nin otuz yıl sonrasında ve O'nun kurumsallaştırdığı tiyatronun doksan dört yıllık birikimine işçilik ettiğim zamanda.
Türkiye tiyatrosu hayli zamandır bir uzun geçidin tam içerisinde duruyor ve geçidin darlığı hayal gücünü bunaltıyor. Bu geçitten, binlerce yıllık ayrışık kültürel zenginliğimizle süzülmek, Dünya köyüne, kendi oyun oynama birikimimizle akmak üzereyiz.
Küçük bir köyde yaşıyoruz, ısınıyor yahut üşüyoruz, mutlaka seviniyor ve üzülüyoruz, farklı dillerde konuşuyoruz ve ötesi, daima hissediyoruz. Köyün bilgeleri ve onların söylenceleri, uzun, durağan hayat önermelerini kışkırtıyor, hepimizi tekçi dayatmalardan koruyup sakınıyor, yaşamak böyle anlam kazanıyor. Çünkü başlangıçta hayat şekilsizdir.
Öyleyse, oyun oynamaktan ne alıkoyabilir bizi? Pek az temel izlek var biliyoruz, ama yaratıcı insan kadar çok hikâye kurma ve anlatma biçimi de var. Tiyatro sanatı hayatı sıkıcı, ısrarcı bir düzenekten koruyup kollarken, yaratıcı insandan beslenir, besleniyor. Çünkü insan eşsizdir.
Olsa olsa henüz köyün sokaklarında saklı kalmış biçimler var ve yasak mahallelere ansızın girmek heyecan vericidir. Yeni biçimlere ihtiyaç duyuyoruz, çünkü tıkanmak ölümdür. Biçim özün ta kendisidir ve en çok biçim yasaklanır bilinebilen zamanda.
Aynı anda ileriye ve geriye, yani hayatı anlamlı kılacak kimyaya, yeryüzü yaşayanının şaşırtıcı imgelemiyle gidip gelelim -ki sahici tekliği, bugünde var olan İnsan'ı anlamlı kılabilelim. Bütün zamanları kapsayan ânda, bugünde!
Bugün daima yakıcıdır. İkaros'un kanatları elbette acıyacaktır ama kim güneşe o denli yaklaşmayı tasavvur edebilir ki? Çünkü ancak, yanmayı göze alan aydınlatabilir.
Tiyatro ümitsizliğin reddidir, çünkü oyun daima başlar. Şimdi ve burada, yeniden, oyun başlamak üzere.
Başlayalım öyleyse; hayatın gözden geçirilmiş yeni yorumlarına her zaman ihtiyacımız oldu. Bu ihtiyaç olmasaydı tiyatro ne işe yarardı -ki?
Orhan Alkaya
Rejisör
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları
Genel Sanat Yönetmeni
_
Gönderen Ey'lûl
ADSIZ I - II / DüŞ SOKAGI SAKiNi
gerçekler nerde, hüzünler çoğalmış..
aşk için kurduğum düşlerin yerini,
kocaman yanılgılar almış.
geriye dönemem, ölümden beterdir yenilgiler.
Gözyaşlarım birer birer, uykularımda toplanmış.
gece oldu, sözüm bitti, uykum geldi, yatağım boş, üşüyorum, nerdesin?
tükendim artık, sen yoktun, hiç olmadın, ben ağladım, sen güldün, nerdeyim?
sevgiler nerde, gerçekler yalanmış.
aşk için kurduğum düşlerin yerini,
Kocaman yanılgılar almış.
günleri geçiremem, kalbimden düşer sevişmeler.
gidişlerim birer birer, özleminde çoğalır.
gece oldu, sözüm bitti, uykum geldi, yatağım boş, üşüyorum, nerdesin?
tükendim artık, sen yoktun, hiç olmadın, ben ağladım, sen güldün, nerdeyim?
Adsız Özlem / duet : Murat Yılmaz Yıldırım - Ece Minar
_
Gönderen Ey'lûl
27 Mart 2008
26 Mart 2008
İBRAHİM'İN BENİ TERKETMESİ
"...tamamlanmak bir hayat ister..."
Âdem'in Yalnızlığı: Dördüncü Gece, ikinci bölüm
Tacirler eski bir pazarda
Kehribar ve akik sattıklarında
Kaplanların gözleri parlar.
Ve parmakta taşınan renk bir kapı olur
Her şeye açılan.
Bir parmakta taşınan yüzük
Gizlediği zehir ve istekle
Sonsuzlukla tamamlanır.
syf:39
[...]
ve terkedilişten önce
sonra belki de
tavaf edildiğinde kalan
nakış
ellerde.
kaderdir
kaderdir bir sütunun etrafında
çocukluğu döndüren
sensin belki de tavaf edilen
sensin elbette.
[...]
Bejan Matur, İbrahim'in beni terketmesi,
Metis, 1. basım, mart 2008
Otuz üç şiirin yer aldığı kitap dört bölümden oluşuyor:
I- Âdem’in Yalnızlığı,
II- Ve Melekler Sağ Omuza Konar,
III- İlk Konuşma
IV- Kaplanların Çizgileri.
_
_
Gönderen Ey'lûl
25 Mart 2008
Altay Öktem
Sen bir dağsın esmer adamların durmadan kazdığı
bir dünya varsa eğer kitapların yazdığı
babamın anlattığı doğruysa yani; öyle bir dünya
sen dışındasın hem de merkezisin bir anlamda
eğri bir biçimsin birlikte yakalandığımız
kendisiyiz hep suçlanan bir sesin
yağmurda kaybolmuş bir kedinin korkusuyuz
ya da buna benzer bir şeyiz; hiçbirşeyiz
az çekilen bir ceza gibi tırmanmıştık hayatı
anımsa; aşk uzun süren uykusuydu evcil bir kışın
ya da öyle sanmıştık; bütün suçları işledik ne güzel
şimdi güpegündüz ben bir dağı kazmaya gidiyorum
sen bir dağsın esmer adamların durmadan kazdığı
hep başkalarının kollarında seviyoruz hayatı
raydan çıkan tren ne kadar severse enkazını
o kadar. onun kadar seviyorum inan suçlarını
aşk tek kişiliktir, bütün deliler bilir sayı saymasını
ve sarılıp yatmanın anlamı yoktur kaldırımlarda
eğer fazla yaşlanmışsak bir anda fazla ıslanmışsak
bir dünya varsa eğer kitapların yazdığı
yırt bütün kitapları beni sevdiğini kanıtla
yatağını açık tut bütün aşklara
_
Gönderen Ey'lûl
24 Mart 2008
21 MART " DÜNYA ŞİİR GÜNÜ "
BİLDİRİ-2008
ŞİİR: "DİLİN İÇİNDEKİ YABANCI DİL"
AHMET OKTAY
Şiirin iç çekişinde ya da haykırışında duyduğumuz, varlığın ve varoluşun sesidir. Eğer şiir, en derin metafizik kaygıları olduğu
kadar, en güncel politik istekleri de dile getirebiliyorsa, bu ; hem toplumsal etkinliğimize hem de tinsel beklentilerimize ait oluşundandır.
Şiiri bir biçim sanatı olarak tasarlamak ya da tanımlamak, onu bir içerik sanatı olarak da tanımlamaktır. Biçimi olmayan hiçbir öz ve vice versa; özü olmayan biçim yoktur. Sadece ilişkiler ve karşıtlıklar vardır şiirde. Evet'le hayır arasında diyalektik bir gidiş geliş, Şiir budur.
Şiirsel imge, tam da Hegelci/Marksçı anlamda, karşıtların birliği ve çözülüşüdür. Tam da bu yüzden, şiirden hem her şey, yani tinsel ve toplumsal yaşamımızın olumlu ve olumsuz ögeleriyle dolmuş bütünlüklü görünümünü dillendirmesini hem de hiçbir şey olmamasını, yani göndergesiz bir söylem kurmasını bekleriz.
Ama son kertede şiir, Pindaros'tan bu yana, toplumsala gömülüdür (socially embedded) ve toplumsal olarak düzenlenmiştir (socially regulated).
Şiir, belirsizlikle doludur. Şair, başladığı bir şiir hakkında bir ön düşünceye sahip olsa bile, şiirinin bütününün ne olacağını bilmez. Şiir, bir yerde bilinçdışı ile bağlantılıdır. İrish Murdoch, şiirin "doymak bilmez her yerde oluşundan" söz eder. Evet, her yerdedir şiir.
Şiirsel dil, sınırları iyice belirgin bir şey'in ya da bir duyumun, betimi değil, bir haline geliş'in dilidir. Deleuze/Guattari ikilisinin sözleriyle, şiir "dilin içindeki yabancı dildir"
Şiir, en uzlaşmacı göründüğü noktada bile, yabanıl ve hayırlayıcı olmayı başarır. Verili gerçekle yetinmeyiş, şairin başkaldırıcı gücünün besleyici toprağıdır. Şiirin düzeni, son kertede bir düzensizliği ima eder.
Küresel kapitalizm imgeler alanını, yani sanatsal alanı da sömürgeleştirmiş bulunuyor. Ama şiiri halâ sömürgeleştiremedi ve Pazar Ekonomisi'ne eklemleyemedi. Magazinel edebiyat basını, şiiri halâ manşet yapamıyor ve ayağa düşüremiyor. Nietzsche "çekiçle felsefe yapmaktan" söz etmişti.
Şair, halâ çekiçle yazabiliyor.
_
_
_
Gönderen Ey'lûl
23 Mart 2008
21 Mart 2008
"intihar fiyakalı bir sustalı gibi durur şairlerin arka cebinde."
Birbirimizi Öldüreceğimizi Kimseye Söylemeyeceğim!
seni seviyordum ve
çocuk bahçelerinde intiharı düşünmek de artık yasaktı! ..
.
.
.
şiirlerimi yakmaktan vazgeçtim
senden sözetmeyi özlüyorum yalnızca
birbirimizi öldürmek için verdiğimiz söz, karşılıklı yemin
kimseye söylemedim
kimseye de söylemeyeceğim!
hep bir bukalemunu
ölümle yer değiştirmek için yaşadım ben...
gün oldu sarıdan tiksindim, ottan ürktüm
zamanı geldi içimde
burnu kanayan bir lise öğrencisi yarattım
ne kadar hırpalarsan hırpala bedenini
bir canı kendinden silkip atamazsın
insanı adaletle
aşkı herhangi bir çocukla değiştirmek için yaşadım..
uyruğum oldu sarı (saçların) , ota (gözlerine) taptım
küfrettim sana, lanet ettim, unuttuğunu sandım çoğu kez
ama ihanet etmedim verilen söze, edilen yemine
birbirimizi tanıdığımızı kimseye söylemedim
söylemeyeceğim de kimseye!
K. İskender
_
Gönderen Ey'lûl
19 Mart 2008
DüŞ SOKAĞI SAKiNLERi
İzler
______________ karanliklar...
Uzaklardan bak bana
Kalbimdekini gör
Ne yollardan geçtim
Şimdi nerdeyim
Nerdeki bilinmeyendeyim
Limanlardaki Fener gibi
Bir yanıp bir sönmekteyim
Kömür karası saçlarına asın beni sevgilinin
Hüzünlü bir vedayla kaybolup gideyim
Şarkılarım ve günahlarımla
Göklerdeki ışıklara...
Korkuyorum içimdeki karanlıktan
Uğramıyor yanıma artık güneş
Yakınlarıma vuruyor gölgen
Avutuyor gözlerimi
Dilimde yaralı aşka dair kıpırdanışlar
Yanlış bir yalnızlığın bedelini ödüyorum şimdi
Kömür karası saçlarına asın beni sevgilinin
Hüzünlü bir vedayla kaybolup gideyim
Şarkılarım ve günahlarımla
Göklerdeki ışıklara...
Söz: Murat Yılmayıldırım
Müzik: Murat Yılmazyıldırım
Albüm: Kara Aşka Beyaz Göndermeler -I-II-
_
Gönderen Ey'lûl
17 Mart 2008
LALE MÜLDÜR
SAATLER / GEYİKLER
[...]
IV
Güzel bir rüya:
Yanımda birisi
var, tanımadıgım
birisi. "Ben yokken
ne yaptın?" diyor.
"I didn't exist" diyorum.
"Ben de" diyor.
[...]
VI
Çok güzel bir rüya:
Helikopterimle uçuyorum
bayağı helikopter
kullanıyormuş gibi
oluyor. Boğaz'ın
üzerinden geçiyorum.
Çok güzel tanıdık bir
duygu. Rüzgârlara karşı
yana kırıyorum filan.
İtalyan aristokrat bir
kadın havaalanlarının
sahibi. Bana "Adamo
suyundan / nehrinden
içtin mi?" diye
soruyor. Hangi nehir
bilmiyordum ki diyorum.
3. uçuş rüyam.
O gece güzel
bir şey oluyor.
VII
Çok güzel bir rüya:
Asfaltın üzerinde
su var ama ayaklarım
ıslanmıyor.
Gauguin'in tabloları gibi.
Pembe çiçekli ağaçlar.
Yerlerde dev pembe
tropik çiçekler var.
Daha sonra La Croix
Blanche'da yemek yiyoruz.
[...]
_
Gönderen Ey'lûl
14 Mart 2008
MAVi GöKYüZüM
"başımı hem göğe cevirdim hem de başımı egdim" aşka!
Bir bilgine sormuşlar tasavvuf nedir diye.O da şöyle cevap vermiş:
Hüzün geldiğinde kalpte duyulan huzurdur.
Senin olan seninledir.
EY Asi,,bil ki kazancın aşktır ...
inananlarin alameti yenilgidir,ama inananlarin yenilgisinde iyilik, (iyimserlik) vardır.
Mesnevi
......
Gönderen Ey'lûl
13 Mart 2008
GöRKEMLi KAYBEDENLER
"bir insanın doğasındaki en özgün şey genellikle en umutsuz olandır"
ALTIKIRKBEŞ 6:45
Leonard Cohen Beautiful Losers
COHEN artık yeni bir albüm yapmıyor.
Hayatını bir zen manastırında sürdürüyor.
Leonard Cohen-Famous blue raincoat -1979
Gönderen Ey'lûl
11 Mart 2008
LALE MÜLDÜR
SAATLER / GEYİKLER'den
gizem bir geyik başı gibi uzanıyor aramızda
boynuzlarında senin karmaşan ve sana ait bilmediğim,
bilmek istemediğim onca şey.
buna benzer çözemediğim bir çok şey
ormanda sarı yapraklar düşmeye başladığı zaman saçlarının arasından
sarı bir yaprak fosili boynunun tam kenarında
...
iki geyik ormanın kuytularında
birbirine sarılmış yatıyor.
boynuzları birbirine geçmiş...
...
kırmızı bir yunusun havada sıçraması olurdu senin gülüşün,
ama gülmüyorsun .
beni boğmak mı istiyorsun?
benim zaten boğulduğumu farketmiyor musun?
...
geyiğin boynunda kırmızı bir leke var
melankolimin tozu alındığında, kanayan bir yürek çıkacak ortaya.
iki geyiğin birbirine geçtiği yerde
orman ışığı kırılıyor.
"kalbin ilmini yap" diyor bir ses
aortanın kırmızılığı gibi geyiğin boynunda bir kırmızı leke...
...
geyiğin boynunu tuttuğum zaman elimde kalan pas lekesi
yada böyle birşey seni anlamaya çalışmak.
seni sevdiğim zaman kadife tüylü bir geyik ormanda su içiyor
yada yeşil kadife tüylü bir su akıyor boynuzlarımızın arasından.
...
dünya tatsızlığı kristalleşirken kimyasal bir çözeltide,
hiç bir şeyi çözemezsin...
bileklerini de kesemezsin
anti-maddeye kaçmak istersin sadece
bazen ama bir insanla bir şey olur
kısa süren bir şey
iki geyiğin sıçrayıp havada öpüşmesi gibi
bazı insanlarla yıllarca görüşsen de bir şey olmaz.
...
ormanda bir kuş hızla dönüyordu.
aşık olduğumuz zaman
yürek denen ormanda bir kuş anormal bir hızla döner
ve kaçmamız gerektiğini söyler bize
çünkü her şey çok fazladır
kendi etrafında nefes kesici bir biçimde dönen bir kuş
kendini ve etrafındakileri yaralar
tehlikedir onun adı...
bunun için aşkı hiç kimse, insanın kendi arkadaşları bile istemez
kumrular sakindir bir tek
ben kumru değilim
sen de
...
seninle biz hiç kavga etmeyelim
çünkü geyikler kavga ettiklerinde boynuzları birbirine dolanır ve
ölürlermiş.
...
gece saat 3:30. senin için birşeyler yazmak istiyorum
ama gözlerinin karşılaştığın insanlara nasıl sevgiyle baktığından
başka birşey gelmiyor aklıma
içimdeyken bana bakışın bir de.
kumru değiliz biz
geyiklerin sonu da çok acıklı
ne kalıyor geriye?
...
gece 10'a doğru aradın
birkaç gün sonra dolunay olacağını, rakı içeceğini ve denize deniz
kızları için biraz rakı dökeceğini söyledin.
kıskandırmanın daha zarif bir yöntemi olamazdı ama beni daha fazla
kıskandırma olur mu?
dayanamam ben buna taş kesilir boynuzlarım.
içimdeki kuş ölür
...
"can you hear me major tom?"
...
doğuya bakan yüzünle bak bana ve kalbimin bir porselen gibi olduğunu
hiç unutma
çocuk gibi olduğumu söylemiştin zaten.
çocuk gibi yazdıgımı biliyorum bu kitapta
kırmızı mürekkeple boyanmış bir çocuk başı uyuyor kalbimde.
fosforlu gözleri açıklanamayan şeylerin merkezi gibi.
tıpkı bunun gibi açıklanamayan şeylerin merkezi olsun isterdim bu
kitap;
hiç kumru olamamış bir çocuk izini bırakırken onun üstünde;
ararken bir kumru oluş halini...
...
hayır saatleri, geyikleri anlatmıyor bu kitap.
bir kumru oluş halini anlatıyor,
yada bir kumru olamayış halini.
bazen birşey görünür gibi oluyor,
bazen bir şey görünmüyor.
bazen bir şey değişecekmiş gibi oluyor, bazen bir şey değişmiyor
bazen beni hep sevecekmişsin gibi oluyor,
bazen hiç sevmemişsin gibi...
bazen bu kitap açıklanamayan şeyleri anlatıyormuş gibi oluyor
bazen hep açıklanan şeyleri
bazen bu kitap senin gibi oluyor, bazen benim gibi
yani sen beni kumru yapmaya çalışırken benim kumru olamayış
halimi...
bazen bu kitap aşk gibi oluyor, bazen anti-aşk gibi....
...
hayır elbette saatleri, geyikleri anlatıyor bu kitap
insan ilişkilerinden bahseden bir kitap başka neyi anlatabilir ki?
bizim uslanmaz ruhlarımız hiç kumrulaşabilir mi?
suskuyla yanyana oturan iki kumru ...
iki sevgili yanyana oturarak uzun süre hiç konuşmadan...
yani kumrulaşabilir mi?
hayır elbette senin aradığın saatleri anlatmıyor bu kitap
aramadığın onca saatin dehşetini anlatıyor ancak.
ve çocuk gibi olmadığım , fazlasıyla realist olduğum için tek bir
saate doğru ilerliyor:
geyiklerin kavga edip, boynuzlarını açamayarak öleceği saate...
...
yine de kumru masalını sürdürmeyi deneyecek bu kitap
çünkü kumru olamaz dediğin anda
aşk da bitiyor kitap da!
daha kavga etmedik
boynuzlarımız birbirine dolaştı ama sadece ormanda uykuda.
bak hala "major tom" çalıyor pikapta...
LALE MÜLDÜR
Gönderen Ey'lûl