^^ ИÍLGŰИ МAЯMAЯA ^^

06 Nisan 2008

OYUNLAR İNTİHARLAR ŞARKILAR

"el falı avuç içinin yazgısı/ kader çizgisi, ölüm deja vu/

ayrılışlar, ayrılışlar, yaşanmamışlıklar/

yalnızca bir kadehi içilmiş yetmişlik/ i n t i h a r ''


Woolf !
yani bir kadın
yani bir insan
çeyizlerini emanet ettiğin duyarlıklar
dilerim ki ırmaksız yaşar
yeryüzünü kanatmadan (s. 43).

'Bir Kadın ve Bir Irmak İçin Şiirler'


PAVESE'nin GÜNLÜKLERİ
I.
bir ölüm yalınlığı durulturken
piomente imgelerini
her suskunluk
bir iç kanamasıdır ilişkilerde
her duygu bir sürgüne dönüşür
bir kadın kimliğinde
aşk yeniden çoğaltır yenilgilerini
pavese, yani o bilenmiş uçurum duygusu
bulur son hüviyetini sıkılgan katilinde.

II.
aşkın ve cinayetin, buzul kimsesizliğinin
sessizliklerle yaşanan zıpkın gerginliği
ve kalemin öteki yüzü, tutkunun siyah şiirleri
bir hiçliğin düşmanca felsefesinde
ya da Pavese'den sonra yaşanan
Pavese günlüklerinde.
...
ölüm kendini ararken
ve görüntülerken kendini her gün
bir şiirin apansız tetiğinde.

III.
çoğul bir siyahtır artık
kalemin değdiği her kör nokta
her çizgi daha çizilirken kendine
uçurumlar kazan
bir intihardır şiir adında.

IV.
bir ölüm denemecisi
yazar, unutulmuş kentleri, batık denizleri, sevgilileri
delilik gözleri gibi
sözcüklerden yontulmuş bir sessizlik ve
sonsuz bir yalnızlık gibidir yazmak eylemi.

V.
bir anı (zehir tadında),
bir görüntü (kimsenin görmediği
gizlenmiş, duyarlığa),
bir sözcüğün yer değiştirmesi
(belli belirsiz paslanarak),
ve sonra apansız bir akşam gezintisi
yeni bir düşünce verebilir insana
birkaç zamanlık yaşama inadı
biraz tebessüm
-kırık dökük de olsa-
"yeni bir hayat" kurmacalarına
dokunma isteğinin yonttuğu tutunma çabalarına
...
sonra çözülür zıpkın
kendini bırakır
gölgesini düşüren takıntılarına.

VI.
sözcükler, ah sözcükler kimsesizliğim benim
nefret, bütün duyarlıklar adına tek mülkiyetim
...
nerden gelsem ben
nereye gitsem pavese
...
içimde hep bir konuk duyarlığı
ben hep bir konuk gezdiririm
yakamda bir çiçek kabarıklığı
...
nereden gelsem ben
nereye gitsem pavese
...
kimsenin ağırlamadığı.

VII.
yinelenmekten eprimiş nesneler
Piomente'de yine şiddet ikindileri
tedirgin sayfaların dizgini şiir
huzursuz bir tay gibi silkeler dizeleri
silkeler gururun ve şehvetin yurtsaydığı
izlenimci Piomente harabeleri
sevdaydı, şiirdi, öfkeydi, aşktı
bunların hepsi usul usul intihar evrimleri.

VIII.
günden güne eksiliyor tekil kalabalığım
artık sabahı da kaplıyor acı.
tiksiniyorum bütün bunlardan
Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım.
Murathan Mungan OYUNLAR İNTİHARLAR ŞARKILAR


05 Nisan 2008

DAĞ

"...Şiire başka bir âlemin kapısından geçilerek girildiğini önceki deneyimlerimden biliyorum elbet. En azından benim şiirle ilişkim, böyle bir ilişkidir.
Birdenbire o kapıdan geçmiştim. Her şeyi askıya alıp kendimi şiire, onun diline, sihrine, âlemine bıraktım. Dağ tutmasına yakalandım. Kitabın adı, “Dağ”. İçimin dağ zamanıydı. Dağ tuttu mu, çıkacaksın..."


Cümle Kapısı

Cümle kapısından geçtim, cenderesi
ödendi her hecenin, bıraktım
iki yakasını bacaklarımın arasında
tuttuğum ırmağı
içimde aktı
içinden geçtim, helal büyü...


Murathan Mungan/ DAĞ

04 Nisan 2008

...öYLE KüÇüK ŞEYLER YüZüNDEN...

Haydar ERGÜLEN

"U Z aklığım sizde kalsın..."

Ay, zalim ay, öyle diyorlar; ‘ayların en zalimi nisan’.
Bir şiirden ötürü mü hayattan ötürü mü, biliniyor da bilinmiyor gibi.
‘Belki şehre bir film gelir’, film de geldi şehre ölüm de.
Bu nisan her şey geldi de şehrimize, şiir gelmedi, geleceği de yok bu gidişle, gelişle, duruşla.
[...]
Aylardan nisandır, şehirde ‘Tuz Günleri’ hüküm sürmektedir: ‘Ölüm kültürü mükemmeldi, hiç acele etmez, işini bilirdi’ der şair Orhan Alkaya
ve der ki: ‘İnsan yok etmeye yazgılıdır ve varlık/ bu şiddetle sınanır. İşte şöyle:/ Ormanlarımızı yakarlar, hayvanımız yaralanır/ kalbimiz kırılır soludukça çok yıllık ölümü/ ırmağımızı ateşe salar semender tıynetan-ı aşk/ gül yanlış kokarsa, tuz yakaya takılır/.../bize yapılanları gördüm, hepsini/ gül yanlış kokarsa, tuz yakaya takılır.’ Nisan, bizden ibarettir, zalim bir kederdir, kimsenin gözünde bulut yoktur bir damla olsun, yine de gözlerimizle değil sözlerimizle yağmuru tarif etmekte üstümüze yoktur. Şehre bir bulut gelmiş mi diye bugünlerde birbirimizin gözüne bakmak istiyoruz. Sanki bir şiir arar gibi, eski bir şiiri arar gibi: Tanrı aşkına biraz merhamet, biraz mavi, biraz da cumartesi!’ deyip susuyoruz. Çıplağız, gözlerimizden başka örtü yok bize! derken Engin Turgut’un dizesine bakıyoruz: ‘Ve ben öldüm öyle küçük şeyler yüzünden.’ Bir insan yağmuru yağsa da ölüm çıkmasa artık içeriden!

nisanyagmuru
.




02 Nisan 2008

MU.MU.

YILAN İLE GEYİK
Yılan dedi;Issızlıktır karanlıktır yerim.Akarım,giderim,kendime kıvrılırım.
Çıkma yoluma.
yolum varlığımdır benim.
Bilirim:büyüksün benden,irisin,güzelsin,görkemlisin;
Lakin ben daha güçlüyüm senden
yutarım seni avım olursun
Ormanında yok olursun.
Ormanında yok olursun.

Yılan bütün bunları onu görmeden,dedi.
Tanımadan bilmeden,dedi.
Korkarak,dedi.
Tanımaktan,bilmekten,görmekten korktuğu için dedi.
Korkmaktan korktuğu için dedi.
Ormanın yasasındaki düşmanlığı tehdit eden şeylerdi bunlar.Tanırsa,bilirse,görürse,severse,
düşmanlık tehlikedeydi.
Bu yüzden hiç tanımadan
hiç bilmeden,
hiç görmeden
dedi.
Geyik,yılandan daha büyük olduğunu biliyordu.Belki daha güçlü değildi ama,daha büyük olduğu kesindi.Yılan,geyikten daha atak,daha çevik ve daha öldürücüydü.Bu cenkte
bir cenkte
geyiğin ölmesi beklenen bir şeydi.Bilinen bir şey.
Bunu geyiğin de bilmesi,sanki varlığından büyük bir yükü alıp gitmişti.Yeğniliği,sekmesi bundandı.
Ölümünü başkalarının ellerine bırakmıştı.
Bu da belki bir başka öldürme yoluydu belki.

Geyik,bilmediği bir şey anımsattı yılana.
İlk karşılaştıklarında.
Bilmediği,ya da bilmezden geldiği,ya da bilmeyeceği,bilemeyeceği.
Güçlüsün,zehirlisin ve açsın.
beni yutarsın istesen,dedi.
ama unuttuğun bir şey var,ben senden daha büyüğüm,beni yuttuktan sonra,en azından beni sindirene,eritene kadar bir zaman benim biçimimle yaşarsın,benim biçimimde yaşarsın.Daha sonra zaten erimiş olurum,sende erimiş olurum.Etine,kanına,canına karışmış olurum.
Sen eski yılan olmazsın.
Beni öldürmek,kendinde yaşatmaktır.
Hiç kimse öldürdüğünü unutmuş değildir çünkü.
Unutabilmiş değildir.

Yılan başka bir yolu olmadığı için,başka bir yol bilmediği için,yoluna durmuş geyiğe saldırıp,yuttu onu.
Başka bir varoluş biçimi bilmiyordu.Öğrenmemişti.Öğretmemişlerdi.
Bu ormanda ikisine birden yer yoktu.
Cenk uzun sürdü.Orman sarsıldı.
Yılan sarsıldı.
Geyiğin gözleri soktu ilkin yılanı.
Yılansa sonra.
Orman sarsıldı.Ormanlar sarsıldı. Çağrışımlar sarsıldı.
Geyiği yuttuğunda iyice ağırlaşmıştı artık.Yorgundu.Orman ağırlaşmıştı.Şimdi onun yükünü de çekiyordu.Bir an ölcek gibi oldu.O orman kuytusunda,geyiği yuttuğu yerde,olduğu yerde kaldı bir süre,bir yere kıpırdayamadı.Kendine baktığında geyiğin biçimini aldığını gördü.Geyik biçiminde bir yılandı şimdi.Geyiğin gözleri,yılanın pullarında parlıyordu sanki.
Ta onu sindirene,eritene kadar,sonunda geyiğin etine,kanına,canına,zehrine karıştığını duyumsayana kadar orada öylece kaldı.
Bir öç gibi içinde yaşadı geyik.
Doğru söylemişti.
Doğru söylenmişti,
Artık eski yılan değildi...

MurAthAn MungAN(Cenk Hikayeleri'nd
en...)
_

31 Mart 2008

U Z A K / ORUÇ ARUOBA


Kişinin yaşamı, uzaklıklar ile yakınlıklar arasında yürür:
kişi, ne yaparsa yapsın, hep, ya, birşeylere _ birilerine _ yaklaşıyor,
ya da birşeylerden _ birilerinden _ uzaklaşıyordur _

hiçbirzaman, biryerde _ birileri ile birlikte _ duruyor değil :
hep yürüyor... Bu bilinç, zor. Canlı tutması, zor :
nelerden _ kimlerden _ uzaklaştığını _ uzaklaşmakta olduğunu _ düşününce, kişi, neleri _ ne çok kişiyi _ yitirdiğini anlar _
gittikçe, daha fazla...
Ama, o, şimdi uzaklaşmakta olduklarına bir zamanlar ne denli yakın olduğunu düşününce de ,
neleri _ ne çok kişiyi _ kazandığını anlar

Garip bir dengedir bu: Yaşadığı yakınlıklar ve uzaklıklar -yakınlaşmalar, uzaklaşmalar-, kişinin yaşamında karşı karşıya gelerek, hem bir yoğun çelişmeler yumağı, hem de bir uzun uyumlar dizisi oluşturur:
Yakınlaşmaları, çünkü, önceleri uzak olmuş; uzaklaşmışları da, önceleri yakın olmuştur — her bir yakını için bir uzak; her bir uzağı için de bir yakın…
Bu denge, kişinin, temelinden anlaşılmaz bir dengesizlik olan yaşamını bir bütün olarak kavramasını da sağlar; anlamış olduğunu sandığı hiçbirşeyi, aslında, kavramamış olduğunu anlamasını da…
Yaşam, belki, kavranınca uzak; anlaşılınca, yakındır — ya da, tersi…

Yaşamı, kişinin, eylemlerinden oluşur — bunların da, kişiye şu ya da bu ölçüde uzak olan; şu ya da bu ölçüde de yakın olanları vardır.
Yaşamı, kişinin, ilişkilerinden oluşur — bunların da, kişiye şu ya da bu ölçüde yakın gelen; şu ya da bu ölçüde uzak kalanları vardır.
Yaşamı, demek ki, kişinin başka kişilerle ilişki içindeyken bulunduğu eylemlerden; böylece de, başka kişilere yakınlaşmaları ve başka kişilerden uzaklaşmalarından oluşur — bunların (henüz bitmemiş) toplamıdır.


Böylesine bitmemiş toplamlar; ya da toplanmış bitmemişlikler, nasıl, toparlanıp bitirilebilir; ya da bitirilip toparlanabilir — burada, bu, deneniyor…

U Z A K




BAMBIE DEER THUMPER RABBIT - Best of Friends



"Tavşan Besleyene Kılavuz", s. 14-20

1.
Tavşan besleyen,
havuç da yetiştirmelidir.

2.
Tavşan besleyen,
evinde attığı her adıma da
dikkat etmelidir ——
tavşan, kendisine havuç verenin
ayaklarını tanır; zıplaya zıplaya,
geliverir...

3.
Tavşan besleyen,
evdeki bitkilerini de emniyete almalıdır —
hatta, kağıtlarını ve kitaplarını ve espadrillerini
ve halılarının püsküllerini ve yırtık blue-jean'lerinin
açıkta kalmış ipliklerini bile —— tavşan,
kemirebileceği herşeyi kemirir.

4.
Tavşan besleyen,
pazardan, maydanozu beşli demetlerle;
pancarları ve turpları, sapları;
kıvırcık ve marulları da, dış yaprakları
kesilip atılmadan almalıdır.

5.
Tavşan besleyen,
meyve ve sebzeleri —örneğin armutları
ve patatesleri— soyar ve ayıklarken,
olağan durumlarda olduğundan daha müsrif davranmayı da
öğrenmelidir —— tavşan besleyen için kendi yiyemeyeceği
ya da yemediği bitki kabukları, sapları, kökleri,
'çöp' değildir, artık...

6.
Tavşan besleyen,
evinin içindeki bütün geliş-gidişlerini,
gerçi hiçbir yargıda bulunmadan, izleyen;
ama, sürekli üzerinde tuttuğu gözüyle
çok temel bir talepte bulunan, bir canlı ile birlikte yaşamayı
—— onun varlık talebini
hesaba katmayı da, öğrenmelidir.

7.
Tavşan besleyen,
arada bir, iç çamaşırlarına dek
—pekâlâ : kokusuzca; ama, sıcak sıcak
ve yapış yapış...— ıslatılmayı da göze almalıdır ——
ya da, gecenin bir vakti, yatağında, koynunda,
kıpır kıpır bir canlı bulmayı...

8.
Tavşan besleyen,
ortalık fazlaca uzun bir süre hareketsiz kaldığında,
hemen şüphelenmelidir :
ya halıların püskülleri, ya balkondaki bitkiler,
ya da kurumaları için kitap yığınlarının üstüne,
gazete kağıtlarına serdiği kereviz yaprakları,
tehlikededir.

9.
Tavşan besleyen,
birlikte yaşadığı varlığın —canlının—, kendisini,
kendi hiç de ihtimal veremeyeceği —yakıştıramayacağı—
ölçüde iyi izleyebildiğini, hatta anlayabildiğini, giderek
tanıdığını ve bildiğini de hesaba katmalıdır
—bu böyleyse, bu bilginin nasıl birşey olduğunu
hiçbirzaman bilemeyeceğini bilse—;
bu, yalnızca kendi kurduğu birşeyse de; bunu da, pekâlâ,
bilse, bile...

10.
Tavşan besleyen,
bütün yakınlaşma çabalarının yanlış anlaşılmasına;
ama, her yakınlaşma çabasına karşılık hemen bir
yakınlaşma bulmaya da alışmalıdır ——
bunun, giderek, ne denli anlamsız olduğunu
anlasa da —— kendini hiç korkmadan ayaklarına
atan bir canlının bu korkusuzluğunun —güveninin(?)...—
nereden kaynaklanabileceğini de hesaba katarak...

11.
Tavşan besleyen,
daha önce ne yapmış olursa olsun,
en ufak bir yakınlaşma girişiminde
bulunduğunda, bütün geçmiş yapılanları unutup
—bağışlayıp(!)— yakınlaşacak
bir canlının sorumluluğunu üstlenmeye de hazır
olmalıdır —— bunun ne denli
anlamsız olduğunu bile bile...

12.
Tavşan besleyen,
kendisini sürekli anlamağa çalışan;
ama, hiçbirzaman anlayamayacak
—sürekli yakınlaşmağa çalışan; ama, hiçbirzaman
yakınlaşamayacak— bir varlığı anlamağa;
ona yakınlaşmağa, çalışmayı da öğrenmelidir ——
bile bile...

13.
Tavşan besleyen,
uzaktan ve sessizce kargışlanmaya da hazırlıklı olmalıdır
—— arada, gözlerinin içine —garip bir biçimde
anlayarak, bilerek— bakıldığını kurmaya da...







U Z A K / ORUÇ ARUOBA
_

30 Mart 2008

27 Mart 2008 Dünya Tiyatro Günü


Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi / Robert Lepage
Tiyatronun kökenine dair birçok hipotez vardır ama benim bulduğum, masal formundan alınmış ve en düşünce-kışkırtıcı olanıydı:
Bir gece, şafak vakti, bir grup insan taş ocağında ısınmak ve hikayeler anlatmak için ateşin etrafında toplanmış. Birdenbire, içlerinden birinin aklına bir fikir gelmiş. Ayağa kalkmış ve kendi gölgesini kullanarak bir hikaye canlandırmaya başlamış. Taş ocağının duvarlarında ateşten gelen ışığı kullanarak gerçeğinden daha büyük karakterler yapmış. Şaşkınlıkla bakan diğerleri her yaptığını anlıyorlarmış. Güçlü ile zayıfı, can sıkıcı ile canı sıkılmışı, Tanrı’yı ve ölümlüyü…
Bugünlerde şenlik ateşinin yerini projektörün ışığı, taş ocağındaki duvarın yerini de tüm mekanizmasıyla birlikte sahne almış durumda. Tüm bu kurallara ve geleneğe dikkatlice uyan titiz insanlar olarak, bu hikaye bize tiyatronun başlangıcındaki teknolojiyi ve onu bir tehdit aracı olarak değil, birleştirici bir unsur olduğunu anlamamız gerektiğini hatırlatıyor.
Tiyatro sanatının hayatta kalması onun kapasitesine, yeni araçlarla ve yeni dillerle kendini sürekli yeniden keşfetmesine bağlıdır. Tiyatro kendi çağının büyük olaylarına tanıklık etmeyi ne şekilde sürdürebilir ve insanlar arasındaki anlayışı ve açıklık ruhunu nasıl yaygınlaştırabilir? Hoşgörüsüzlük, dışlanma, her türlü füzyona ve kaynaşmaya direnen ırkçılık sorunlarına karşı, kendi pratiklerinde çözümler önererek nasıl kendini onurlandırabilir?
Tüm karmaşıklığıyla birlikte dünyayı anlatmak için sanatçı, yeni biçimler ve fikirler ileri sürmek ve bu kalıcı ışık-gölge oyununda insanlığın siluetini çekip çıkarma yeteneğine haiz olan izleyiciye güvenmek zorundadır.
Ateşle oynadığımız, risk aldığımız doğrudur. Ama aynı zamanda bir şansı da yakalamış oluruz: Yanabiliriz. Ama aynı zamanda şaşırtabilir ve aydınlatabiliriz.

Robert Lepage
Quebec, Kanada
17 Şubat 2008
Orijinali Fransızcadır.
(İngilizce çevirisinden Türkçe’ye çeviren: Volkan Çağlayan)

Robert Lepage (1957-…)
Robert Lepage Kanada’nın en “ödül”lü tiyatrocularından biridir. Kanadalı oyun yazarı, oyuncu ve sinema yönetmenidir. 1957’de Quebec’te doğdu. 5 yaşında bir hastalık sebebiyle saçlarını kaybetti. Ergenlik dönemindeki bir depresyondan sonra utangaçlığını yenebilmek için drama okuluna kaydoldu. Quebec’te, Conservatoire d'Art Dramatique’te okuduktan sonra Paris’te Alain Knapp’ın tiyatro okulundaki atölye ve seminerlerine katıldı. Quebec’e geri döndükten sonra bağımsız yapımlar yaptı ve 80’lerin başında Théâtre Repère’e katıldı. Burada yaptığı “circulations” isimli yapıt Kanada’da “en iyi yapım” seçildi. Ottoawa’da National Art Centre’s’in sanat yönetmenliğini yaptı. Bu dönemde “Needles And Opium” gibi oyunları ve “Macbeth” gibi eserleri sundu. 1993’te ‘Ex Machina’ multi iipliner (çoklu sanat disiplininin bir arada kullanıldığı) bir kumpanya kurdu ve sanat yönetmenliğini yaptı. The Seven Streams Of River Ota ve iki kardeşinin annelerinin ölümünden sonra birbiriyle yarışmasıyla, Birleşik Devletler ve Sovyetler’in uzay yarışını karşılaştırdığı en tanınmış yapımlarından biri olan “The Far Side Of The Moon”u yaptı. Daha sonra filme de uyarladı. Bu kumpanyayla birlikte gerçekleştirdiği yapımlar dünyanın çeşitli yerlerinde sahnelendi. Lepage müziğe de bulaştı. Peter Gabriel’in Secret World turunun sahne yönetmenliğini yaptı ve operalar sahneye koydu. Son oyunu Danimarkalı masal yazarı Hans Christien Andersen’nin “The Dyrad” isimli eseridir ve uluslararası birçok ödül almıştır. Şu anda “The Image Mill” isimli, dünyanın en büyük mimari projektörü olacak bir proje için çalışmaktadır. Quebec Şehri’ni Bassin Lousie ırmağı çevresinde geçmişi, bugünü ve geleceği dört büyük çağa ayırarak (su yolları ve keşif çağı, yollar ve yerleşimler çağı, trenyolları ve gelişme çağı, uçak yolculukları ve iletişim çağı) bir ses, ikon ve fikirler mozaiği olarak sunduğu bu çalışma halen sergilenmektedir.
Alıntı


Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi 2008 / Orhan Alkaya
Bugün 27 Mart 2008, Dünya Tiyatro Günü. Bu kez önünüzde konuşmak görevi ve onuru bana verildi.
Ustam Muhsin Ertuğrul'un yazdığı ilk Ulusal Bildiri'nin otuz yıl sonrasında ve O'nun kurumsallaştırdığı tiyatronun doksan dört yıllık birikimine işçilik ettiğim zamanda.
Türkiye tiyatrosu hayli zamandır bir uzun geçidin tam içerisinde duruyor ve geçidin darlığı hayal gücünü bunaltıyor. Bu geçitten, binlerce yıllık ayrışık kültürel zenginliğimizle süzülmek, Dünya köyüne, kendi oyun oynama birikimimizle akmak üzereyiz.
Küçük bir köyde yaşıyoruz, ısınıyor yahut üşüyoruz, mutlaka seviniyor ve üzülüyoruz, farklı dillerde konuşuyoruz ve ötesi, daima hissediyoruz. Köyün bilgeleri ve onların söylenceleri, uzun, durağan hayat önermelerini kışkırtıyor, hepimizi tekçi dayatmalardan koruyup sakınıyor, yaşamak böyle anlam kazanıyor. Çünkü başlangıçta hayat şekilsizdir.
Öyleyse, oyun oynamaktan ne alıkoyabilir bizi? Pek az temel izlek var biliyoruz, ama yaratıcı insan kadar çok hikâye kurma ve anlatma biçimi de var. Tiyatro sanatı hayatı sıkıcı, ısrarcı bir düzenekten koruyup kollarken, yaratıcı insandan beslenir, besleniyor. Çünkü insan eşsizdir.
Olsa olsa henüz köyün sokaklarında saklı kalmış biçimler var ve yasak mahallelere ansızın girmek heyecan vericidir. Yeni biçimlere ihtiyaç duyuyoruz, çünkü tıkanmak ölümdür. Biçim özün ta kendisidir ve en çok biçim yasaklanır bilinebilen zamanda.
Aynı anda ileriye ve geriye, yani hayatı anlamlı kılacak kimyaya, yeryüzü yaşayanının şaşırtıcı imgelemiyle gidip gelelim -ki sahici tekliği, bugünde var olan İnsan'ı anlamlı kılabilelim. Bütün zamanları kapsayan ânda, bugünde!
Bugün daima yakıcıdır. İkaros'un kanatları elbette acıyacaktır ama kim güneşe o denli yaklaşmayı tasavvur edebilir ki? Çünkü ancak, yanmayı göze alan aydınlatabilir.
Tiyatro ümitsizliğin reddidir, çünkü oyun daima başlar. Şimdi ve burada, yeniden, oyun başlamak üzere.

Başlayalım öyleyse; hayatın gözden geçirilmiş yeni yorumlarına her zaman ihtiyacımız oldu. Bu ihtiyaç olmasaydı tiyatro ne işe yarardı -ki?

Orhan Alkaya
Rejisör
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları
Genel Sanat Yönetmeni

_

ADSIZ I - II / DüŞ SOKAGI SAKiNi





gerçekler nerde, hüzünler çoğalmış..
aşk için kurduğum düşlerin yerini,
kocaman yanılgılar almış.
geriye dönemem, ölümden beterdir yenilgiler.
Gözyaşlarım birer birer, uykularımda toplanmış.
gece oldu, sözüm bitti, uykum geldi, yatağım boş, üşüyorum, nerdesin?
tükendim artık, sen yoktun, hiç olmadın, ben ağladım, sen güldün, nerdeyim?

sevgiler nerde, gerçekler yalanmış.
aşk için kurduğum düşlerin yerini,
Kocaman yanılgılar almış.
günleri geçiremem, kalbimden düşer sevişmeler.
gidişlerim birer birer, özleminde çoğalır.
gece oldu, sözüm bitti, uykum geldi, yatağım boş, üşüyorum, nerdesin?
tükendim artık, sen yoktun, hiç olmadın, ben ağladım, sen güldün, nerdeyim?

Adsız Özlem / duet : Murat Yılmaz Yıldırım - Ece Minar
_

27 Mart 2008


Mevlana çiçeği

Kırşehir'de çekilen çiçek resminde ortaya çıkan semazenler ...

foto: Kırşehir Makine Mühendisi Ömer Çetiner "Sütleğen Çiçeği"

26 Mart 2008

İBRAHİM'İN BENİ TERKETMESİ




"...tamamlanmak bir hayat ister..."


Âdem'in Yalnızlığı: Dördüncü Gece, ikinci bölüm
Tacirler eski bir pazarda
Kehribar ve akik sattıklarında
Kaplanların gözleri parlar.
Ve parmakta taşınan renk bir kapı olur
Her şeye açılan.
Bir parmakta taşınan yüzük
Gizlediği zehir ve istekle
Sonsuzlukla tamamlanır
.


syf:39
[...]
ve terkedilişten önce
sonra belki de
tavaf edildiğinde kalan
nakış
ellerde.
kaderdir
kaderdir bir sütunun etrafında
çocukluğu döndüren
sensin belki de tavaf edilen
sensin elbette.
[...]


Bejan Matur, İbrahim'in beni terketmesi,
Metis, 1. basım, mart 2008

Otuz üç şiirin yer aldığı kitap dört bölümden oluşuyor:
I- Âdem’in Yalnızlığı,
II- Ve Melekler Sağ Omuza Konar,
III- İlk Konuşma
IV- Kaplanların Çizgileri.
_

_

25 Mart 2008


Altay Öktem
Sen bir dağsın esmer adamların durmadan kazdığı


bir dünya varsa eğer kitapların yazdığı

babamın anlattığı doğruysa yani; öyle bir dünya

sen dışındasın hem de merkezisin bir anlamda

eğri bir biçimsin birlikte yakalandığımız



kendisiyiz hep suçlanan bir sesin

yağmurda kaybolmuş bir kedinin korkusuyuz

ya da buna benzer bir şeyiz; hiçbirşeyiz



az çekilen bir ceza gibi tırmanmıştık hayatı

anımsa; aşk uzun süren uykusuydu evcil bir kışın

ya da öyle sanmıştık; bütün suçları işledik ne güzel



şimdi güpegündüz ben bir dağı kazmaya gidiyorum

sen bir dağsın esmer adamların durmadan kazdığı



hep başkalarının kollarında seviyoruz hayatı

raydan çıkan tren ne kadar severse enkazını

o kadar. onun kadar seviyorum inan suçlarını



aşk tek kişiliktir, bütün deliler bilir sayı saymasını

ve sarılıp yatmanın anlamı yoktur kaldırımlarda

eğer fazla yaşlanmışsak bir anda fazla ıslanmışsak



bir dünya varsa eğer kitapların yazdığı

yırt bütün kitapları beni sevdiğini kanıtla

yatağını açık tut bütün aşklara


_

24 Mart 2008

21 MART " DÜNYA ŞİİR GÜNÜ "


BİLDİRİ-2008
ŞİİR: "DİLİN İÇİNDEKİ YABANCI DİL"
AHMET OKTAY

Şiirin iç çekişinde ya da haykırışında duyduğumuz, varlığın ve varoluşun sesidir. Eğer şiir, en derin metafizik kaygıları olduğu
kadar, en güncel politik istekleri de dile getirebiliyorsa, bu ; hem toplumsal etkinliğimize hem de tinsel beklentilerimize ait oluşundandır.

Şiiri bir biçim sanatı olarak tasarlamak ya da tanımlamak, onu bir içerik sanatı olarak da tanımlamaktır. Biçimi olmayan hiçbir öz ve vice versa; özü olmayan biçim yoktur. Sadece ilişkiler ve karşıtlıklar vardır şiirde. Evet'le hayır arasında diyalektik bir gidiş geliş, Şiir budur.

Şiirsel imge, tam da Hegelci/Marksçı anlamda, karşıtların birliği ve çözülüşüdür. Tam da bu yüzden, şiirden hem her şey, yani tinsel ve toplumsal yaşamımızın olumlu ve olumsuz ögeleriyle dolmuş bütünlüklü görünümünü dillendirmesini hem de hiçbir şey olmamasını, yani göndergesiz bir söylem kurmasını bekleriz.

Ama son kertede şiir, Pindaros'tan bu yana, toplumsala gömülüdür (socially embedded) ve toplumsal olarak düzenlenmiştir (socially regulated).

Şiir, belirsizlikle doludur. Şair, başladığı bir şiir hakkında bir ön düşünceye sahip olsa bile, şiirinin bütününün ne olacağını bilmez. Şiir, bir yerde bilinçdışı ile bağlantılıdır. İrish Murdoch, şiirin "doymak bilmez her yerde oluşundan" söz eder. Evet, her yerdedir şiir.

Şiirsel dil, sınırları iyice belirgin bir şey'in ya da bir duyumun, betimi değil, bir haline geliş'in dilidir. Deleuze/Guattari ikilisinin sözleriyle, şiir "dilin içindeki yabancı dildir"

Şiir, en uzlaşmacı göründüğü noktada bile, yabanıl ve hayırlayıcı olmayı başarır. Verili gerçekle yetinmeyiş, şairin başkaldırıcı gücünün besleyici toprağıdır. Şiirin düzeni, son kertede bir düzensizliği ima eder.

Küresel kapitalizm imgeler alanını, yani sanatsal alanı da sömürgeleştirmiş bulunuyor. Ama şiiri halâ sömürgeleştiremedi ve Pazar Ekonomisi'ne eklemleyemedi. Magazinel edebiyat basını, şiiri halâ manşet yapamıyor ve ayağa düşüremiyor. Nietzsche "çekiçle felsefe yapmaktan" söz etmişti.

Şair, halâ çekiçle yazabiliyor.

_
_
_

23 Mart 2008

iRTiCANIN DiBi YOKTUR


__22 Mart 2008__

_________ Cumhuriyet

21 Mart 2008


"intihar fiyakalı bir sustalı gibi durur şairlerin arka cebinde."


Birbirimizi Öldüreceğimizi Kimseye Söylemeyeceğim!

seni seviyordum ve
çocuk bahçelerinde intiharı düşünmek de artık yasaktı! ..

.
.
.

şiirlerimi yakmaktan vazgeçtim
senden sözetmeyi özlüyorum yalnızca
birbirimizi öldürmek için verdiğimiz söz, karşılıklı yemin
kimseye söylemedim
kimseye de söylemeyeceğim!
hep bir bukalemunu
ölümle yer değiştirmek için yaşadım ben...
gün oldu sarıdan tiksindim, ottan ürktüm
zamanı geldi içimde
burnu kanayan bir lise öğrencisi yarattım
ne kadar hırpalarsan hırpala bedenini
bir canı kendinden silkip atamazsın
insanı adaletle
aşkı herhangi bir çocukla değiştirmek için yaşadım..
uyruğum oldu sarı (saçların) , ota (gözlerine) taptım
küfrettim sana, lanet ettim, unuttuğunu sandım çoğu kez
ama ihanet etmedim verilen söze, edilen yemine
birbirimizi tanıdığımızı kimseye söylemedim
söylemeyeceğim de kimseye!

K. İskender
_

19 Mart 2008

DüŞ SOKAĞI SAKiNLERi


İzler
______________ karanliklar...

Uzaklardan bak bana
Kalbimdekini gör
Ne yollardan geçtim
Şimdi nerdeyim
Nerdeki bilinmeyendeyim
Limanlardaki Fener gibi
Bir yanıp bir sönmekteyim

Kömür karası saçlarına asın beni sevgilinin
Hüzünlü bir vedayla kaybolup gideyim
Şarkılarım ve günahlarımla
Göklerdeki ışıklara...

Korkuyorum içimdeki karanlıktan
Uğramıyor yanıma artık güneş
Yakınlarıma vuruyor gölgen
Avutuyor gözlerimi
Dilimde yaralı aşka dair kıpırdanışlar
Yanlış bir yalnızlığın bedelini ödüyorum şimdi

Kömür karası saçlarına asın beni sevgilinin
Hüzünlü bir vedayla kaybolup gideyim
Şarkılarım ve günahlarımla
Göklerdeki ışıklara...



Söz: Murat Yılmayıldırım
Müzik: Murat Yılmazyıldırım
Albüm: Kara Aşka Beyaz Göndermeler -I-II-
_


17 Mart 2008

LALE MÜLDÜR


SAATLER / GEYİKLER

[...]


IV

Güzel bir rüya:

Yanımda birisi

var, tanımadıgım

birisi. "Ben yokken

ne yaptın?" diyor.


"I didn't exist" diyorum.

"Ben de" diyor.



[...]



VI

Çok güzel bir rüya:
Helikopterimle uçuyorum
bayağı helikopter
kullanıyormuş gibi
oluyor. Boğaz'ın
üzerinden geçiyorum.
Çok güzel tanıdık bir
duygu. Rüzgârlara karşı
yana kırıyorum filan.
İtalyan aristokrat bir
kadın havaalanlarının
sahibi. Bana "Adamo
suyundan / nehrinden
içtin mi?" diye
soruyor. Hangi nehir
bilmiyordum ki diyorum.
3. uçuş rüyam.
O gece güzel
bir şey oluyor.





VII

Çok güzel bir rüya:
Asfaltın üzerinde
su var ama ayaklarım
ıslanmıyor.
Gauguin'in tabloları gibi.
Pembe çiçekli ağaçlar.
Yerlerde dev pembe
tropik çiçekler var.
Daha sonra La Croix
Blanche'da yemek yiyoruz.

[...]

_

14 Mart 2008

MAVi GöKYüZüM

"başımı hem göğe cevirdim hem de başımı egdim" aşka!

Bir bilgine sormuşlar tasavvuf nedir diye.O da şöyle cevap vermiş:
Hüzün geldiğinde kalpte duyulan huzurdur.
Senin olan seninledir.
EY Asi,,bil ki kazancın aşktır ...

inananlarin alameti yenilgidir,ama inananlarin yenilgisinde iyilik, (iyimserlik) vardır.
Mesnevi


......




13 Mart 2008

GöRKEMLi KAYBEDENLER


"bir insanın doğasındaki en özgün şey genellikle en umutsuz olandır"


ALTIKIRKBEŞ 6:45
Leonard Cohen
Beautiful Losers

Free Image Hosting at allyoucanupload.com

COHEN artık yeni bir albüm yapmıyor.

Hayatını bir zen manastırında sürdürüyor.


Leonard Cohen-Famous blue raincoat -1979

11 Mart 2008

LALE MÜLDÜR

SAATLER / GEYİKLER'den

gizem bir geyik başı gibi uzanıyor aramızda
boynuzlarında senin karmaşan ve sana ait bilmediğim,
bilmek istemediğim onca şey.
buna benzer çözemediğim bir çok şey
ormanda sarı yapraklar düşmeye başladığı zaman saçlarının arasından
sarı bir yaprak fosili boynunun tam kenarında
...
iki geyik ormanın kuytularında
birbirine sarılmış yatıyor.
boynuzları birbirine geçmiş...
...
kırmızı bir yunusun havada sıçraması olurdu senin gülüşün,
ama gülmüyorsun .
beni boğmak mı istiyorsun?
benim zaten boğulduğumu farketmiyor musun?
...
geyiğin boynunda kırmızı bir leke var
melankolimin tozu alındığında, kanayan bir yürek çıkacak ortaya.
iki geyiğin birbirine geçtiği yerde
orman ışığı kırılıyor.
"kalbin ilmini yap" diyor bir ses
aortanın kırmızılığı gibi geyiğin boynunda bir kırmızı leke...
...
geyiğin boynunu tuttuğum zaman elimde kalan pas lekesi
yada böyle birşey seni anlamaya çalışmak.
seni sevdiğim zaman kadife tüylü bir geyik ormanda su içiyor
yada yeşil kadife tüylü bir su akıyor boynuzlarımızın arasından.
...
dünya tatsızlığı kristalleşirken kimyasal bir çözeltide,
hiç bir şeyi çözemezsin...
bileklerini de kesemezsin
anti-maddeye kaçmak istersin sadece
bazen ama bir insanla bir şey olur
kısa süren bir şey
iki geyiğin sıçrayıp havada öpüşmesi gibi
bazı insanlarla yıllarca görüşsen de bir şey olmaz.
...
ormanda bir kuş hızla dönüyordu.
aşık olduğumuz zaman
yürek denen ormanda bir kuş anormal bir hızla döner
ve kaçmamız gerektiğini söyler bize
çünkü her şey çok fazladır
kendi etrafında nefes kesici bir biçimde dönen bir kuş
kendini ve etrafındakileri yaralar
tehlikedir onun adı...
bunun için aşkı hiç kimse, insanın kendi arkadaşları bile istemez
kumrular sakindir bir tek
ben kumru değilim
sen de
...
seninle biz hiç kavga etmeyelim
çünkü geyikler kavga ettiklerinde boynuzları birbirine dolanır ve
ölürlermiş.
...
gece saat 3:30. senin için birşeyler yazmak istiyorum
ama gözlerinin karşılaştığın insanlara nasıl sevgiyle baktığından
başka birşey gelmiyor aklıma
içimdeyken bana bakışın bir de.
kumru değiliz biz
geyiklerin sonu da çok acıklı
ne kalıyor geriye?
...
gece 10'a doğru aradın
birkaç gün sonra dolunay olacağını, rakı içeceğini ve denize deniz
kızları için biraz rakı dökeceğini söyledin.
kıskandırmanın daha zarif bir yöntemi olamazdı ama beni daha fazla
kıskandırma olur mu?
dayanamam ben buna taş kesilir boynuzlarım.
içimdeki kuş ölür
...
"can you hear me major tom?"
...
doğuya bakan yüzünle bak bana ve kalbimin bir porselen gibi olduğunu
hiç unutma
çocuk gibi olduğumu söylemiştin zaten.
çocuk gibi yazdıgımı biliyorum bu kitapta
kırmızı mürekkeple boyanmış bir çocuk başı uyuyor kalbimde.
fosforlu gözleri açıklanamayan şeylerin merkezi gibi.
tıpkı bunun gibi açıklanamayan şeylerin merkezi olsun isterdim bu
kitap;
hiç kumru olamamış bir çocuk izini bırakırken onun üstünde;
ararken bir kumru oluş halini...
...
hayır saatleri, geyikleri anlatmıyor bu kitap.
bir kumru oluş halini anlatıyor,
yada bir kumru olamayış halini.
bazen birşey görünür gibi oluyor,
bazen bir şey görünmüyor.
bazen bir şey değişecekmiş gibi oluyor, bazen bir şey değişmiyor
bazen beni hep sevecekmişsin gibi oluyor,
bazen hiç sevmemişsin gibi...
bazen bu kitap açıklanamayan şeyleri anlatıyormuş gibi oluyor
bazen hep açıklanan şeyleri
bazen bu kitap senin gibi oluyor, bazen benim gibi
yani sen beni kumru yapmaya çalışırken benim kumru olamayış
halimi...
bazen bu kitap aşk gibi oluyor, bazen anti-aşk gibi....
...
hayır elbette saatleri, geyikleri anlatıyor bu kitap
insan ilişkilerinden bahseden bir kitap başka neyi anlatabilir ki?
bizim uslanmaz ruhlarımız hiç kumrulaşabilir mi?
suskuyla yanyana oturan iki kumru ...
iki sevgili yanyana oturarak uzun süre hiç konuşmadan...
yani kumrulaşabilir mi?

hayır elbette senin aradığın saatleri anlatmıyor bu kitap
aramadığın onca saatin dehşetini anlatıyor ancak.
ve çocuk gibi olmadığım , fazlasıyla realist olduğum için tek bir
saate doğru ilerliyor:
geyiklerin kavga edip, boynuzlarını açamayarak öleceği saate...
...
yine de kumru masalını sürdürmeyi deneyecek bu kitap
çünkü kumru olamaz dediğin anda
aşk da bitiyor kitap da!

daha kavga etmedik
boynuzlarımız birbirine dolaştı ama sadece ormanda uykuda.
bak hala "major tom" çalıyor pikapta...


LALE MÜLDÜR

08 Mart 2008


8Mart Kadinlar gununuz ,
Kut'lu ve Mut'lu olsun
sevgiler saygilar
_

 
Image Hosted by ImageShack.us