^^ ИÍLGŰИ МAЯMAЯA ^^

23 Ocak 2008

GöRSELs


AllenG. quote:




ST0P Vi0LENCE !




Petra Von KANT'ın GöZYAŞLARI ;



MOULiN ROUGE:()-Krmz.Dğrmn


@ @ @ @ @ @ @ @ @
GüLDiKEN\\\/\/


BARIŞ










HEATH LEDGER HAS DiED


DüNyA öL'DürTDü De KENDi YAZdi ALINYAZISINI HEATH, YA KALANLarr? ;((



Heathcliff Andrew Ledger
(4.Nisan.1979, Perth, B.Avustralya - 22.Ocak.2008, Manhattan, N.Y.)

Avustralyalı sinema oyuncusuydu.

2001 yılında People dergisi tarafından,

' D ü n y a n ı n 50 e n g ü z e l i n s a n ı ' listesine seçildi.
2005 Brokeback Dağı filminde eşcinsel kovboyu canlandırdı.
Bu filmdeki rolüyle En İyi Erkek Oyuncu Oscarına aday gösterilmiştir.

Heath Ledger 22 Ocak 2008'de Manhattan, New York'taki evinde ölü olarak bulundu.

_


Kynk:Vikipedi
_




AYDIN'Lara.

KALP KALBE KARŞI - ENBE asligüngör&ferhatgöçer
http://nl.truveo.com/Asl%C4%B1-Gngr-Ferhat-Ger-Kalp-Kalbe-Kar%C5%9F/id/2939344285

22 Ocak 2008

NUmeroloji bence COK Dogru degil .
Mevlana 30EYLUL1207 tarihi= 4 olmasi yerine, ben 9 beklerdimm.
bu yuzden OLMADİ. :(

GöĞDAĞDENİZmAVi

Tahtalı dağı Antalya Körfezi'nin kuzey-güney paralelinde uzanan ve aynı adla anılan "Tahtalıdağlar" Silsilesinin en büyük üyesi.
Antik çağlarda adı Olympos ve Solymos diye geçiyor.Olympos adı O devirlerde birçok yüksek dağa verilmiş. (Bursa’daki Uludağ’ın eski adıda Olympos’tur)
Deniz düzeyinden birdenbire yükselerek 2366 metreye ulaştığı için hemen her yönden görkemli biçimde seyrediliyor.
Yörede denize bu kadar yakın olup 2300 metreyi geçen başka dağ yok...


21 Ocak 2008

A BRUXA DE PORTOBELLO - 2008

PAULO COELHO, PORTOBELLO CADISI, A Bruxa de PortoBello,
Asıl adı Marie-Françoise-Therese Martin olan Azize Therese(1873-1897), Karmelit tarikatina bagli bir Fransiz rahibeydi.Kitabi Historire d'une ame'in(Bir Ruhun Öyküsü) 1898'de yayınlanması,Therese'e ölümünden sonra ün kazandırdı.Lisieux'de gömüldügü yer bir hac merkezi haline geldi ve adına ayni yerde bir bazilika inşa edildi.(Ç.N.)
[...]
Soru:"Beni neden seviyorsun?"
Athena/ Şirin HALiL: "Bilmiyorum," diye yanıtlamıştı ," merak da etmiyorum."
[...]
"Aşk aşktir." SONCüMLE'KiTAPTAN syf.261
AZiZ EXPEDiTUS YORTUSU 25ŞUBAT2006,19:47:00 TamamlananSONMetin.
Türkçesi:CELAL üSTER

TESEKKURLER, KARMELİTES THERESE, SYLVİA & NiLGüN ,
SiZi HEP SEVDiM, KöTü Söz SöYLEMEDiM,ŞiMDi
BUNUN öDüLüNE KAVUSTUM 1AZ HUZUR
biraz Da GüC'E ŞiMDi'LiK ŞüKüR Ki.
HAK'EDENE & YALANA, KüFüRü SAKINMAYIN EY MİLLET,
AH ANlamiyorsa AHMAK.ADALET,,,
"Kötülük sekizi vurur/ Dilerim candan gönülden /Düşünce ve akıl durur..."
-nine-9
_
_
_
_
_
_
_

09 Ocak 2008

NİLGÜN MARMARA : ÖLÜME SESLENDİ

HALİNA POŚWİATOWSKA VE NİLGÜN MARMARA:
İLKİ YAŞAMA, DİĞERİ ÖLÜME SESLENDİ

Polonya şiirinin 1956 kuşağı çağdaş dönem kadın şairi Poświatowska’nın sancılı, hatta trajik bir yaşam sürmesine, ağır bir kalp hastalığı nedeni ile erken ölümlü (32yaş süren)hayatindaki siirlerinde Poświatowska’nın, yaşam aşkının acı çığlıklarına karşılık; Poświatowska gibi somut olarak trajik bir yaşam sürmemiş , Türk şiirinin Eylül sonrası kuşağına dahil olan kadın şairi Nilgün Marmara’nın yaşamını sancılı kılan unsur, onun düşünsel, inançsal sorunlardan kaynaklanan ruhsal iklimi nedeni ile erken ölümlü (29 yaş süren)hayatindaki siirlerinde Marmara’nın, ölüm aşkı acı çığlıklar atmaktadır.
Calisma bu temel uzerine yazildigi icin Nilgun siirlerinin en Ölümcül dizeleri secilmis...

Anekdotlar:

“Yaşamın neresinden dönülse kardır” 4

“cinayet doğurulmuş olmaktır” 8

“Pek az zamanı kaldı bu zora koşulmuş bedenimin, / Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi…/ Tüy, kan ve hiçbir salgıyı düşünmeden, / Kesmeliyim soluğunu doğmuş olmanın! (…) /
Doğramalıyım bu tiksinç vücudu beynimle!” 9

“(…) ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben.” 11

“Azımsanmayacak kadar ölmüşüm! Azımsanamayacak denli ölüyüm!” 12

“Dirim çürüyor yanı başımızda! / Dağılıyor kokusu ölümün, / bu bezgin şafaktan. (…) / Ölümse bilir nasıl çıkacağını / -elden ve ayaktan- / Kendi kararı ve sonsuzluğuyla / yakın kılar artık, / cansız olmayı!” 13

“Kendilerini ölmeden ceset olarak algılayanlar intiharlarını başkalarının bir vasiyeti gerçekleştireceği gibi gerçekleştirir.
Ölüm yaşarken vardır, olmuştur cesedi yakarak ortadan kaldırmak gerekir.” 14

“(…)Yavru Ceylan’ı nasıl öldürüyor, onu öldürmekle özgürleştirmek arasında hiçbir fark yoktur belki de.” 15

“Hayat, hep yüzünle seviştik, tersinin hatırı kaldı” 16

“Üşümüşüm… / Bu yaklaşan kışla değil, / Deniz ürpertisi, göğün alacasıyla değil, / Ellerimin soğukluğu hep bir kalabalıkta. / Kaçışının gizini gönlünde tuttuğun / Bilisiz aşkı / (nı) ver bana! / Üşümeyeyim…” 20

“Zamanı azaldı artık, zorlanmış bedenimin, / Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi… / Aşk, bağ ve hiçbir utkuyu düşünmeden, / Kalıvermeliyim öylece kaskatı!” 21

“Biz ince yüzlü ince gözlüleri de sevdik, / Yanakları dolgun, yaşları eksik olanları da, / Sevdik toprağa karışma zamanını erteleyenlerin / sıkıntılarını da, kuşları da sevdik, böcekleri de!” 22

“Sırt dönüşler, yalanlar, aşağılamalarla / daha da ıralıyor canı / varoluş sevincinin” 23

“Yeryüzünün tüm bağırsakları uzunluğunca umutsuzluğumuz (…) Çıkış yolu mu? Arka pencere hangi gezegene açılır?” 25

“Kıyamet koparken bile fidan dikiniz” 26

“Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim, / Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı / bekçi gizleri / (…) / -bu şiir- / Sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim, / Dost kalmak zorunda bana ve sizlere! / (…) / -bu şiir- / Kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü, / ulaşılamayanın
boyun eğen yansısı, / Sevda ile seslenir sizlere!” 27

“Yine de, o, zaman kedisi / pençesi ensemde, üzünç kemiğimden / çekerken beni kendi göğüne, / bir kahkaha bölüyor dokusunu / düşler maketinin, / uyanıyorum küstah sözcüklerle: / Ey, iki adımlık yerküre / senin bütün arka bahçelerini gördüm ben! ” 31



Poświatowska, Halina ;

“bir kesinlik yok / varoluş varolmayıştır / ya ölüm? /biyolojik döngü / ya kesinliği? / yalan söylüyoruz, kesinliği var derken / emin değiliz biz / yoksa nasıl yaşayabilirdik / her gün nasıl uyanırdık şafak vakti / nasıl öperdik / alıp yuvalarından düşmüş kuş yavrularını / henüz tüylenmemiş (…)”

“İçimde / bir ağaç yeşeriyor / dal budak sarıyor olabildiğince sınırlı / damarlarımın yanı başında / kökler / kanımı içiyorlar / koyu kahverengiye bürünüyor / kurumuş dudaklarım / içimde / açlık hüküm sürüyor / fethedilmiş bir kentin ortasındaki asker gibi”

“beni alıkoymak istersen eğer (bak gidiyorum) bana elini ver / elinin sıcaklığı da alıkoyabilir beni / mıknatıslı özelliği vardır bir gülüşün de, bir sözcüğün de / beni alıkoymak istersen eğer, adımı söyle. (…) lütfen, acele et, lütfen, alıkoyulmamış biçimde / gidiyorum ve ne çıkar lanet etsen de bu toprağa ben gittikten sonra / ne çıkar intikamcı ellerle bu toprağı ezsen de / yazıp solmuş adımı savrulan kuma. ”


HALİNA POŚWİATOWSKA VE NİLGÜN MARMARA: İLKİ YAŞAMA, DİĞERİ ÖLÜME SESLENDİ
Araş.Gör. Dr.Seda Köycü
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fak. Leh Dili ve Edebiyati kynk:http://acikarsiv.ankara.edu.tr/fulltext/924.pdf

4 Marmara, Nilgün, Kırmızı Kahverengi Defter, İstanbul, Telos , 2000, s.34
8 A.g.y. , s. 49
9 Marmara, Nilgün, Daktiloya Çekilmiş Şiirler, İstanbul, Telos ,2002, s. 83
10 Ersöz, Cezmi, İyiler Erken Ölür, 24 Haziran 2000, Leman Dergisi
11 Marmara, Nilgün, Metinler,
12 Marmara, Nilgün, Kırmızı Kahverengi Defter, İstanbul, Telos ,2000,s. 43
13 Marmara, Nilgün, Daktiloya Çekilmiş Şiirler, İstanbul, Telos ,2002,s. 85
14 Marmara, Nilgün, Kırmızı Kahverengi Defter, İstanbul, Telos , 2000,s. 49
15 A.g.y., s. 114
16 A.g.y., s. 31
20 Marmara, Nilgün, Daktiloya Çekilmiş Şiirler, İstanbul, Telos ,2002,s. 78
21 A.g.y., s. 83
22 A.g.y., s. 79
23 A.g.y., s. 85
25 Marmara, Nilgün, Kırmızı Kahverengi Defter, İstanbul, Telos , 2000,s. 37
26 A.g.y., s. 31
27 Marmara, Nilgün, Daktiloya Çekilmiş Şiirler, İstanbul, Telos ,2002,s.84
31 Marmara, Nilgün, Daktiloya Çekilmiş Şiirler, İstanbul, Telos , 2002,s. 139

_

08 Ocak 2008

KUŞLARA İYİ BAKIN !...


KUŞLARA İYİ BAKIN !...
________________ -Nilgün Marmara'ya-

Gidiyor, her şeyi bırakarak
Yaşamın kıyısında,
Bir yavru ceylan gibi sekerek...
Gidiyor vedasında,
Hiç söylemediği sözcükleri,
Kimsesizler mezarlığına gömerek...

***

'' Ey iki adımlık yer küre
Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben''
Nilgün Marmara

Eyy ruhu dar saraylara sığmayan
Kürdan kılıçlarla savaşan şair
Ölüm aslında hiç asil değil
Ama sen asildin
Son mektubunda diyordun ya,
'' Benden sonra kuşlara iyi bakın''
Bu yüzden bütün kuşlara
Bir dilim ekmek ve
Bir yudum su vermek
Boynumun borcu olsun Nilgün!...

İbrahim Ormancı



Kuslara iyi bakin..!
http://blog.milliyet.com.tr/islak_semsiye

K Dergisinin eski sayılarının birinde, Nilgün Marmara vardı. 1958 yılında doğan Nilgün Marmara, 13 Ekim 1987'de evinin balkonundan atlayarak intihar etti. Bir yazdığı şiirde, ''..Erken vazgeçişlerim vardı benim/ Seninse / Erken tükenişlerin..'' diyen, Nilgün Marmara, Kadıköy Maarif Kolejini bitirdi. Yüksek öğrenimini, Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünde bitirdi. Sylvia Plath'ı çok severdi. Plath üzerine incelemeler yaptı. Bu şairin, bireyin yalnızlığına ve varoluş sorununa bakışından çok etkilenmişti. Şiirlerinde çoğunlukla, birinci tekil kişinin, düşle gerçek arasında gidip gelen kırılgan izleklerini kullandı. Yazgısı da ona benzedi. Çünkü, o da Sylvia Plath gibi intiharı seçti.
Cemal Süreya, onun için, '' Bu dünyayı, başka bir dünyanın bekleme odası gibi görüyordu'' demiştir. Bir insan niye intihar eder, sorusunu sormak kanımca yersizdir. Hele, intihar eden bir şairse. Nilgün Marmara, Cezmi Ersöz, Küçük İskender, Günseli İnal, Ece Ayhan, Orhan Alkaya özellikle de, blogtan ayrılan İbrahim Ormancı kardeşimi derinden etkilemiştir. Ki, İbrahim'in Nilgün için yazdığı blogları anımsıyorum. ibrahim'in bir şiiri ulaştı elime. Adı '' Kuşlara İyi Bakın'' . Elbette ki, Nilgün Marmara' ya ithaf edilmiş. '' Gidiyor, her şeyi bırakarak/ Yaşamın kıyısında/ Bir yavru ceylan gibi sekerek/ Gidiyor vedasında/ Hiç söylemediği sözcükleri/ Kimsesizler mezarlığına gömerek...''.
İbrahim tam şiirin ortasında, Nilgün'ün, '' Ey iki adımlık yer küre/ Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben'' şiirini alıntılamış.
Ve devam ediyor. '' Eyy ruhu dar saraylara sığmayan / Kürdan kılıçlarla savaşan şair/ Ölüm alında belki hiç asil değil/ Ama sen asildin/ Son mektubunda diyordun ya/ '' Benden sonra kuşlara iyi bakın'' / Bu yüzden bütün kuşlara/ Bir dilim ekmek ve/ Bir dilim su vermek/ Boynumun borcu olsun...''
İbrahim'in şiiri, Cezmi Ersöz'ün Nilgün Marmara için yazdığı şiir kadar güzel. Bir şairin intihar mektubunu '' Benden sonra kuşlara iyi bakın'' diye sonlamasına işaret etmiş İbrahim. Yalnız, bu vurgu bile, Nilgün Marmara'nın şairliğinin kanıtıdır bence. Ardında, ne ailesi, ne eşi, ne da başka şey. Onun düşündüğü tek şey kuşlar. Şair olmak birazda böyle bir şeydir bence.
Sözlerimi, Nilgün şiirinden bir alıntıyla sonlamak isterim. '' ...En yakın yabancı sendin/ Daha sürülmemişken ışığın biberi/ Yaramıza/ Yaslanırken boşlukta duran bir merdivene/ Henüz..''

Suavi Alp

kynk:http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=85017

***
Milliyet Blog 1
Hiç ölü bir kadın sevilir mi ?
Yıllardır, bu soruyu kendi kendime sormaktayım. Hiç ölü bir kadın sevilir mi sahi? 1989 yılında, benden 3 yaş büyük Enver Dayım, bir kuyuya astı kendini. Tam bu sıralarda, yeni yeni blinçlenmeye çalışan bir tıfıl olarak, Nilgün Marmara hakkında yazılanlarla karşılaştım. Nilgün Marmara'da, yaşamak yerine ölümü seçmişti. Kırmızı Pazartesi kitabını bir su gibi okuyup ezberledim.

Geçenlerde, Radikal Kitap ekinde, Nilgün Marmara ile bir kez daha karşılaştım. Silvia Plath'ı anlatan çalışması ve Daktiloya Çekilmiş Şiirler kitabı yayınlanmıştı. Ne yazık ki, yaşadığım kentte, h emen bu kitapları temin edinemem. Nilgün Marmara'nın mahzun resmini görünce bir kez daha yüreğimden vuruldum. Sevgili Mehmet Başaran'ın kızı, Deniz Başaran gibi. Onun da intiharını Mustafa Ekmekçi'nin yazısından okumuş, ardından çıkan kitabı okumuş, hatta askerde, çarşı izninde Mehmet Başaran'ı bizzat ziyaret edip, bu yürek yarasını canlı canlı canlı tanık olmuştum. Neden şairler, intihara meyillidir? Yaşam yerine, ölümü seçmek, güçsüzlük müdür, yoksa güçlülüğün ta kendisi midir?

Hiç ölü bir kadın sevilir mi? Şairse, adı da Nilgün Marmara ise sevilir derim.

İbrahim Ormanci

***
Milliyet Blog 2
Sana pek çok yazı ve şiir adadım Nilgün. Milliyet Blog'ta, 'Hiç Ölü Bir Kadın Sevilirmi?' diye yazım bile çıktı. Ancak resminin olmadığı, bütün yazılar, bütün bloglar öksüz Nilgün. Ben o buğulu resmi görsün isterim herkesin.. Ben o buğulu resim yüzünden, şiir yazarım hala. Çünkü, ilk şiire başlayışım senin intiharını öğrendiğim gündü. Bu kez blogumda resmini koyma cüretini gösterdim bağışla. Nilgün... Mezar adlı şiirini okuyorum, bir amentü gibi'.. Maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın/ Hepiniz mezarısınız kendinizin' demiştin ya hani.
Sen, hep maskelerden, sahteliklerden yakındın. Sen hiç mezarlardan, ölümlerden korkmadın ki Sevgili Nilgün. Sen 'Uyanıyorum küstah sözcüklerle/ Ey iki adımlık yer küre/ Senin bütün arka bahçelerini/ gördüm ben' diyecek kadar, küstahdın belki. Ben seni, sırf o küstahlığın, ölüme, dünyevi her şeyi meydan okuyuşun için sevdim Nilgün. Sen dünyayı, iki adımlık yer küre olarak betimleyecek kadar alçak gönüllü ve dünyaya ilişkin hiç bir şeyi istemeyecek kadar yürekliydin.
İçimden kuşlar göçüyor. Acının türbelerine gömülü ömrümüz. Ahh be Sevgilim Nilgün, sen yoksun... Bu yüzden acı kokar, nikotin kokar, türkülerimiz bizim. Adını duyduğunda ağlıyorum. 'Erkekler ağlamaz' diyenlere inat. Yoksul anılarım, parasız yatılı okumuşluğum gelir aklıma... Senin gibi, şairler gelir aklıma ağlarım...
Senin o buğulu resimlerinde, hep pencerede bakan hüzünlü bir yüz görürüm. Bu yüzden pencerelere bakarım ben. Gezdiğim yoksul sokaklarda belki seni görmek umuduyla. 'Seni ben yaman sevirem' Nilgün. Söz denizinde sözüm bitti, şiir denizinde imgem bitti. Senin bir şiirinle haykırıyorum yürek çağrımı..' Ilık bir süzülüşle/ Geri dön hayat/ Bırakma yeryüzü salına/ Tünemiş pek kara kuşlar/ Örtsün bakışımı/ Görmek acısı sürsün/ Pencere tutsağının/ Düşsün hayatı suya....'
Sen rahat uyu Nilgün Marmara. Bu dünya bıraktığın gibi nasıl olsa!... Bütün Ölü şairlere benden selam söyle!...

İbrahim Ormanci

***

eylul'den:
"Kuslara iyi bakin..!"şiiri ve 2 Milliyet blog yazisi gonderen
Sayin İbrahim Ormanci'yi, Nilgun Kardesligiyle selamliyorum... tesekkurlerimi sunuyorum... yureginize, kaleminize saglik, hep Varolun..
bugun kar , kiyamet buralar... Nilgun icin ve sizin guzel yureginiz icin, kuslara iyi baktim..,

"... onu birazdan tabiattan tahtaya kalkacak bir çocukmuş gibi seven, ona sınıfça zarfsız kuşlar göndermemizi tembihleyen Ece Ayhan'a da slm olsun ... "

Nilgünce "göğünüz genleşsin" dostlar...

_

05 Ocak 2008

LOVER OF UNREASON


The other woman/ Lover of Unreason: Assia Wevill
Sylvia Plath's Rival and Ted Hughes's Doomed Love
By Eilat Negev and Yehuda Koren



Bir Yunan tragedyası olarak Hughes'un aşk yaşamı

Ted Hughes, Sylvia Plath evliliği, gazetecilerin ve biyografi yazarlarının istediği her şeye sahip bu anlamda kansa kan, terse ter, gözyaşıysa gözyaşı; üstelik iki taraf da güçlü birer şair ve aralarında bu konuda da açık bir rekabet var. Bu sonbaharda çıkacak yeni bir biyografi, işin daha da kesif olduğunu gösterecek korkarım: Assia Wevill, 1961-1968 yılları arasında Hughes'un gizli sevgilisi oldu; 1969 yılında tıpkı Plath gibi o da gazla intihar etti, tek farkla: Shura adlı dört yaşındaki kızlarını da yanında götürdü. Bu ilişkinin gerçek boyutları neredeyse hiç kimse tarafından bilinmiyordu: Plath'in ölümünden bir yıl sonra Hughes, Crow (Karga) adlı kitabını, pek az insanın tanıdığı Assia ve Shura'ya ithaf etmişti; son kitabı Birthday Letters'da* da (Doğumgünü Mektupları) 'Dreamers' (Hayalciler) adlı şiirde, adını vermeden Assia'dan söz etmişti, ama o kadar. İki İsrailli gazetecinin on beş yıllık bir araştırmanın sonucunda yazdığı A Lover of Unreason (Mantıksızlık Tutkunu), Robson Books tarafından yayımlanacak bakalım ...
Radikal/Cem Akas 28.04.2006
* 35 yıl boyunca sessizliğini koruyan Hughes, 1998'de Birthday Letters'ı yayımlayarak Plath'le ilişkilerini gözler önüne serdi. Mektup şeklinde yazılan şiirler büyük yankı uyandırdı. Birthday Letters'daki şiirlerden "A Pink Wool Knitted Dress" de ikilinin evliliğinin tüm detaylarını anlatıyordu. Kitap tüm zamanların en çok satan şiir kitaplarından biri oldu.
Fanusun içindeki kelebek / Radikal

A Lover of Unreason:
The life and tragic death of Assia Wevill
The Biography of Assia Wevill
By Yehuda Koren & Eilat Negev

Publisher Robson
Publication Date 28 September 2006

"Assia was my true wife and the best friend I ever had" - this from a letter of Hughes's written after her suicide in 1969.

"Dreamers", in Birthday Letters

We didn't find her - she found us
[ ... ]
Her German the dark undercurrent
In her Kensington jeweller's elocution
Was your ancestral Black Forest whisper -
[...]
Warily you cultivated her,
Her Jewishness, her many-blooded beauty
[ ... ]
Who was this Lilith of abortions
Touching the hair of your children
With tiger-painted nails?
[...]
She sat there in her soot-wet mascara,
In flame-orange silks, in gold bracelets,
Slightly filthy with erotic mystery -
A German
Russian Israeli with the gaze of a demon
Between curtains of black Mongolian hair.

These lines are excerpts from a violently hostile text. The poem ends: "the dreamer in me / Fell in love with her, and I knew it"... Assia is the subject only in this quoted poem.

book review:The invisible woman/ Guardian
http://books.guardian.co.uk/reviews/biography/0,,1933461,00.html

04 Ocak 2008

CROW / TED HUGHES



Crow Alights
Crow saw the herded mountains, steaming in the morning.
and he saw the sea
Dark-spined, with the whole earth in its coils.
He saw the stars, fuming away into the black, mushrooms of
the nothing forest, clouding their spores, the virus of God.
And he shivered with the horror of Creation.

In the hallucination of the horror
He saw this shoe, with no sole, rain-sodden,
Lying on a moor.
And there was this garbage can, bottom rusted away,
A playing place for the wind, in a waste of puddles.

There was this coat, in the dark cupboard,
in the silent room, in the silent house.
There was this face, smoking its cigarette between the dusk
window and the fire's embers.

Near the face, this hand, motionless.
Near the hand, this cup.

Crow blinked. He blinked. Nothing faded.

He stared at the evidence.
Nothing escaped him. (Nothing could escape.)


Crow Alights
KARGA TÜNEMESİ

Karga bir küme dağ gördü sabahleyin, buram buram
Denizi gördü
Omurgası loş, kıvrımlarında bütün dünya.
Yıldızları gördü, karanlıkta yitip giden bir duman, hiçlik
ormanında üretim yerlerini örten mantarlar, Tanrı ağusu.
Yaratılışın korkunçluğundan titredi.

Dehşetin verdiği görüntüde
Şu ayakkabıyı gördü, tabansız, yağmurdan sırılsıklam,
Yatıyor çölde.
Bir de çöp tenekesi vardı, dibi paslanıp delinmiş,
Rüzgarın oyun yeri, pis su birikintilerinde.

Bir de ceket vardı sessiz evin sessiz odasındaki karanlık dolapta.
Bir de yüz vardı, sigarasını tüttürmüştü alacakaranlık
pencereyle atesin korları arasında.

Yüzün yakınında, bu el, hiç kıpırdamadan.
Elin yakınında şu fincan.

Karga göz kırptı. Göz kırptı. Hiçbir şey olmadı.

Gerçeklere baktı da baktı.
Hiçbir şey kaçmadı gözünden. (hiçbir şey kaçamaz ki)

Ted Hughes
Çeviri: Talat Sait Halman



***
Crow's First Lesson
God tried to teach Crow how to talk.
"Love," said God. "Say, Love."
Crow gaped, and the white shark crashed into the sea
And went rolling downwards, discovering its own depth.

"No, no," said God. "Say Love. Now try it. Love."
Crow gaped, and a bluefly, a tsetse, a mosquito
Zoomed out and down
To their sundry flesh-pots.

"A final try," said God. "Now, Love."
Crow convulsed, gaped, retched and
Man's bodiless prodigious head
Bulbed out onto the earth, with swivelling eyes,
Jabbering protest --

And Crow retched again, before God could stop him.
And woman's vulva dropped over man's neck and tightened.
The two struggled together on the grass.
God struggled to part them, cursed, wept --

Crow flew guiltily off.


Karganin ilk dersi
Konuşmayı öğretecekti Tanrı karga’ya:

"Sevgi" dedi. "Sevgi, de."
Karga ağzını açtı ve bir köpekbalığı indi denize,
Dibe doğru yol aldı, kendi derinliğini kavrayarak.
Hayır, hayır," dedi Tanrı, "Sevgi, de. Dene bir daha, SEVGİ."
Karga ağzını açtı ve bir karasinek, bir çeçesineği, bir sivrisinek
Fırlayıp uçtular aşağılara,
Her biri kendi pislik yuvasına doğru.

"Son bir kez deneyelim," dedi Tanrı. "haydi, SEVGİ."
Karga sarsıldı, ağzını açtı, öğürdü ve
Erkeğin gövdesiz dev başı
Yuvarlanıverdi dünyaya, fırıl fırıl gözleri,
Yakınan sesiyle

Ve Karga öğürdü yeniden, Tanrı kendini toparlayamadan
Ve kadının bacakarası kenetleniverdi boğazına erkeğin, sıktı.
Çimenlerin üstünde yuvarlandılar ikisi.
Tanrı araya girmeye çalıştı, sövdü, ağladı.
Suçlu suçlu uçup gitti Karga.
Ted Hughes

Sabri Cuha/ TANRI, ADVA VE ŞEYTAN...


***

A Childish Prank
Man's and woman's bodies lay without souls,
Dully gaping, foolishly staring, inert
On the flowers of Eden.
God pondered.

The problem was so great, it dragged him asleep.

Crow laughed.
He bit the Worm, God's only son,
Into two writhing halves.

He stuffed into man the tail half
With the wounded end hanging out.

He stuffed the head half headfirst into woman
And it crept in deeper and up
To peer out through her eyes
Calling it's tail-half to join up quickly, quickly
Because O it was painful.

Man awoke being dragged across the grass.
Woman awoke to see him coming.
Neither knew what had happened.

God went on sleeping.

Crow went on laughing.

Ted Hughes


A Childish Prank
Çocukça bir şaka

Erkekle kadının ruhsuz gövdeleri,
Ağızları açık, gözleri bomboş, ölü gibi
Uzanmışlardı cennetin çayırlarına.
Tanrı derinliklere dalmıştı.

Öyle büyüktü ki sorun, uyuyakaldı sonunda.

Karga kıkırdadı.
Isırıp iki kıvranan parçaya böldü solucan’ı,
Tek oğlunu Tanrı’nın.

Aldı erkeğin içine tıktı kuyruk kısmını,
Yaralı ucu dışta kalacak şekilde.

Baş tarafını da kadının içine tıktı baş aşağı.
Solucan süründü içeri ve yukarı doğru,
Kadının gözlerinden bakıp
Yanına çağırmak için kuyruk kısmını:
Çabuk, çabuk, çünkü ah nasıl yanıyordu canı.

Erkek uyandığında bir şey çimenlerin üstünde sürüklüyordu onu.
Kadın uyandığında geldiğini gördü Erkeğin.
Ne olmuştu, ikisi de bilmiyordu.

Tanrı hala uyuyor,

Karga hala kıkırdıyordu.

çeviri: www.cic.blogcu.com


not: Sylvia Plath siiridir, " Black Rook in Rainy Weather " (Yagmurlu Havada Kara Karga)
"- A rook, for anyone who does not know is basically a crow. - "'One Crow sorrow, two crows joy'". Rainy weather, the author is desperately looking for something to live for. Living in a life that is tiresome, dull. Death comes to us all in the end, perhaps it is the only one thing we can look forward to, besides the few moments in life that are truly happy."


Hughes,T. London, Crow: 1970
From the Life and Songs of the Crow
Contents:
Two Legends
Lineage
Examination at the Womb-Door
A Kill
Crow and Mama
The Door
A Childish Prank
Crow's First Lesson
Crow Alights
That Moment
Crow Hears Fate Knock on the Door
Crow Tyrannosaurus
Crow's Account of the Battle
The Black Beast
A Grin
Crow Communes
Crow's Account of St George
A Disaster
The Battle of Osfrontalis
Crow's Theology
Crow's Fall
Crow and the Birds
Criminal Ballad
Crow on the Beach
The Contender
Oedipus Crow
Crow's Vanity
A Horrible Religious Error
Crow Tries the Media
Crow's Nerve Fails
In Laughter
Crow Frowns
Magical Dangers
Robin Song
Conjuring in Heaven
Crow Goes Hunting
Owl's Song
Crow's Undersong
Crow's Elephant Totem Song
Dawn's Rose
Crow's Playmates
Crowego
The Smile
Crow Improvises
Crowcolour
Crow's Battle Fury
Crow Blacker than Ever
Revenge Fable
A Bedtime Story
Crow's Song of Himself
Crow Sickened
Song for a Phallus
Apple Tragedy
Crow Paints Himself into a Chinese Mural
Crow's Last Stand
Crow and the Sea
Truth Kills Everybody
Crow and Stone
Fragment of an Ancient Tablet
Notes for a Little Play
Snake Hymn
Lovesong
Glimpse
King of Carrion
Two Eskimo Songs
1. Fleeing from Eternity
2. How Water Began to Play
Littleblood

MEDUSA / ANCAK YAZGIDIR BU!


"The blood jet is poetry and there is no stopping it." Sylvia Plath Quote

... off off yilan derili dokunaç "yok aramizda oyle bir sey"
Plath, annesi Aurelia'nın nefretle izlediği hayattaki rolününün, kendisini de kafeslediğini görmekte: yalnız başına ayakta kalmak zorunda, fedakar ve cefakar anne rolünde...
Hayatini kontrol eden anne figurunu mitoloji Tanricasi Medusa (insanlari tasa ceviren bir canavar imgesi) ile ozdeslestirir.
There are many religious references where Plath portrays her mother’s dominance ‘your unnerving head – God ball’. ( hevesini kiran bir dinsel otorite simgesidir)
Sivvy'ciğim, annesinden gonderilen tum mektuplari yakarak yokeder.


Medusa / Sylvia Plath
Off that landspit of stony mouth-plugs,
Eyes rolled by white sticks,
Ears cupping the sea's incoherences,
You house your unnerving head -- God-ball,
Lens of mercies,
Your stooges
Plying their wild cells in my keel's shadow,
Pushing by like hearts,
Red stigmata at the very center,
Riding the rip tide to the nearest point of
departure,

Dragging their Jesus hair.
Did I escape, I wonder?
My mind winds to you
Old barnacled umbilicus, Atlantic cable,
Keeping itself, it seems, in a state of miraculous
repair.

In any case, you are always there,
Tremulous breath at the end of my line,
Curve of water upleaping
To my water rod, dazzling and grateful,
Touching and sucking.
I didn't call you.
I didn't call you at all.
Nevertheless, nevertheless
You steamed to me over the sea,
Fat and red, a placenta

Paralyzing the kicking lovers.
Cobra light
Squeezing the breath from the blood bells
Of the fuchsia. I could draw no breath,
Dead and moneyless,

Overexposed, like an X-ray.
Who do you think you are?
A Communion wafer? Blubbery Mary?
I shall take no bite of your body,
Bottle in which I live,

Ghastly Vatican.
I am sick to death of hot salt.
Green as eunuchs, your wishes
Hiss at my sins.
Off, off, eely tentacle!

There is nothing between us.

Poet: Sylvia Plath
Poem: Medusa
Volume: The Collected Poems
Year: Published/Written in 1960


***
"Yok boyle birsey yok "diyen Nilgun'de Anne figurunu hicledigi ve gecmisini kackinlikla ozdeslestiren bir simd' i ve bulanik bir gelecek duyumundan bahsediyor

Savaşırdım kovmaya çifte yetkeyi/ Hiçlemeye annemi ve uykuyu,
... Yok böyle birşey yok!/ Sunduğun sağaltımı kaçkın bir geçmiş,
şimd'i-
Beni aşağılayan sarsan / Aşan bizleri mor birliktelik.


ANCAK YAZGIDIR BU!
Sen ne getirdin bana çocukluğundan?
Şen kahkahalar ulumalar dona kalmalar mı?
Üzüncün senin hangi çağrışımlara uzandı
benim eskil saatlerimde?
Geçmişsiz ve geleceksiz suç sevinçleri,
deniz kıpırtılarınca yürek dalgalanmaları?
Titreyerek uçurulan köpükten balonlar,
anlık aşkın tasarımlar mı?

Nasıl bir ak konutun isteklendiricisi oldun
__________ anılarıma düz baktıran-
Ah, ben pembe fistanımla kuşanırdım,
Dantelalı tafta yumuşaklıkta.
Savaşırdım kovmaya çifte yetkeyi,
Hiçlemeye annemi ve uykuyu
Öğle sonlarından ürkünç odaların!

Diledim mi yanında tümden var olmayı an için
ve birkaç sonrasında hiç yokmuşçasına
beklememeyi bir şey çevremdekilerin uyumundan
başkaca?

Yok böyle birşey yok!
Sunduğun sağaltımı kaçkın bir geçmiş,
Sayrılık tutsağı bir gelecek duyumu bulanık,
sisi varlığının üzünç kanıtı bir vaktin
şimd'i-
Beni aşağılayan sarsan
Aşan bizleri mor birliktelik.

EYLÜL, 1977
NİLGUN MARMARA
_

01 Ocak 2008

KUM BEKCİSİ / NİLGÜN'e

Gizi Kazınmış Aynada Yüzyüze Geldiler.
Pencerede elmas tanecikler ve çevresinde delikler. Göz için. Deli. Çöl faresi. Kum bekçisi. Cımbız gözlü. İğne burunlu. Eskiden bir yıldızmış. Göğünü yitirmiş. Kumda şimdi. Falına bakıyor. Yeniden dönecek mi? Taneleri kimi zaman tek çıksın diye sayıyor. Olmuyor, çift çıkıyor. Bazen 'çift' tutuyor içinden. Bu kez de tek çıkıyor. Bulamıyor gök kuma hangi sayıyla yazılmış. Geceleri iyice umutsuz, renk körü... Çölde her şey birbirine karışıyor. Yakınındaki ev bir canavar, kıpırtısız, tetikte. Penceresinde elmas tanecikleri var, bunun ayrımında. Ardında bir karaltı bazen; izleniyor, bunun da ayrımında. Cımbız gözlerini belli etmeden odaklıyor pencereye doğru, dönüp, dikeliyor. Işıklıysa zaman, maki şemsiyesinin gölgesine sığınıyor. Bulutlu günler saydığı bir yana aktardığı kum taneciklerinden oluşan tepenin üzerine tünüyor. Paranoyak bir fare. Canavardan çok korkuyor. Çöle eklenmiş denize bakıyor geride duran elmas çerçeveyi unutmadan. Her ikisini de anlamıyor. İkiye ayırıyor tek ve çift gibi. Arkadaki canavarın sayısı tek, önünde açılan mavilik çift. Suya varamıyor, ıslanma korkusu var, eve de dokunamaz her gün her gece orada tek başına; pencere; karaltı; canavar... Dehlize iniyor, ürpertiyle kıvrılıyor karanlığa. Çıkarsam, çıkarsam, bakacak aşağılıyarak, anlayışsız, ezercesine, bakacak bana. Denize bakıyormuş gibi yapıyor beni izliyor, saydığım tanecikleri, şemsiyemi, dehlizime inen delikleri... Gözlerime bakıyor. Gözlerimi cımbıza benzetiyor, iğne burunlu diyor bana, deli diyor, kum bekçisi diyor, göğünü yitirmiş bir yıldız diyor bana, kumda fal baktığımı sanıyor, gök haritasındaki yerimi bulmaya çalıştığımı. Renk körüymüşüm, paranoyakmışım, umutsuzmuşum, korkuyormuşum denizden evden ondan. Dehlizimde tetikte beklediğimi düşünüyor, tedirgin olduğumu. Bilmez ki tüyle kaplanmış et ve kanda akışan hayvan erincini. Diş ve tırnak ve kuyruk ve kürk ve hız ve kayma ve... Dişlerini gösterecek bir gün, maskesi düşecek diye düşünecek. Hayvan dişlerini. Hayvan güldü. Güldü hayvan oysa, bilemez. Öfke sanacak, saldırıdaki inceliği öfke bilecek, kin kabul edecek tümünü, dişi, tırnağı, kuyruğu, kürkü, hızı, kaymayı. Her gün her gece her an önünü ve ardım düşünüyor. Hiç bir düş kurmadan, yalnızca ön ve art. Art ve ön. Uluma ve dokunma korkusunu yenerse suya dalabilir, yüzebilir, dönüp canavara tırmanabilir. Pencerenin elmas taneciklerinden birine yakın durup bir deliğe yaklaşarak dişlerini gösterebilir. Öç alma duygusuyla yanarak 'Neden büyüdünüz, genleştiniz, yayıldınız, gövdelerinizle, aletlerinizle, anlaklarınızla, aşklarınızla, ağlatılarınızla, güldürülerinizle, yüceliklerle, bayagılıklarla; bu yerküreyi nasıl iyeliğinizin bir yapıtı olarak algılıyor onu altetmeye çalışıyorsunuz? ' sorabilir. Neden ve nasılla, damarlarında akışan hınç dile, dişe gelir o zaman. Benden tiksiniyor. Donanımlı olduğumu sanıyor, kürkümün bir zamanlar olduğunu, sonra yokolduğunu varsayıyor. Nilgün Marmara




Kum Bekçisi

gün yeni dogar, yol yine uzar, ben bir yolcuyum
sus kalamadim, gün sayamadim, ben bir mahkumum
ah ... Vaktim doldu, ah ... çarem yoktu
hoscakal ...

çöl firtinasi, gök haritasi, ev uzak bana
ben gidemedim, gel diyemedim, dünya yasak bana
ah ... Vaktim doldu, ah ... çarem yoktu
hoscakal ...

sıg ilişkiler, boş kelimeler, aşk tuzak bana
Var olamadim, rol bulamadim, hayat tezat bana
ah ... Vaktim doldu, ah ... çarem yoktu
hoscakal ...
"kış uykusundaki melek"



Zeynep Arıkan ve Murat Köseoğlu
KALABALIKTA BİR YÜZ albumunden;

http://www.zeynepvemurat.com/album3.htm

sarkiyi dinleyebilirsiniz :KUM BEKÇİSİ-MP3
http://www.zeynepvemurat.com/Zeynep_Arikan-Murat_Koseoglu_13_Kum_Bekcisi.mp3

13. Kum Bekçisi
Söz: Zeynep Özkal Arıkan
Beste: Murat Köseoglu
Beste tarihi: 14.01.1998
Bu şarkı şair Nilgün Marmara’ya ithafen yazılmıştır. Kimi imgeler kendi yazdıklarından alındı zaten (Kum Bekçisi, Çöl Fırtınası gibi). “Dünyayla yaralı” bir insan. “Hayatın neresinden dönülse kârdır” diyen bir insan. “Şiir yazan, canına kıyan kadın” diyen bir insan. Şarkının en sonunda söylenen tümce de ona ait: “Kış uykusundaki melek”. Belli ki, intihar fikri uzun zamandır kafasındaydı. Şarkının bitimindeki vokalli bölüm uzun bir ölüm yürüyüşünü betimliyor.
_


31 Aralık 2007

DUVAKSIZ / NİLGÜN'e

Duvaksız
____
nilgün marmara'ya adanmıştır

Her intihar akşamının
genç kızlık hayalidir
daha onsekizine basmadan
alıp çeyizini
ölüme kaçmak

Hakan Yirik

_

29 Aralık 2007

İki Sıfır Sekiz

2 0 0 8
hosgeldin bebek!




" Elmanın küçükvekırmızı olduğu yıl,
şiir yağmur gibi yağar
ve bordo bir ay kanar bundan aşk yerine ..."

Kızılderili şiirinden

Haydar Ergulen /Ay Astrolojisi

şiir tadinda yeni bir yil saglicakla ...




28 Aralık 2007

Hipokondriyak / ZAKKUM



"
"bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on ..,
... yirmidokuz, otuz, otuzbir, otuziki, otuzüç, otuzdört "


"Her birliktelik kalbinin emzireceği bir yeni bebektir.
Önce emeklemeyi sonra yürümeyi öğretmen gerekir.
Kalbindeki sütü tüketmediler mi?
Bazen hiç başlamaması bir gün bitmesinden iyidir.
Çünkü beraberlik yaşlanırken bir terkediş gençleşir.
Seni hiç terketmediler mi?

"doksandört, doksanbeş, doksanaltı, doksanyedi, doksansekiz, doksandokuz "

Aslında dostluklar da kardan adam gibidir.
Eriyecekleri bile bile inşa edilir.
Kapım neden hiç çalmıyor artık?
Fotoğraflardaki insanlar hatırlıyor mu beni?
İsimleri neydi? / Bunların yüzleri çok tanıdık...
Yalnız kalmak 1ilaç mıdır yoksa hastalığın Takendisi mi?
Işığı görünce karanlığa kaçıyorum hemen böcekler gibi.
Bir şeye çok uzun süre bakarsan onu görmemeye başlıyorsun.
Hayat, keşke bu kadar etobur olmasaydı ...

İşte sen! Kurbanlarından korkan kanlı zalim bıçak ...
Sen! Kendi gölgesinden bile korkan bir paranoyak ...
Bir hipokondriyak / Bir hipokondriyak
Sen! Kırık cam üstünde yalınayak ve çırılçıplak ...
Bir hipokondriyak / Bir hipokondriyak
Bir paranoyak ...
Bir paranoyak / Bir paranoyak
Bir hipokondriyak ...

Kalbi çoktan iflas etmiş bir kardiyak !
Yalınayak ve çırılçıplak ...
İşte sen !
Bir paranoyak
Bir hipokondriyak

Siz ikiniz siz ikiniz benim hakkımda ne konuşuyorsunuz?
Senin... Senin ismin neydi?
Her birliktelik kalbinin emzireceği bir yeni bebektir. Önce emeklemeyi sonra yürütmeyi öğretmen gerekir.."


"...üçyüzyirmidört, üçyüzyirmibeş, üçyüzyirmialtı, üçyüzyirmiyedi, üçyüzyirmisekiz, üçyüzyirmidokuz"

25 Aralık 2007

BIRDYfilm SOBEband


SOBEband
http://www.myspace.com/sobeband

Yanik film kareleri
" ... ölüm kadar soguk bir yatakta /
hic pismanlik duymadan siradan olabilirim /
kayip yüzler arasinda /
yasak ve uzak düşler kurarak kendimi kiyabilirim /
ıssız cigliklarimin sonunda bogularak bogazima dolan hatiralarin tozlariyla ...

kayiyor gozlerimin önünden kurdugum dunyanin yanik film kareleri... "

[...]

Son Düşler
" ... soguk oldu bak yavas yavas hissettin mi /
damarlarina bak o morarmis zamanlar gibi /
hersey oldugu yerde kalmaz /
dunya aslinda hic farkinda olmaz /

... son düsler , bu , son sevişler... /


yaralarini sar kanatma artik kendini /

masallarimiz var yalanmis
ölümler gibi /
karanliklar ... "
[...]


bir film karesi BIRDY;

24 Aralık 2007

ECE AYHAN - NİLGUN MARMARA


ECE AYHAN’IN SİİRLERİ ÜZERİNE BİR ARASTIRMA


II.BOLUM
7.15. Nilgün Marmara (1958-1987)
Ece Ayhan için Nilgün Marmara’nın çok özel bir ad oldugunu söyleyebiliriz. Özellikle onun sairligiyle kisiligi arasında buldugu örtüsme, degerlendirmelerinde salt metne bakmayan Ece Ayhan için oldukça etkileyici bir durumdur. Yeterince fark edilemese bile Nilgün Marmara’nın “en temel özelligi”nin “sahicilik” oldugunu söyler.737
Ece Ayhan için sahicilik, sairligin olmazsa olmaz kosulları arasında saydıgı “etikçilik”in siiri besleyen, degerli ve kalıcı kılan en önemli ögelerinden biridir. “Sahicilik”le “özgünlük” arasında kurdugu sıkı bir bag vardır. Nilgün Marmara’yı bu yönüyle oldugu gibi kisiligi ve bu kisilikle örtüsen sairligiyle de “benzersiz” lerin “en basta gelenlerinden” biri diye tanımlar ve “uçbeyi düsünür” dedigi İdris Küçükömer’in “uç siirdeki karsılıgı” olarak görür. “Yeni Marijinallerden Nilgün Marmara”, “gerçekten çok ayrı bir konum’da”, “yakın ve uzak çevresinden ayrı, ayrılmıs olarak sınırda, garip bir sınırda” bulunmaktadır. Ayrıca “siirin dünyada ve Türkiye’de en eski serüvenlerini bile ayrıntısına kadar” bilmektedir.738
Edebiyat çevrelerinde; yasamının kimi kesitlerindeki kırılmalar, siirlerindeki trajik bulguculuk ve intiharıyla Nilgün Marmara genellikle Sylvia Plath’la iliskilendirilir; siirleri ve yasama bakısı bakımından da bu sairin etkisinde kaldıgı kanısı vardır. Bunda, Marmara’nın bitirme tezi olarak Sylvia Plath’ı hazırlamıs olmasının da yönlendirici bir etkisi bulundugu düsünülebilir. Ece Ayhan, bir etki sezilse bile bunun önemli olmadıgını, ortada onun özgünlügünü gölgede bırakabilecek derecede bir etkilenmenin bulunmadıgını, Marmara’nın “kesinlikle bir arayıs ya da arama içinde olmayan” ama “siiri buldugu her yerde: Libya’da, Avusturya’da, Bodrum’da, Marmaris’te, İstanbul’da da desen ve durmadan derinlesen” bir sair oldugunu söyler.739
Ona göre, “Nilgün Marmara’nın siirlerinde,yabancı etki aranıyorsa,” bunun için yalnızca Sylvia Plath’tan yola çıkmak yanlıstır. Onun siirlerinde “en çok Dylan Thomas çizgisi vardır denebilir. Anglo-Sakson siiri!”740
Ama asıl önemlisi bu siirlerin “anahtarı” aranıyorsa, o anahtar “ta hayatın içine gömülüdür”; çünkü “ Nilgün Marmara ‘dünyayla yaralı’” bir sairdir ve onun imgelerinin asıl kaynagı bu “yara”dır, hayatın kendisidir.741
Ece Ayhan’ın, bir sairin önemini dile getirebilmek için yer yer “kusagı onunla anılabilir” ifadesini kullandıgını söylemistik. Cemal Süreya ve küçük İskender için öne sürdügü bu savı Nilgün Marmara için de yineler: “Haklılıgın inadıyla apaçık yazıyorum ki, Nilgün Marmara uçsuz bucaksız sivil sairlerden biridir. Belki de en önde geleni. Sözgelimi, kendi kusagı rahatça onun adıyla anılabilir”742


737 Ece Ayhan, “Kentte Kesifler: Sait Faik’in Açık ya da Gizli Kıs Mekânları”, Siirin Bir Altın Çagı,s.125.
738 Ece Ayhan, “Kargalar ve Nilgün Marmara”, a.g.e. , s. 163.
739 Ece Ayhan, “Sairlerin Ön ve Arka Bahçeleri”, Aynalı Denemeler, s.55.
740 Ece Ayhan, “Nilgün Marmara Üstüne Sekiz Soru”, Sivil Siirler, s.90.
741 Ece Ayhan, “Üç Kez, Nilgün Marmara!” Aynalı Denemeler, s.20.
742 Ece Ayhan, “Nilgün Marmara Üstüne Sekiz Soru”, Sivil Siirler, s.90.

syf 188-189


Uç siir: Marjinal sair tarafından yazılan siir (bkz. “Marjinal sair”).“Nilgün Marmara, ‘uçbeyi’ düsünür İdris Küçükömer’in bir bakıma siirdeki, hiç degilse bir siirdeki, bu ‘uç’ siirdeki karsılıgı sayılabilir.” (Siirin Bir Altın Çagı, s.29.)

Marjinal sair: Düsünce, eylem ve yasam biçimiyle mevcut yapı ve egilimlerden bütünüyle uzak duran, yazdıklarıyla da çizgidısı oldugunu ortaya koyan sair. “Cahit Irgat’ın oglu Mustafa Irgat, bana ‘marjinal sair’ Hayalet Oguz’un bu masaya, sabah erkenden içki içmeye baslayanların hemen herkesi orada kesip biçtikleri için, ‘cinayet masası’ adını taktıgını söylemisti.” (Siirin Bir Altın Çagı,s.18.)



III.BOLUM
1.7. İntihar
“intihar”, hem modern siirle birlikte islenmeye baslanan bir kavram hem de modern yasamla artan bir toplumsal olgudur. Yirminci yüzyılda özellikle dikkati çeken sair ve yazar intiharlarının, -baska bir dizi nedenin yanı sıra- “seçilen” bir eylem biçimi olarak aynı zamanda sanki “nihai bir anlatım” ya da düsünsel bir protesto niteliginde gerçeklestigi de görülmektedir.890
Ece Ayhan’ın, günlügünde “intihar”a degindigi cümlelerden birinde bu sözcük için “samandıra” yakıstırmasını yapması dikkat çekicidir.891
“Samandıra”yı “Denizde yol göstermeye, bir tehlikeyi ya da geçis yolunu haber vermeye yarayan yüzer cisim” anlamında kullandıgı bellidir.892
Demek ki o, “intihar”a aynı zamanda toplumsal bir misyon yüklemekte, bu eylemi salt bireysel niteligiyle degerlendirmemektedir.
“intihar”ın ilk geçtigi siirindeki dizeler söyledir:
Adamlar geldi denizden ölmüs
Kimin sansı yoksa bırakmıs ellerini dubadan
ise yaramayanların felsefesi bunlar
Bir usak üçüncü katın balkonundan asagı attı kendini
(Çocuklugumu saklasaydım benim de ellerim olurdu dubada)
“Vedha’lardan Birinde”, Bütün Yort Savul’lar!, s.16.
Sairin bu siirinde, yine bir tür deniz aracı olan “duba”yı kullanması rastlantı olmasa gerek.893
Gerçi bu dizelerde “intihar” kavramının felsefi bir derinlikte sorgulandıgı söylenemez; ama böylesi bir eylemi gerçeklestirmeyi “sanssızlık”la açıklamaya ya da nitelemeye çalısan anlayısa karsı çıkarak, bunun somut nedenlere dayandıgı, bu nedenlerin ancak tarihsel ve toplumsal baglamlarla iliskilendirilebilecegi düsüncesini bir ölçüde yansıtabilmektedir Ece Ayhan.
Onun bu kavramı en çarpıcı biçimde isledigi siiri, aynı zamanda en tanınan ve sevilen siirleri arasında yer alan “Fayton”dur. Ece Ayhan, “Fayton”u; Atatürk’le ask yasamıs894 ve ona olan askı ayrılmalarından sonra da aynı siddette sürmüs bulunan, ziyaret için geldigi Çankaya Kösküne –Latife Hanımın karsı çıkısı yüzünden alınmayısını gururuna yediremeyerek Çankaya yolu üzerinde bir faytonda intihar eden “Fikriye Hanım” için yazdıgını söylemektedir.895
Sair, Fikriye Hanımdan söz ederken “ablam” ifadesini kullanmaktadır. Bu, onun, hem yasadıgı duygusal yogunluk dogrultusunda gösterdigi cesaret bakımından hem de gördügü muameleye tepkisiz kalmayı seçmemis olması yüzünden Fikriye Hanımın tarafını tuttugunu gösterir:
O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan sey
incecik melankolisiymis yalnızlıgının
intihar karası bir faytona binmis geçerken ablam
caddelerinden ölümler askı pera’nın
Esrikmis herhal bahçe bahçe çiçekleri olan ablam
çiçeksiz bir çiçekçi dükkânın önünde durmus
tüllere sarılı mor bir karadag tabancasıyla
zakkum fotografları varmıs cezayir menekseleri camekânda
Ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç, bilemem
intihar karası bir faytonun agısı göge atlarıyla birlikte
cezayir menekselerini seçip satın alısından olabilir mi ablamın.
“Fayton”, Bütün Yort Savul’lar!, s.37.
Siirin son bölümündeki ilk dize, intihar kavramına sairin farklı bir anlam yükleme, degisik açılımlar kazandırma çabasını da yansıtmaktadır. Edip Cansever bu dizeyi “erotik belirlenis[in] apaçıklık içinde veril[isine]” bir örnek olarak gostermektedir.896
Hangi öznel yorumla anlamlandırılırsa anlamlandırılsın, bu dizedeki “intihar” kavramının siirin ilk iki bölümündekinden farklı bir vurgu tasıdıgı,periyodik özellikte bir “süreklilik”i imleyerek verildigi, sairin, önceki dizelerde isledigi “intihar etmek” eyleminin öznesini birden degistirip dikkati kendisine yöneltmek suretiyle artık okurla da bulusabilen –anlatımdaki manevra eszamanlı biçimde okuru da “kendi ben”ine yöneltmektedir çünkü- bir “ortak özne” üzerinden “tikelden tümele sıçramaya” çalısarak bu kavramı degisik yasamsal an ya da durumlara dogru genislettigi kesindir.

890 Bu konuda ayrıntılı bir çalısma için bkz. Hayati Baki, Siirin Kesik Damarları-1/ intihar Eden Sairler Kitabı, Promete Yayınları, Ankara, 1994.
891 Ece Ayhan, Basıbozuk Günceler, s.148.
892 Türkçe Sözlük, Dil Dernegi Yayınları, Ankara, 2005.
893 “1. Yük tasımak ya da köprü kurmak için kullanılan altı düz bir tür deniz aracı. 2. içi bos,
894 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. İsmet Bozdag, Latife&Fikriye İki Ask Arasında Atatürk, Truva Yayınları, İstanbul, 2005; Oguz Akay, Gazi Fikriye ile Neden Evlenmedi? Latife ile Neden Evlendi?,
Truva Yayınları, İstanbul, 2005.
895 Ece Ayhan, “Cumhuriyette Kadın Dolasımı”, Çanakkaleli Melahat’a İki El Mektup, s.62; Morötesi
Requiem, s.101; Niyazi Zorlu, “Siir Siirde Kalmaz”, Aynalı Denemeler içinde, s.11.
896 Edip Cansever, “Ecegilleri Okumak”, Papirüs, 9 (Subat 1967).

syf248


kynk:http://acikarsiv.ankara.edu.tr/fulltext/2532.pdf

Doktora Tezi-2007 /Erdogan KUL
ECE AYHAN’IN SİİRLERİ ÜZERİNE BİR ARASTIRMA

T.C.ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI (YENİ TÜRK EDEBİYATI)
ANABİLİM DALI

21 Aralık 2007

ONURSAL YAKUPOĞLU

“... Delilik göğün şimşekle intiharıdır” (Çivilenmiş Ellerin Şiiri)

Hayatının Kalemini Kendi Elleri ile Kıran Şair : ONURSAL YAKUPOĞLU

"Çünkü şair, hafif, kanatlı, kutsal bir şeydir ve esinlenmeden, kendinden geçmeden, aklı başından gitmeden yaratamaz." Platon, İon

BİR YAVRU TANRI GİBİ DAĞLARINDAYIM
Bu yıl ne kadar çok sevdim; kaçtım.
Tehdit altındayım; işgal altındayım; öldürülüyorum.
Aşk çırağı!
İnan doğrudur bazı hayvanların ruhlarının olduğu.
Yazmayı öğrenip okumayı sökememiş bir yavru tanrı gibi dağlarındayım.
Alkol, uyuşturucu ve sex ve sosyalizm ve anarşizm ve içinde sağ kalmış bir yaradılış.
İçimde sağ konulmayacak bir duygu.
Günü gecenin sırtında geçireceksek eğer; ellerimi temizle, gözlerini temizle yalvarırım.
Kırk hasretlik ömrüm var. Bir duygum var zindanlarına saklanan; göndermeli tutkular.
O, her yere alışkanlıklarıya giden birileri gibi; neredeysen oraya gömsünler kopardığım ağzımı.
Dudaksızım, ahlaksızım, sensizim; biraz anla; sev!
Kabuk bağlayarak atan kalbimin efendisisin.
Bir duygum var efkarlarında saklanan; göndermeli avuntular.
O, her yerde kendi balıklarıyla giden okyanUslar gibi.
Onursal Yakupoğlu

Eylül 1997 Güneşin Çocukları Dergisi

İmgeden oluşmuş bir gökdelendir şiirleri yeraltına inen:
Usulca dikilsemde ben sokağa
yürüyen çıngıraklar hep peşimde
nefretin çıngırakları
beynimde sürgünden yeni dönmüş bir
aziz oturuyor
gücünü korkularımdan alan
ya da
Dinleyin mezar gürültüsü alçalan
boşlukta gıcırdayan umut kımıltısı bu ses
bakın hiçliğime dönüşüyor karanlığınız.

'Hem celladım hem de kurbanım' der şair:
Celladım ben
Ne esrik ne de özgürüm.
Bataklığıma çekilirim kabuslar içinde.
Günahların duluyum ben,
Günahkarların lanetli tohumu.
Sevdam toplamaktır kesilen başları,
Hıçkırıklarımı duymaz hiç kimse

çok katmanlı bir şiirin diline doğru ilerleriz;
“…. İçimde şeytanın kötülüğü,
İçimde Byron, Milton, Baudelaire…
İçimde esrik bir gülle uzaklara salladığım İçimdedir hiçlik.” (Cehennem)

Giderek Derridacı bir çizgiye çeker şiirini ve modernizmin denetim bilimiyle, psikiyatriyle savaşmaya başlar. Ona savurur deliliğini. Damarlarına yapay mutluluklar salanları gördükçe: “Hırsız ay ışığımı çaldın benden” diyebilir her an! Ve arkasından sözünü sakınmadan ironisini açar:
“…. Çığlıkların ana kucağında
Sen kodlarla süslenmiş psikiyatri
Elveda sana diyerek” (Manik Depresif/im –Artaud’ya adanmış-)

Onursal’ın “Dostluk” şiirinde alıntıladığı William Blake: “Karşı çıkış gerçek dostluktur.” şiir mirasina sahip cikmali..
Karaşın kuşaktan bir şair daha tabiata döndü.
göçmevsimi: 7ocak2006
msgsf sanat tarihi,
21 yasinda,



AFOROZMALAR OnursalYakupoğlu
Yorum Sanat, 2005 94syf.
Boş karanlıkların locasından seslenen elitist ağızlara tıpa olmaya hevesli Bay X., bilinmeyenin peşinden sürüklenmeyi amaç edinmiş şekilde, görünenin tozlu cilalarını kazımayı kendine görev bilerek, emin adımlarla, sokakların kaygan zemininde yürüyordu. Güneşin bile çevresindeki solucan derililerden, kadavra yüzlerden, nasıl hızla kaçtığını fark etmekten bıkkın, bakışsız, ölü gözlerle dolanıyordu; falez kenarlarına yaklaşarak. Her bir gövde, kasvet tohumu diye geçirdi içinden. Düşe düşe düşünüyordu: Absürdün komedisiyle, karanlık kahkahasıyla...


dipnot: kitabı aforozmalar, tülay’a [eski kız arkadaşı] ithaf edilmiş ve “bu kitap bahârım, hünkârım ve aşkım tülay’a adanmıştır” ibaresini taşıyor. özellikle küçük iskender’in katkıları büyük olmuştur bu kitapta ve seyyid nezir kitaba bir önsöz yazmıştır ve “yaraları açıkta bir şair” demiştir ilk satırda ve bu galiba her şeyi anlatıyor ancak hemen ardından “durmadan kanatıyor sözcüklerle” diye devam ediyor. "sözlük"ten


Giyotine Giderken
Işığın yüzü kör yalnızlığımın çizdiği
söz bıçakları kanımı gövdeleyen
tragedyası çalınmış Macbeth
çığlık kuşları tutsak havada dolanan
kin dizeleri bilemiyorum kimin kıyısında gözlerinin
ölüm kulaç kulaç tetikte
panik kokularını yayarak zevk yüklü
paslanan dillerden kaçar tiradsız
gülüşün tonları açılır
gölgesine şehir düşmüş kaçak yaşamın
bir kazadır keşfeden haykırmalar
camın buğusundan kayan damlanın intiharını
uçurtma saçlarım tanrının ipine bağlanmış
çocuk bacaklarına tırmanır dağ
inançtır serptiği çığ çığ yalnızlıklara
şiirle yücelir erken doğumu hiçliğin
çöllerimin mührüdür yılan sevişmeler
boşalır zehirler şiir dillerden
hiçbir el tutamaz günah taşını
hasret kalır coşkun başların
kan rengine
gök yüzünü saklar oysa bulutların makyajıyla
tanrıya bakmayı bilmeyen zavallı gözlerden
tükürür ceza yağmurlarıyla asla döndüren
ah o kutlu aşk
madenlerini patlatan cevherdir
fenerleri parçalayan dalgalarıdır denizin
esrarlı kalp kanıyorsun içinde mermer bedenin
bıçaksız kılıçsız silahsız
salt düşünceyle
bırak çağırsın çarpıntın destanlarını aşkın
hüznün kanatları taşır seni çağlayanlarına cesaretin
ey ölüm güzelliğinle ağlat beni
çıkardığında biçim giysini
kefenim olacak son sözlerim
Onursal Yakupoğlu

Aşk An(ı) tları

___ Gözleri aydan da güzel taş yarime ...
Oluş’un kesişmesi lahzada saklanan seninle
Ey doğurgan düşlerin gülüş derinliği
Sarnıcımda şimşek çizgin
Öncem, sonram, bulanıklığım
Peşimdeki ölümsüzlük ağıtı
Ben senin mührünle damgalanan uçsuz bucaksız kendimim
Dalgalanan denizlerinde ötekisizliğin
Bir meleksin akışın saydamlığında hiç doğmamış
Kader gibi tıpkı
Şenliklerin belleksiz tüylerinden çeyizinle
Deli çarpması imzamla öpülen bana gelişlerin
Gece mitlerinin sırılsıklam soyunukluğunda DİNlenen
Çığımın kılavuzu dağ oyukların
Gizliyor ruhumun kaçak bakışlarını
Tininden kılıcınla kesilir düş etim
Yatağa atlamanın intiharı ya da beraber
Benliklerimizi kaybettiğimiz
Parmaklarımın müziğiyle içine çekildiğim sen
Üşümeyecek artık derin
Sıcaklığımın kader çıplaklığıyla
Işık saçan boynumdaki iple dahi
Dipdiri tapınağında çağrının
Çiçek çiçek hatıralarımızın eğildiği sen
Nerede eline konan kurşun tüy
Beni acımdan vuracak olan
Şarabım sana dökülen çığlığım
Ey benim cinim
Şapşal bakış adalarıma sığınan fırtına gemilerinle gel
Keşfet çoşkumun atlasında görünmeyeni
Onursal Yakupoğlu

İm/ kansız
___ Gerard de Nerval ve Georges Bataille'e
Bakire dipleri tutsaklığın
Çığlıkların balesi acıda
Üşüyen kemikleri köpek yalnızlığın
Uykunun derisini soyarak çıplaklığıyla
Orestes sıkıntımın kısık gecesi
Boşluğun deniziğnesi yüzüme çöken
Kaçak ellerim bağıran çocukluğumun intihar partneri
Boyunbağı aşkların güz lekesi
Çingene ovuşları sokağın
Lambasında asılı Aurelia yarası
İmgelerin azraili sürgün zevk
Sakalında yıldız dölleri
Uzakları doldurmuşum çeyizine hüznün
Zıpkın mürekkep ruhumun ıssız topraklarını avlayan
Saplandıkça büyür acı
Gülümseyen filizleriyle sarhoşluğun
Dudak boraları
Bellek boyaları
Beklemenin ıslak karadulu
Zehir matinelerinin yorgunu, çığırtkan
İntihar seranatları dağın mini etekleri altından
Uçurum soyan bıçak atlayışları ayrılıkların
Ve yine kan yapraklarına damlayarak erkekliğimin kanatlanan
Ve yine kanat ve yine kan at titreşen beynime sevgilim
Onursal Yakupoğlu


kynk:http://www.barikat.com/modules.php?name=News&file=article&sid=206

Semper İdem
Kayıp zaman
Ölümcül anılarımın o korunaklı şapeli
İri umutlarla beslenen yüce çıplaklık
Kurak gizemiyle kazıyor gözlerimi öfken
Kokundan usanmış pusu gibi ansızın
Belleğimde içedönmüş kent
Tarihimin celladı duvarların
Acımın ahşap gözlerini tutuştururken rüzgar
İrini hışımla akarken kelimelerin
Usta bir uzaklık ayak basamadığın
Özensiz ninninle uyukluyor odam
Acemi sancına direniyorum
Çığlığına bende unuttuğun
Sen misin göçebe meydanlarımı ıskalayan
Sen misin beklenmedik ulağım
Daima bulanık
Daima aynı
Onursal Yakupoğlu


Bir Melunkolik'in Karabasını
___Helena'ma
Bir ihtilal gibi kanımdasın
Hortuma benzer vahiy gibi içine çekildim
Alev yutan dudaklarının arasından sızdım melankoline
Şimdi beynimde titriyor etin
Zavallı gecenin postunu giyin
Aydınlıklar çobanı aşk
Haykır, kus kurban kuzularını
Şimdi sen diren acıma bir kez olsun
Çıplak merdivenlerinden kayarak doğdum yeniden
Bir uyak gibi nereye uyacağından habersiz
Yeni bir Lazarus'u öksürüyor ruhum
Yalpa, korunmasız
Hangi körfezin ucunda konaklıyor ölüm
Hangi bilmece
Hangi kıyım
Hangi çığlık anlatır serseri acımı
Tanrıların intihar seralarında dolanan
Hangi kum
Hangi ayakizi
Hangi uzaklık
Onursal Yakupoğlu

Byron'sama
Dilsiz ruhların kristal zaferi
Titreten umudu
Bekleyişi yücelten çığlık
Derim gülümsüyor acımasız müziğinle
Söküp atamam sonsuz görkemini yüreğimden
Kuşkusuz yenileniyorum durmadan ürkekçe
erkekçe soyuyorum köklerini
Yalnızlığa tutsak yitik bir batık duruyor önünde
Fırtınalarla kurtulmak isteyen
Dipsizliğe çekilmek ıslak hayallerle
Öyleyse yazgı kılıcımı daha bir sivriltin
Kovalayın acı ışığımı cüzzamlılar
Dinleyin mezar gürültüsü alçalan
Boşlukta kımıldayan umut kımıltısı bu ses
Bakın hiçliğiğime dönüşüyor karanlığınız
Onursal Yakupoğlu

Düş Ağrısı
Her şeyim Tülay'a
Düş ağrısı çürüyen tinimin
Denizlerimin falez fobisi
Öykünürken usta atlayışlar
Ölümle süslenen Celan saçlarım
Ve uzanır aksi ateşten köpüklere
Bir çiy damlası gibi konduğum hindiba
Vahşi yapraklarınla sarmalanan ruhum
Çığa giden ses gibi aşkınla
Çeperlerinden ılık ılık akarken ışığı geçmişten gelmelerin
İşte tutma gecelerden kalma kırmızılık
Teninden kaidelerle taşınan
Acı şehirlerimin kiri, renginde uzaklığının
Çağır beni güvercinim
Ben özgürce dolandığım doğanım
Aşkla gel
O aşk ki, eski dinlerin yalnızlığına terkedilen
Ki tanrıların korktuğu tek bir hamlesidir öfkesinin
Sana gelişlerimin gözlerini
Kuşandığında ruhunun oyukları
İhanete dahi secde ettiren
Öyleyse dadan papatya sevdama sevdiğim
Daldığında sen, dudaklarına konan öpücüklerim gibi
Onursal Yakupoğlu

Kara Gün
___ Gecem Tülay'ıma
Mezarlığı altın sözlerimin
Oysa tek bir güzel sözünle canlanır
Üzüncümün yarasaları bekler geceyi
Gözyaşlarımla boyanan
Ve yeminlerimizle beslenir kan niyetine
Sonsuzlaşır emdikçe tözünü ruhun
Hangi ben sensizlikle düğümlenen mutlak
Acının soylu elçileri değil midir
Öldüren kendilerini haberinle beraber
Razıyım ben küllerine
Sana yanık sevdamın
Ki dirildikçe küllenir yeniden ve yeniden ve yeniden
Ey Abhazia'nın kartalı
Seninle avlanır gök
Ölü görkemi dahi yeter kuşatmaya kuzu başımı
Sır dökülüşü yağmur
Açık eden aşkımızı
Islaklığın kancalarıyla yücelir şeffaf
Ah sevgilim, çarmıh çarmıhlığına pişman
Güzellese de çileyi kan makyajıyla
Barikatlar gürültüye kayıtsız ki savaş olsun
Düşlerin inmesi
Issızlıkla yaratılan cehennemde
Ki duman kürtajlarıyla yok olan
Yıkıntı ovaları tragedya gözlerin gezdiği
Ezdiğimiz yasaklığın yargı çiçekleri sevdiğim
Anla aşılan yolda arsız
Yiten şiirin çakıltaşları
Damarlı uzaklara atılan
Gidiş giysilerini çıkaran kucak
Sen kızıl darağacı
Taştan tırnaklarımın aşındıramadığı
Çırpınmalar muştulayan gülüş şafağında
Ey lekesini kaybetmiş tuvalim
Geliyor işte ruhumun renkleriyle çizilen resmim
Onursal Yakupoğlu

Rüzgarla Gelen İsrafil'im Aşkı Haber Veren
___ TÜLAY'IMA
Savrul git yıkıntılar çağıran kıskançlık
Boşa çıkışların gülüşlerinden gelen
Dinlen yüreğim vahasında sessizliğin
Bırak aksın, aksın rehin sıcaklığı uykusuzluğun
Fantaise-tabeaux'nun ardından gidiveren
O doklunan Rahmaninov parmakları aşk dolu yalnızlığına
Ve ölümün solgun ışığı tekrar notasında
Yatağımın sana çözülme sesidir örs
Beynimde düzlenen sensizlik
Bir aşağı bir yukarı darbesiyle çekiç bakışlarının
Kuşatma: hangi dokusu sevincin salyası sevişmelerin
Yoksa değişmez yazgı renkleri mi
Siyahın başı çektiği, ama hükmedemediği
Tanrı dengi dudaklarından dökülüveren
Öpüş librettoları aşk operalarını tamlayan
Ben beyin kıvrımlarının zincirine vurulmuş Prometheus
Aşkını çaldım tanrıların
İşte ateş
İşte sen yangını bilgi
'Sonsuzluğun hacılarıyız' Byron'ca
Suça dolanan kablolarla birbirine bağlı
Her korunaksız dokunuş suç değil midir
Yoksa yıldız nakışlar mıdır göğe işlenen
Zamanın dulu düne bıraktığın iz
Bir öncekine düğümlenen
Ki kafatasımın sahibidir
Ki korumak açık etmektir cazibeyi
Sen içinde dans eden kanımın eşlikçisi
Bırak susun müzik, bitmesin dans
En acı yerinde kadınlığının
Onursal Yakupoğlu


kynk:http://siir.edebiyat.org/siir/ssl.asp?sair_id=16594&page=1&un=510341

“azizim, güzel atlar da güzel şiirler gibidirler

öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam!”

Ece Ayhan

_

19 Aralık 2007

HAYDAR ERGÜLEN

" ... heves uykudaysa ruh çıplak gezer /
_______ gazel bundan, keder bundan, sır bundan..."

fotograf: bungun.deviantart

"... Hayallerimin toprağını eşele,
ahşap kalbimi tırmala,
kımıldasın her şey /
Çünkü bir kedi
kadar gövdesi var
kırılmış ve yorgun
heveslerin..."
Üzgün Kediler Gazeli


Şikayetler Gazeli
Yaşadığımız hayattan alacağı varsa yaşanmayanın
ne anlamı kalır yalnızca yaşadığını hatırlamanın


Kimse taşınacak kadar uzak değilse birbirine
dur, yine senden yakınını bulamazsın kendine

Şiirden daha siyah bir şey olmalı kelimelerde
yoksa küfür kafiyeli söylenecek şehirde

Sesini gölgeden çek, kül gibi yoksul kalsın da
güneşin altında mırıldanacak şeyler bulunur hala

Bakmanın sonu yok gözlerin nereye yetişebilir
dünyada yalnızca körlerin gözleri temiz kalabilir

Yeni doğanın kulağına fısıldayacak neyimiz var
vakitsiz gidenin ardından dökecek neyimiz var

Hepimizin yerine balkondan düşeni hatırla
şiir bazen öyle de çarpabilir hayata


Ne gam gazel olmuş olmamış, şikayet sayılsın da

Haydar Ergülen

Adam Sanat, Ağustos 1999


“Şaşkına bir can düşmüştür, canda kırık kalmıştır” Camlar gazeli

"...düşü geçtik, kendine bakabilirsin / o bir bende kırılmıştı, hayli içimde / ıssız otağ kurulmuştu, canım içinde ..." İc Nefes

"Bir günlük ağacı gibi aşkın doğusundanım / çöl diye geçilen aşk doğudadır / ... /şarabın esrarı hani ben bir han kaldım / köpürmek nafile, alem ruh viranıdır / açılsaydım, kapanırdım, kurur yanardım..." Sırlar Gazeli

"...Şiirle ağacın kökleri aynı: ya sabır ya aşk! /...Yavaş git, ruhum yetişemiyor sana, dedim, içimden / kopan yolcuya, dursaydı, ağaçların gözyaşını dinletecektim /... / Ey ağaçlarla konuşmadan insanlarla konuşmaya çalışanlar... Zeytini dinledim beklemeyi öğrendim, akasyadan gitmeyi, / vuslatı ceviz ağacından, limonun dediği ayrılığı ve aşkı nardan..." Agaclar Gazeli

Bağımız güzdür, payımıza neşeden çok gazel düşmesi bundandır.

Yaprak niye gazel olur ve sokaklardan önce ruhumuza düşer? Çünkü eylüldür...(Baglar gazeli , Güz gazeli)

"...sen yine gazelini dök mırıldanarak:
________ Çocukluğum hayatımdan düşen ilk yaprak!..."

17 Aralık 2007

BERI GEL ^RUMI^

______________ ŞEB-İ ARÛZ ,Vahdet-i Vücut aşkına...
" duymadin mi ben salt yokluğum, hiçim "

Beri Gel
(...)
Sen bensin işte, ben senim işte.

Ne diye bu direnme böyle, ne diye?
Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye?
Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek,
Ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye?

Zengin yoksulu hor görür, ne diye?
Sağ soluna yan bakar, ne diye?
İkisi de senin elin, ikiside,
Peki, kutlu ne, kutsuz ne?

Topumuz bir tek inciyiz, bir tek.
Başımız da tek, aklımız da tek.
Ne diye iki görür olup kalmışız
İki büklüm gökkubbenin altında, ne diye?

Sen habire gevele dur bakalım,
Habire 'Usul boylu birlik çam ağacı' de,
Sonu nereye varır bunun, nereye?

Şu beş duyudan, altı yönden
Varını yoğunu birliğe çek, birliğe.
Kendine gel, benlikten çık, uzak dur,
İnsanlara katıl, insanlara,
İnsanlarla bir ol.
İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz.
Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane.

(...)
Dünyada nice diller var, nice diller,
Ama hepsin de anlam bir.
Sen kapları, testileri hele bir kır,
Sular nasıl bir yol tutar, gider.
Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak,
Can nasıl koşar, bunu canlara iletir.

Mevlâna Celâleddin-i Rûmî


Günler geçip gitti ise varsın geçsin. Gam yeme, onlara de ki: "Geçin, gidin... sizin gidişlerinizden bizim korkumuz yoktur... Ey mübârek, ey temiz dost... Sen kal, sen Var ol

Ben her mecliste, her toplulukta, inledim, ağladım, durdum. Ben, huysuz insanlarla da, iyi insanlarla da düşüp kalktım.
• Herkes, kendi anlayışına, zannına göre, benim dostum oldu.
Ama, kimse benim gönlümdeki sırları araştırmadı, öğrenemedi.

Olgunun halinden anlar mı ham?
Söz uzar kesmek gerektir ve’s-Selam.



_____________________________ muhabbetle../ hu..!

 
Image Hosted by ImageShack.us