UMAY UMAY
i'm still glazed
prescriptioned unfaithfulness
foam of the days
About Umay Umay
Arkadasinin ölümünün arkasindan "SEN GiTTiKTEN SONRA" çekmeye basladigi fotograflari... http://www.myspace.com/umayumayphotography
UMAY UMAY
i'm still glazed
prescriptioned unfaithfulness
foam of the days
Gönderen Ey'lûl
Gönderen Ey'lûl
Gönderen Ey'lûl
"..kendisini, boyundan da kısa bir dala asarken, hem soysal ekinci hem de de isa suretiyle ali, aramızda yine, uzak bir dilmunlu.. " Mehmet Çetin mart’07, a’dam
"...Şimdi, Kürt anaları yapıyor bunu; başlarına ideolojinin dikenli tacı geçirilmiş çocuklarının ölümünü kutsuyorlar, ve yalnızca ölümünü, onlara öyle öğretildi ki, çocuklarının yaşamaları bazen ihanetle eşdeğerdir. “İstemem son ölümüm olsun bu” demişti Soysal Ekinci, “yaşamak bir ihanet sayılıyorsa eğer!”
Göğsü ölümcül süngü darbesiyle yaralanmış anasına şöyle yakarıyordu Soysal:
“Xwînê bimale ku bimijim!” Kanı sil ki emeyim! Kınını yakan alevden kılıçlardan biri de oydu, Beyoğlu’nda bir bekar evinde asmadan önce kendini..."Arman Şen
"..Eylül döneminde ve cezaevlerinde bulundukları sıralarda şiirlerini kaleme alan ya da kitapları yayınlanan şairlerin sayısı az değildir: Emirhan Oğuz, Emir Ali Yağan, Ersin Ergün, Fadıl Öztürk, Halil İbrahim Özcan, Mehmet Çetin gibi şairler kısmen şiir serüveninde yolculuklarını sürdürdüler. Bazıları şiirlerini kendi yorumlayarak (Aydın Öztürk gibi) yola devam etti. Bazı şairler ise 12 Eylül’den doğan sekter ırkçı ve gerici ortam içersinde yokedildiler: Behçet Aysan, Uğur Kaynar ve Metin Altıok…
"Soysal Ekinci” gibi şairler ise gördükleri ağır işkencelerin üzerlerinde bıraktığı etkiler yüzünden aramızdan ayrıldı..."Tamer UYSAL
"..Soysal Ekinci ile ölümünden dört-beş yıl önce tanışmıştım. Her zaman içine kapanıktı. Cezaevinden çıktıktan sonra, bir tepki olarak “susma” kararı almıştı.Hiçbir yerde konumlanamamıştı. O dönemde, Taksim’de oturan belli insanlar nedense hep intihardan söz ederler, solcu şairler, intiharın edebiyatını yaparlardı. İntihar edene saygı duy, ama edebiyatını yapma.”
“Almanya’dan döndükten sonra intihar haberini televizyonda izledim. Ölümünden sonra birdenbire pek çok insan “Soysal’ın yakın arkadaşı” oluverdi! Gazetelere demeçler verdiler. Oysa yakın arkadaş filan değildiler, hatta Soysal’ın özellikle arkadaş olarak görmediği kişilerdi. İntihar edebiyatının yanı sıra başka bir edebiyata başlamışlardı: Ölümler üzerinde kendini kurma... Soysal’ın çaresiz kalması beni üzmüştü. Çalıştığı yerden parasını alamadığını yazmam insanları kızdırdı. Öyle ya,solda ne olursa olsun, bir şey söylenmeyecek, ölen öldüğüyle kalacak ve devrimciler arasında “büyük devrimciydi” diye konuşulacak. Soysal intihar etmeden önce yazdığı Çağrı adlı kitabındaki bir şiirinde şöyle diyor: Aydınlar ahh en yakınındakine bile uzak duran aydınlar!... / Her devinime anlaşılmaz bir homurtuyla karşı çıkan aydınlar / elektronik çağın oyduğu çağdaş mağaralarda / Ağzından köpükler akıtarak sahte bir esrime gösterisiyle / Çıkar dilenen şeyhler gibi, aydınlığı zikreyleyip karanlıkta yaşayanlar.” HACER YILDIRIM-2005
İLK- KISSA
Kırkına kadar ne aşk ne ölüm umrundadır insanın
Her şey hayvani bir intikam duygusuyla harcanır
Düşüncenin ince denizinden güneşe serilmemiş bedenler
Durmadan kendine sıcak bir yatak aranır
Kırkından sonra bütün ibadetler US'lu bir dost içindir
Her anı başka bir pişmanlıkla yaşanır
Ki soysuzlar aklanırken kamuda soylular karalanır
Soysal EKİNCİ
(1954Kars- 4eylul1994Ist.) Soysal EKİNCİ
1954 yılında Kars'ta doğdu, 4 Eylül 1994 tarihinde İstanbul'da yaşamına son verdi. Ardahan Yatılı Bölge İlkokulu'nu, Kars Kazım Karabekir Öğretmen Okulu'nu ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili Bölümü'nü bitirdi.
Siyasal kimliğinden ötürü 1979-1981 yılları arasında gözaltında kaldı.
1983 - tekrar gözaltı
1983-1989 yılları arasında İstanbul'daki cezaevlerinde tutuklu kaldı.
1989 yılında Çağrı adlı kitabı toplatıldı ve hakkında iki ayrı dava açıldı.
Şiirleri cezaevi günlerinde çeşitli dergilerde yayımlandı. 1991 yılında "susma" kararı aldı. Toplumsal yurt ve dünya tarihini, bireyi yoksaymadan sorgulayan, dilin olanaklarını çarpıcı imge derinliğine götüren, duygu debisi yoğun şiirler yazdı.
YAPITLARI
Gönderen Ey'lûl
Gönderen Ey'lûl
NİLGÜN MARMARA’DA İÇE DÖNÜK ŞİDDETİN DİLİ
Gönderen Ey'lûl
PLATH ŞİİRİNDE ERİL ETKİ
“Başparmağımdan kesildim, köküm toprakta kaldı.”
1932 yılında Massachusetts’te doğan Alman asıllı kadın şair Sylvia Plath, eğitimini Massachusetts ve İngiltere’de tamamlar. Şiirlerinde bolca sanrısal ve şiddet içerikli imgeler kullanan şaire, son yüzyılın gerek eserleri ve gerekse de yaşamı ele alındığında en çarpıcı isimlerinden birisidir.
Plath’ın bütün bir yaşamını özetleyen cümlelere Sırça Fanus adlı otobiyografik romanında rastlarız: “Bir gün bir yerde, okulda, Avrupa’da, herhangi bir yerde, o boğucu çarpıtmalarıyla sırça fanusun yeniden üzerime inmeyeceğini nasıl bilebilirdim? O sırça fanus ki, içinde ölü bir kelebek gibi tıkanıp kalmış biri için dünyanın kendisi kötü bir düştür”. Bu cümle Plath’daki Kaos Teorisi’nin özeti gibidir.
Plath şiirinin en dominant unsurları baba ve koca imgesidir. Mumaileyh ikonlar Plath şiirinde rahatsız edici bir biçimde defalarca işlenir.
Plath Şiirinde Baba Otto’nun Etkileri: Babasını kaybettiği 20 yaşına kadarki süreçte babası ile sorunlar yaşayan Plath bu menfi etkileri 1963 yılındaki intiharına dek taşır. Bu çekişme Plath’ı manik depresif, şizofren, içine kapanık, öfkeli, bezgin ve intihara meyyal bir hale getirir. Sylvia Plath babası ile olan bu ilişkisini henüz o yıllarda sıcak olan Nasyonal Sosyalizm ve III. Reich rejimi ile özdeşleştirir. “Babacığım” şiirinde babasını acımasız, kan dökücü, insanlıktan uzak SS subaylarıyla özdeşleştiren şaire, kendisini de masumiyeti sembolize eden toplama kampına kapatılmış Yahudi bir kıza benzetir:[1]
“Dikenli tellere takıldı kaldı
ich, ich, ich, ich
Güçlükle konuşurdum
Her Alman’ı sen sanrdım
Hele o yüz kızartıcı dilin”
Plath’ın babasına duyduğu öfkenin boyutları oldukça korkutucudur. Bu öfke yer yer karşılanılması zor bir intikam duygusuna dönüşür. Bu duygunun baskınlığı Plath’in şiirlerinde cinayet işleme isteği formunda açığa çıkar:
“Babacığım öldürmek zorundayım seni...
Ben zaman bulamadan ölüverdin...”
Yaşamı boyunca babasına karşı beslediği öfke, Sylvia’nın intiharından önce yazdığı ve geniş yankılar uyandıran Babacığım şiirinin son dizelerinde artık önü alınamaz bir hale gelir:
“Baba, baba , seni piç
Artık seninle işim tamamen bitti.”
Plath Şiirinde Koca Ted’in Etkileri: Plath hayatı boyunca tatmin edilemeyen babasının kızı psikolojisini (Kül Kedisi Psikolojisi) karşısına çıkan bütün erkeklerde arar. İngiltere Cambridge’de okurken bir baloda tanıştığı İngiliz kraliyet nişanına sahip şair Ted Hughes ile evlenir ve bu evlilikten iki çocuğu olur. Ancak Plath’in aradığı dinginlik bir türlü gelip onu bulmaz. Plath’ın evlilikten beklediği koruyucu erkek imgesi yerini, diğer bütün kadınlarda olduğu gibi evliliği mutfaktan mürekkep bir saltanat haline getirir. Şair intiharını da kendisine biçilen bu ülkede gerçekleştirir. Denilebilir ki şairin üstünde şiir kokusundan daha çok baharat kokusu vardır.
Plath’ın dikkat çekecek kadar güzel bir kadın olmaması, güzellik konusundaki komplekslerinin kocası Ted üzerinde bir baskı oluşturmasına neden olmuş ve Plath, kocasının yanındaki bütün kadınları potansiyel birer rakip olarak algılamıştır. Bu korkunun izinden giden kadın, ev sahibi ile kocasının ilişkisini öğrenir ve bu bilgi Plath’ın ruhsal bunalımları artmasına yol açar. Kendisini bir hapis hayatında yaşıyor olarak betimlediği Sırça Fanus’ta kocasının bu sadakatsizliğine değindiği bölümler kocası tarafından sansüre uğrar ve kitaptan çıkartılır. Bu noktadan sonra Plath yalnız bir kadındır ve ölüm arzusunu şiirlerinde yoğun olarak işler. Şiddet Plath şiirinin ana imgesi olmuştur. Plath kocasının da bulunduğu evini canlı canlı gömüldüğü bir mezara benzetir:
“Pek yakında, evet pek yakında
Mezar inimin yediği etim
Gene üstümde olacak eve gittiğimde.”
İçinden çıkılamaz bir yola doğru günbegün sürüklenen Sylvia bu çöküşünden kocasını sorumlu tutar ve onu bir şiirinde kanını içen vampire benzetir:
“The wampire who said he was you
And drunk my blood for a year
Seven years if you want to know.”
Sylvia Plath hakkında inceleme yazısı yazan bütün isimlerin de ortak paydası Plath’ın intiharından kocası Ted Hughes’ı sorumlu tutmalarıdır. Başka bir şiirinde ise Ted Hughes’i korumasız bir gemiye ya da koruması gereken bir gemiye saldırıda bulunan II. Dünya Savaşı Japon intihar uçaklarına benzetir:
“O ince
Kağıtsı duygu
Sabotajcı,
Kamikaze adam.”
Evlilikten aradığını bulamayan şaire, bu beraberliği yapay, dayanılması zor, karşılıksız ve sadakatsiz bir süreç olarak niteler Aday şiirinde. Evlenmeyi düşünenlere yahut evlenmiş olanlara karşı bir öğüt niteliği taşır şiir:
“Çay getirecek ,
Baş ağrılarını geçirecek ve ne dersen yapacak
Bir el.
Evlenir misin
Garantisi var.”
Yaşamına eklenen bu yeni ve boyutları oldukça büyük düş kırıklığı Plath’ın ruhsal durumunu içinden çıkılmaz bir hale getirir. Şaire gittikçe kendisini ölüme yakın hissetmeye başlar. Bu yakınlık şaire ile ölüm arasında paranormal bir dostluk kurulmasına neden olur. Artık Plath için ölmek bir sanattır ve kendi ifadesiyle bu sanatı icra etmek adına girişimlerde bulunur. “Her şey gibi eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi, Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor Öyle ustaca ki gerçeklik duygusu veriyor, Bu konuda iddialıyım sanırım.” Jell Barr (Sırça Fanus)’da intihar girişimlerinden bahseden Plath, deyim yerindeyse bu deneyimlerle övünür: “Yine yaptım, on yılda bir beceririm bunu ben.” Üçüncü on yılda ise bu yaptığı şeyi becermekle kalmayacak, başaracaktır da. Şaire bir intihar girişiminden sonra hayatını kurtaran doktorları Nazilere benzetir ve onlarla dalga geçer:
“İşte böyle Herr doktor, Herr düşman
Beni siz yarattınız
Ben sizin kıymetli eşyanız
Eriyip çığlığa dönüşen.”
Sylvia aldatılan her kadının yapması gereken şeyi yapar ve Ted Hughes’e boşanma davası açar. Mahkeme sürecinde edebiyat çevresindeki arkadaşları iki tarafı da bu kararlarından çevirmek için arabuluculuk yaparlar. Bunun yanında Ted Hughes çocuklarının annesinden defalarca özür diler, ancak her bağışlama yeni bir aldatma ile sonuçlanır. Hughes Sylvia’dan vazgeçemediği kadar, Londra edebiyat çevrelerinde kendine hayranlık besleyen kadınlardan da vazgeçemez. Bir süre sonra karı-koca ayrı evlerde yaşamaya başlarlar. Bu arada Sylvia Plath’ın şiirlerini okuyan bir basım evi sahibi bu şiirleri basar ve Plath’ın şiirleri İngiltere’de olumlu karşılıklar bulur. Ancak bu bile Sylvia’yı sonun başlangıcından kurtaramaz. İki çocuğunu yataklarına yatırır, gazdan etkilenmesinler diye pencerelerini açar, üzerlerini açık bir nokta kalmayacak şekilde örter, kızı Freida’nın başucuna bir bardak süt bırakır ve kafasını mutfaktaki gaz fırınına sokarak intihar eder. Öldüğünde boşanma davası henüz noktalanmadığı için mezar taşına Sylvia Hughes yazılır. Takip eden yıllar boyunca mezar taşındaki Hughes soyadı Plath hayranlarınca defalarca tahrip edilir.
Plath’ın intiharını takip eden 30 yıl boyunca Ted karısı hakkında tek kelime etmeyen Ted Hughes Sylvia’dan sonra iki kere daha evlenir ve 1998 yılında kanserden ölür. Ölümünden birkaç yıl önce Sylvia için “Doğum Günü Mektupları”nı yazan Hughes arkasında büyük bir servet bıraktı.
Plath Şiirinde Diğer Erkekler’in Etkisi: Babası ve kocası ile yaşadığı kötü deneyimler sonucu Plath bütün erkeklerden nefret etmeye başlar. Bu nefret Hıristiyanlık’ta insanlığın günahları için kendini feda eden İsa’ya kadar taşar:
“Şu kutsal herifler
ya balıklar, balıklar
İsa! Buz kalıpları.”
Plath edebi anlamda sergilediği bütün performansının merkezine şu ya da bu şekilde menfi bir erkek imajı oturtur. Bu bazen babası, bazen kocası, bazen de savaş çıkartan, kötülük yapan diğer erkeklerdir.
Yönetmen Christine Jeffs, Plath’ın hayatını sinemaya aktardığı otobiyografik bir deneme olan Sylvia’da, Plath’ın şair Ted Hughes ile tanışmasından intiharına kadar olan süreci yüzeysel, kadın bakış açısıyla ve Plath’ın cephesinden ele alır. Gywneth Paltrow ve Daniel Craig’in başrollerini paylaştığı film Jell Barr’ın görsel bir versiyonu gibidir. Filmde Plath alabildiğine masum, Hughes olabildiğince vefasız gösterilir. Filme getirilen eleştirilerin önemli bir bölümü Paltrow’un Plath’ı temsil edemediği, hatta taban tabana zıt olduğu önermelerinde birleşir. Bizce film feminist duyguları tatmin etmeye yönelik ve oldukça yanlı olduğu için başarılı olmamıştır. Filmde Sylvia’nın intihar sekansı kadraj dışı bırakılır.
Plath Şiirinde İntihar Kavramı: Sylvia Plath için intihar bazen yaşamakla eş anlamlı bir olgu haline bürünür. Lady Lazarus adlı şiiri Ahdi Cedit’de geçen İsa’nın Lazarus adında daha önceden ölmüş birini diriltmesine göndermedir. Plath, deneyip de başaramadığı intiharları Lady Lazarus adlı şiirinde bu hikaye ile ilişkilendirir. Bazen da intihar bir kaçış yoludur. Başarısızlığa yahut kendinden daha iyi olan birine karşı tahammülsüz olan kadın şair, bir şiirinin başarısız bulunup elenmesinden sonra, yaşadığı bu düş kırıklığını intihar ederek aşmayı denemiştir. Plath’ın eserlerinde genelde yaşadığı çıkmazların betimlemeleri vardır. “Ölmek istemiyorum” diyen şairenin, sürekli ölmek için çabalaması “ölüm” imajını iki farklı anlama oturtmasından kaynaklanmaktadır. Ölmek istemez, çünkü ölmek unutulmak demektir. Ölmek ister, çünkü ölerek yaşamak daha albenilidir.
Sylvia Plath’ın intihara bu denli yakın durması ve bütün bir hayatı ele alınınca oldukça dramatik bir anlam ifade etmesi, “Sylvia Plath Etkisi” adı altında bir kavramı ortaya çıkarmıştır. Kavram özetle, özgün üretimle deliliği bağdaştırmaya yöneliktir. Plath intiharı ondan sonra gelen bir çok kadın şair ve yazarı etkilemiştir. Türk yazınında Nilgün Marmara intiharı Plath’la ilişkilendirilir.
Hüseyin Cahid DOĞAN
---
Gönderen Ey'lûl
http://www.youtube.com/watch?v=sm0Rbhba61w
Melek Nilgun Marmara ruhuna..
ey'lul
---
Gönderen Ey'lûl
Gozyasi agaci seni cagiriyor/Yelkenin gozyaslari
Dus Sokagi Sakinleri
-----
DIGER SIIRLERI / NILGUN MARMARA
Yitik Kaynak
Nocturnal
Journal
Bezgin Yurek
Katilim Cok/Katlim Yok
Gecmis Yuku
Ancak Yazgidir Bu
Burada daha ne kadar
Giderlerse - Geliriz
Savrulan Beden
17'nci
Manolya
Siir
Pembe Sevgili
Yalnizlik
Safir Dilek
Geriye Donussuz
Izlenimci Siir
Kopus Beklentisi
Sunu
Sulfur/ Civa
Cambazlar Ailesi
Monolog
Duz-Bahar
Dilsizlik
Yabanci
Cicek Durbunu
---
Kırmizi Kahverengi Defter'den
---
ANCAK YAZGIDIR BU!
Sen ne getirdin bana çocukluğundan?
Şen kahkahalar ulumalar dona kalmalar mı?
Üzüntün senin hangi çağrışımlara uzandı
-
Geçmişsiz ve geleceksiz suç sevinçleri,
deniz kıpırtılarınca yürek dalgalanmaları?
Titreyerek uçurulan köpükten balonlar,
anlık aşkın tasarımlar mı?
-
Diledim mi yanında tümden var olmayı an için
ve birkaç sonrasında hiç yokmuşçasına
beklememeyi bir şey çevremdekilerin uyumundan
başkaca?
-
Yok böyle birşey yok!
sisi varlığının hüzün kanıtı bir vaktin
Beni aşağılayan sarsan
Aşan bizleri mor birliktelik.
-
-
BURADA DAHA NE KADAR
Burada daha ne kadar öleceğim?
Yeryüzüyle gökyüzünün aracısı olarak bulutu
haraca kestiginiz yerde? Ben size alışamam.
gözüme saldıran güneş ışınlarında yüzünüzün yokoluşu.
"Ağlıyordum, onu gönlümde isterdim ve sadece orada."
Öylesine yoksulluk, bir aşk düşünün sihirli hiç karşılıksız...
-
Ağlıyorduk. Ben bu ıslaklığı tanıyordum, düşümde böyle
düşünüyordum size dokunurken. Siz bu ıslaklığı tanıyordunuz,
düşümde böyle düşünüyordunuz.
Nasıl biliyorduk, nasıl?
bu gözyaşlarının susulmuş
her çığlık, beklenmiş her sevinç için,
onun için bu kadar akıcı, saran ve parlak...
WET: SORROW-
Delilik sevgilim, bir sözcük üzerine kurulmuyor,
varolanı dürtüyor, eşeliyor, o bölgede yer ediniyor.
Bir sabah, bedenimin tüm hücrelerini ele geçirmiş bir acıyla
uyanıyorum, bundan böyle, nereye baktığı bilinmeyen
gözlerinizle her karşılaştığımda katlanacak bir acıyla.
Onu sürükleyeceğim. Sürükleyeceğim ki, açığa çıkarılamayacak,
tanımlanabilir gün ve gecelere maledilemeyecek bir aşk
-
Yaslı yüreğimin utangaç itirafı: "SİZİ SEVMEKTE ÖLÜYORUM"
-
-
GİDERLERSE-GELİRİZ
Kim bilebilir yüreğin narin çırpınışında alıkonan sihirli geceyi
Biten arzu, yüreği yalanladığında
Nasıl'ı, nasıl niçin'e çevirmeli, ayırdetmeli gelmeyenleri
hep gidecek olanlardan;Beklentileri bir yakaya iliştirmiş,
Bağlanmış duruyoruz ayakta…
Irmak örtülüyor. İzlenemiyor yönleri akışın.
Kaskatı bir devinimsizlikte, unutulmuş, yitik beden arzuları!
Aranan ve bulunamayan kaynakta gizli,
saydam mavi kavanozlarda deniz kabukları biriktirmek sanki...
Bir dilek, bir dilek: Gölgede kalan her kıpırtı
gerçeğe bir adım, güne uymaya başkaldıran bir adım olsun!
-
GİDERLERSE-GİDERİZ
SAVRULAN BEDEN
Pek az zamanı kaldı bu zora koşulmuş bedenimin,
Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi...
Tüy, kan ve hiçbir salgıyı düşünmeden,
Kesmeliyim soluğunu doğmuş olmanın!
Gönderen Ey'lûl
TOPLU ŞİİRLERİ / NILGUN MARMARA
Bana Doğru Gelen Kim? Ya da Şimdiki Zamanda Bir Mobil , Birinci Tekil Kişi
Beklemek
Cam Kelepçeye Evet
Canım Sıkıntı Sınırı
Çok Güzel
Düşü Ne Biliyorum
Gökkuşağından Darağacı
Kan Atlası
Kuğu Ezgisi
Kuş Koysunlar Yoluna
Kuşum ve Ben
Mezar
Pek Önceleri Ben-Merkezciliğin Dışavurumu
Tomorrow Will Be Another Day
Toz-Dem
Yürek:Kutup Tan Vakti
*
Bana Doğru Gelen Kim? Ya da Şimdiki Zamanda Bir Mobil , Birinci Tekil Kişi
Dökülmüş bedenim kimyasına pirincin, yok edilerek kalsiyumun büyüsü yazgım belirlenmiş.Her an, hoş geldin diyorum bana doğru gelene, dalgalanan duygularımla. Sarkıyorumtavandan (bir tavan varmışçasına) yeryüzünün (varolduğunu umarak) renklerini bilmemekarşın - lal rengi, çivit mavisi ve sarı - ve onların yalanlamalarını - tutku, dinginlik ve ölüm - kendimle işaretliyorum yanı, yöreyi - bir aşağı bir yukarı, bir yukarı bir aşağı, sağ sol, sağ sol.Yönlerin bulanıklığında bir sorumluluk bu! Uluma geri tepiliyor böylece, bana doğru gelenekarşı! Bir iskeletler zinciri tutuyor beni havada, uzay konusunda bir unutkanlık yüklemeye vedevindiğim cılız önlemleri yıkmaya çalışarak. Soğukkanlı bir çaba! Ben, kusursuz bir porte olmayı yeğlerdim, oysa. İşte şuracıkta, özlüyorum sol anahtarımı ve notalarımı. Umursamam,nereye dağılırlarsa dağılsınlar, daha sonra...wwwwwŞimdilik, hava akımının istencine boyun eğmişim, sinekler ırzına geçerken uzantılarımın,sürdürüyorum dansımı bu dikey tabut içre, günden geceye, geceden güne, ben tümünü ezipgeçinceye ve "Bana doğru giden kim?" in yatay bilgisine ulaşıncaya dek!
*
Beklemek
taşıl kaygısı kaotik özlem
neydi beklediğimiz ve gelecek olan
salt aci
sonsuz yeşil sonsuz gelişkin bir orman
içinde göllerini nehirlerini çağlayanlarını
gök kuşaklarını yitirdiğimiz kara sözcük
yokluğun dayattığı doğurgan sözcük: acı
bir deniz kızının uçma tutkusu
belleğin unutuş çılgınlıklarında
bilinmeyen organizmalar dönüştürürken
bedenlerimizi duygularımızı ben'imizi
çürüyorduk... kaçış yoktu... çıkış da...
yeşil maytap patlatan sahte mesihin sözleri
yalandı acımasızdı efendilerin belirlediği
ölçtüğü biçtiği yaşattığı kendimiz
umarsız öte benler=nesneler
ağlayın
ağlayın ve kanayın
yok olduğunuz irin zamanında
*
Cam Kelepçeye Evet
Ilık bir süzülüşle
Geri dön hayat,
Bırakma yeryüzü salına
tünemiş pek kara kuşlar
Örtsün bakışımı,
Görmek acısı sürsün
pencere tutsağının
Düşsün hayatı suya...
Nisan 84
*
Canım Sıkıntı Sınırı
Aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum. Öylesine bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum. Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını benden geri alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor.Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancımyok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben. Yere göğezamana denize kayalara ve kuşlara da dokunan aynı tanrı değil mi? Bu kutla tanrınınyönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir yok-tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun ağırlığını.Kefe'lerinden birine onun oylumu pekâlâ sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve düşünceleryığılıyor, işte yetkin eşitlik...her gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. Bir eskicidensatın alınmış bu teraziyi birgün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir yanadağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim.
*
Çok Güzel
Durma artık burada uysal âşık!
Aydınlık milinin yatağında.
Bilemiyoruz belki de meşe o ağacın adı,
Anlayamıyoruz varolduğumuzu gölgesinde
ağırbaşlılığının.
Veda geliyor şimdi, öğretmek için
sergilenmeyi, uçuşan geriye dönen
vakitte.
Kime, kime gönderiyor incelen yapraklarını
yüzün, kavisin beyaz yanağıyla?--
Bu aklıkta, minarem mavi benim.
Işığım denize kayıyor, bir sayıklama
izleğiyle, bir zamanlar pay verdiğimiz
insanlığa!
*
Düşü Ne Biliyorum
Kimdi o kedi, zamanın
eşyayı örseleyen korkusunda
eğerek kuşları yemlerine,
bana ve suçlarıma dolanan?
Gök kaçınca üzerimizden ve
yıldız dengi çözüldüğünde
neydi yaklaşan
yanan yatağından aslanlar geçirmiş
ve gömütünün kapağı hep açık olana?
Yedi tül ardında yazgı uşağı,
görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o
ve bağlanmıştır körler
örümcek salyası kablolarla birbirine
sevişirken,
iskeletin sevincini aklın yangınına
döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.
Yine de, zaman kedisi
pençesi ensemde, üzünç kemiğimden
çekerken beni kendi göğüne,
bir kahkaha bölüyor dokusunu
düşler marketinin,
uyanıyorum küstah sözcüklerle:
Ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben!
*
Gökkuşağından Darağacı
Şimdi'nin bedeni yok,
Yontuyor geçmiş bilgisiyle
gelecek belki olur diye taşı,
________taşını kokluyor
________yontu dağılıyor...
Şimdi'si yitik
______bundan boyuyor
______boyuyor evine aldığı
______ağacın üzerine tüneyip
duvarını, tavanını, geçmişi
______ve geleceği ve her yanını;
__________dal kırılıyor...
Şimdi'si yitik
_______diziyor diziyor notalarını,
göğe ışık üzerine boncuklarını,
ucuza getiriyor varlığını
_______sonsuzun sessizliğiyle
_______sonlunun gürültüsü arasında,
O bitirince kıyısında gezindiği
_______yol çöküyor...
Şimdi'si yitik
_______bundan yazıyor
_______yazıyor enine boyuna
_______içini ve dışını ve yeri
_______ve göğü ve suyu,
bindiği kadırga
_______o inince batıyor
Ağustos 87
*
Kan Atlası
____________-Emel'e-
_______"Ben babamın yuvarladığı
_______ çığın altında kaldım. "
Çolak mırıltılarla dövmelenen çocuk
_____________her gün her gece eğer adasında,
Gözü ağzı elinden alınmış, yosunlar
_____________sarmış bedenini çığlıklarken bunu
su içinde...
Karada, hançer suratlı abinin rüzgârında
_____________uçar adımları.
Geçmiş ilmeğinde saklıdır arzusu
İçinden karanlık, tekrar ve ilenç
_____________sızdıran hayret taşında.
Soruyor hatırasında, "sırtımda ve
sırtında gezinen bu ürperti kim,
bir damla süt yerine bu ağu kim?"
ay gözüyle bakmayan kavruk akıllara
___________-boy atmış da salgıları,
___________ cücelmiş sezgileri-
bir yanılgı rehavetinde debelenenlere...
Ey, yüzleri
__________________bir babakuş gölgesine
_____________çakılmış olanlar,
Üzgün adım, ileri marş!
Aralık, 86
*
Kuğu Ezgisi
Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,
Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı
bekçi gizleri.
Ne zamandır ertelediğim her acı,
Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,
bu şiir -
Sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,
Dost kalmak zorunda bana ve
____________ sizlere!
Çünkü saldırgan olandan kopmuştur o,
uykusunu bölen derin arzudan.
Büyüsünü bir içtenlikten alırsa
Kendi saf şiddetini yaşar artık,
bu şiir -
Kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü,
ulaşılamayanın boyun eğen yansısı,
Sevda ile seslenir sizlere!
*
Kuş Koysunlar Yoluna
Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. Hep böyle mi bu?Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum,kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer.'.. Kafatasımın içini, bir küçük huzur adınaaynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Paniğini kukla yapmışhasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasınaniye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?"Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.
*
Kuşum ve Ben
Kuşum ve ben bir aynada
uyuyoruz, kafesimiz yatağımız
yüzlerimiz eşlerine baka baka
sonsuz kar altında uyuyoruz
kuşum ve ben.
Eşim ve ben kızıl bir bağla
bağlıyız birbirimize
Çözülürse yoksulluk sevinir
Aynamızın içinde tek bu bağ...
Kızıl kıskanç eşim kuşum ve ben...
*
Mezar
tükenirdi monolog
kaçarken içine düştüğüm kara toplum
big bang sonrası büyük yalnızlık bilinmeyeni
saçlarında titreyen iblisler karartırken güneşi
üstüste gömülürken
saydam yaşamlar
bir yankı duyulurdu hiç'likten
bütün yalnızlıklarınızın ilenci
korusun çoğulluklarınızı
cinnet koyun erdemin adını
maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın
hepiniz mezarısınız kendinizin...
*
Pek Önceleri Ben-Merkezciliğin Dışavurumu
yontusal bir dinginlikle sıralarım
sözcüklerimi vasat bir yere
bu duyumlanmaz imgeleme -
taşkınlıktan ırak mı ırak
ah! ya benim ele geçirilemez coşkularım
varolamamış henüz
biçimleyemediğim
neredesiniz siz ey bilinçsizliğin bilinçleri
varılamaz yengisinden sonra--
ulaşılır esriklik alanları?
bir uçuş diliyorum salt kanat
gökyüzünün üçgen bir köşesinde,
bir tozlaşma... miriabilis bir jalapa'da
görsün her gözenek ait bana
süresiz dolun ve sonsuz bir ay
patlaması tüm içkinliğimde-
bildiğimi biliyorum çemberimi
yarıçapları oturtsam bir kez özeğe -
ve eğretilikten arınmış parçacıkların
uyumsuz hiçbir üstüstelenişi düşünülemez
bu uyumlar elaçıklığıyla ulaşacak hep
çembere...
kuşkusuz mu?
*
Tomorrow Will Be Another Day
_________________-sevim'e-
Belki ona gideriz yarın,
Belleksiz sevgiliye,
Poplin elli korkak çocuğa,
Duyarlığı, unutkanlığının kanı
anaya-
Ona belki gideriz yarın,
Gören gözlü kör güzele,
Çılgın gülüşlü bebeğe,
Yüreği, sızlanan ruhunun göğü
yavrucağa-
Yarın gideriz belki ona,
Unutuşun türküsü, bekleyiş
tortusunda,
Esnek kokulu çiçeğe,
Kaynak bakışlı Venüs'e-
Ya nasıl dönüş sonra?
*
Toz-Dem
Kısacıktı
karşı yolculuklarımız kara
___ve deniz üzerinde-
Şafağın bodrumuna inerken sen,
Hançerin ivmesiyle yükselirdim
______dul pencerelere.
Azıcıktı
köpük boz-denizde ve karada
Koyu bir saatin içinden--çıkılamadı
bir an yine de!
Belki gülden
kalma bir iz yanağındaki,
Eski sabahın sarı gülünden
üzerine deli gözünü bıraktığın...
Öldüğünde,
çekmecemde duran bu göz,
incelikle çıkarılacak,
bir jiletin enginliğine,
Çözülecek gizi
_____O çarpık retinanın, ağ tabakanın...
Kasım 1985
*
Yürek:Kutup Tan Vakti
Su ılık burada.
Yine göç kendiliğindendi,
Yine gözlerim açık.
Bu gizli alanda ne görürüm, böylesine
mavi ve saf, tek başına?
Ah! Bir oluk geceden acuna yönelmiş,
Bir ağaç, yeşil çığlığını aya vuran
yapraklarıyla.
Ben, buhar resitalini ya da buzulun
çağrısını düşlerim.
Göz gözü görmesin, irisler donsun ya da!
Ses boğulsun,
Boyum bu boy kalsın!
Yüreğim bu çifte olurlukta,
Ilığın en karşıtı, deli düşmanı,
Kutup tanının kendisi olmaya ant içerek,
Dilerse kardan, buzdan bir igloo olsun,
dilerse eritsin bu vücudu kendi iç şafağında,
yunsun gök taşında!
Su, şimdi aydınlık ve hafiftir,
Yüzeyi çok karanlıkla solmuş olsa da.
*
Nilgun Marmara
kynk::http://www.aruz.com/antolojinilfunmarmara.htm
---
Gönderen Ey'lûl
ZELDA
kum bekçisi
toprağın altında
sarmaş dolaş köklerle
bağlanmışız birbirimize
cennet gibi biryerlerde
kader varsa benimki bu olsun
aşk masalsa gerçek olsun
aşk..
bağlanmış kökler gibi
hayat veren toprak gibi
tüm anneler gibi güçlü olsun
tüm anneler gibi güçlü olsun
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
toprağın üstünde
yanyana duran çiçeklerde
sarılmışız birbirimize
cennet gibi biryerlerde
kader varsa benimki bu olsun
aşk masalsa gerçek olsun
aşk..
camdan sızan güneş gibi
gökte yıldızlar gibi
dolu hayatlar gibi sonsuz olsun...
sonsuz olsun...
sonsuz oolll...
Yine yoksun diye düşmanım hergüne
Dursunnn dünya dönmesin sensiz
Yaşatmasın offf allahım sensizzz
ellerinden gülüm
I only Wanted 2 see U Underneath the Purple Rain
--- bir keşkeye daha yer yok kalbimde --- b i r l i k t e ö l e c e k m i y i z ?
...
Şimdi ölmek istemem bir kalbi sarmadan
Aşkı tatmadan daha
Onla sarhoş olmadan
Hiç sevişmeden daha
Şimdi ölmek istemem daha hiç gülmeden
Çoban yıldızı
...
Şimdi ölmek istemem kalbine dokunmadan...
...Kimi çıkar gökyüzüne Yıldız toplamaya Kimi iner deniz dibine Yosun sepetine Kimi çıkar Dünyanın Sevda keşfine
Sen arkadaş benimle Ölür müsün?
şiir:Hayrettin Horoz beste:Onur Akın