^^ ИÍLGŰИ МAЯMAЯA ^^ : MEKTUPLASMALAR- ZWEIG

22 Kasım 2007

MEKTUPLASMALAR- ZWEIG


Bir aşkın hazırlanışı ve bitişi
ALİ ÇOLAK


24 Temmuz 1912 akşamı, Viyana’nın banliyölerinden Josefstadt’ta daha çok memurların, subayların, doktor ve edebiyatçıların uğradığı Wickenburg sokağı 15 numaradaki Riedhof lokantasında, Stefan Zweig yemek yiyor, dostlarıyla sohbet ediyordur.
Talihin güzelliğine bakın ki, yan masada da, hayatının uzunca bir dönemini birlikte geçireceği aşkı, karısı, yardımcısı… her şeyi Friderike von Winternitz oturmaktadır. Friderike onu ilk kez görüyor değildir. Birkaç yıl önce de, güzel bir yaz akşamı, Viyana dışındaki Rodaun’daki bir lokantada görmüştür Zweig’ı. Friderike, 25 Temmuz’da Viyana’dan ayrılır, yaz dinlencesini geçirmekte olduğu içmeler kasabası Gars am Kamp’a gelir ve hemen “Sevgili Stefan Zweig Bey,…” diye başlayan bir mektup yazar. Bu, ucu aşka, sonra evliliğe çıkacak uzun bir hikâyenin ilk satırıdır aslında…

Kendini aşkına adayan kadın...
Uzak, çekingen, hatta ürkek bir kadının kaleminden çıktığı her halinden belli olan bu ilk mektubunda Friderike, “Çoğu insanın güzel bulmadığı bir şeyi şu anda niçin kolayca yapabildiğimi sanırım açıklamama gerek yok.” diyecektir. “Bu saçma satırlarımı hiç kimseye anlatmayacağınızı sanıyorum” demeyi de ihmal etmeden, Zweig’ten mektubuna cevap alabilirse sevineceğini yazmıştır.

Stefan Zweig-Friderike Zweig mektuplaşmaları böyle başlar… Ahmet Arpad-Burhan Arpad’ın Almanca’dan dilimize çevirdiği “Mektuplaşmalar” (1912-1942) 1912’de tanışıp 1920’de evlenen Stefan-Friderike Zweig çiftinin çeyrek yüzyıl boyunca birbirine yazdıkları bin 200 mektup arasından seçilmiş 300’den fazla mektuba yer veriyor. Mektuplar, bilirsiniz, başka eserlerde, mesela anılarda, otobiyografilerde bile ortaya çıkmayan mahrem bilgileri, ayrıntıları saklar. Bir edebiyat okuru için, tadına doyulmaz metinlerdir… Friderike’nin tutuşturduğu aşkın mektupları da tiryakisi olduğum bir yazarın, Zweig’in kişiliğine, düş kırıklıklarına, gezilerine, eserlerinin yazılış ve yayımlanış macerasına dair pek çok bilmediğim şeyi öğretti bana. Ve tabii önce Friderike’yi o hakikaten özverili kadını… İyi bir tertiple ‘Sokulma’, ‘Sürüncemede’, ‘Soğuma’ ve ‘Sürgünde’ gibi başlıklar altında toplanmış mektuplar, bir aşkın macerasını adım adım izlememize fırsat veriyor bu bölümlemeler...

Friderike, Stefan Zweig’ı tanıdığında evli ve çocuklu bir kadındır. Ne var ki o da bir yazardır ve uzaktan tanıdığı, izlediği Zweig’ın hayranıdır. Önceleri “Sevgili Stefan Zweig bey” yahut “Çok sayın doktor bey…”li mektuplar, çok değil, birkaç ay sonra, “Sevgili…” diye yazılmaya başlanacaktır. Sonra telefonlar… Ve o davetkâr satırlar… “Gözleriniz o kadar güzellik dolu ki… Siz her şeyi duysallık dolu bakışlarla izliyorsunuz. Karşınızda direnç gösterebileceğimi sanmıyorum… Sizin Maria Friderike v. Winternitz’iniz…” İlk mektubun bir kadından gelmesi her zaman tehlikelidir ve ucu mutlaka dönülmez bir aşka çıkar… Zweig için de kaçınılmazdır bu. Ama ne yazık ki Zweig’ın, bu aşkın ilk zamanlarına ait mektupları kayıptır. Biz, bu aralığı ancak onun günlüklerinden takip edebiliyoruz. Tanıştıkları 23 Eylül 1912’de Stefan Zweig günlüğüne şöyle yazar: “Gerçekten oldukça duygulu, o güne kadar rastlamadığım kadar ince yapılı, fakat onu güçlü yapan ruhsal çekiciliği enerji dolu bir kadınla güzel bir sohbet yaptım… Hareketlerindeki mükemmel zariflik bana müzik gibi geliyor… Vazgeçmeliyim ondan!” Vazgeçemez… Bir mektubunda, “Size her zaman yardımcı olacağımı bilmenizi isterim. Örneğin ortalığı toplamak, bavul hazırlamak ve benzeri şeylerde emrinizdeyim.” diye yazan Friderike, artık adım adım peşindedir Zweig’ın… Daha başlangıçta talip olduğu bu ‘yardımcı olma’ arzusunu, boşanmak zorunda kalmaları, hatta Zweig’ın sekreteri Charlotte Altmann ile evlenmesine de engel olamayacaktır. Zweig, Brezilya’da geçirdiği hayatının son günlerine kadar yazmaya devam eder Frederike’e.

Faşizmin kararttığı hayatlar...
‘Mektuplar’ bize bir aşkın hazırlanışını, gelişimini ve trajik bir sonla bitişini anlatırken, Zweig’ın neredeyse bütün edebi hayatını, romanlarının, denemelerinin, tiyatro eserlerinin, hikayelerinin yazılış, yayınlanış, sahneleniş öykülerinden de haber veriyor. Ve tabii, bitmez tükenmez seyahatlerinden… Avusturya’dan Almanya’ya, Paris’e, Londra’ya, Amerika’ya, Brezilya’ya gidiş gelişler, edebiyat söyleşileri, konferanslar… Bir şeyi daha: Zweig ve eşinin mektupları, 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan iki dünya savaşının en sarsıcı tanıklıkları... Bu tanıklıklar, adım adım ölüme götürüyor Zweig’ı. İntiharından bir gün öncesine kadar sürdürdüğü mektuplarda Zweig, kendisini intihara götüren ruh çöküntülerini dokunaklı bir dille anlatıyor. Son mektubunda, mutlu olmasını ister Friderike’den. Bir gün önce de “Bütün dostlarıma selamlar yolluyorum.” diye yazar, “Uzun gecenin sonunda doğacak şafağı görmelerini çok arzularım! Sabırsız ben, onlardan önce gidiyorum.”

‘Dünün Dünyası’nı arayan ve barışçıl, aydınlık bir ‘kültür Avrupası’ düşü kuran Stefan Zweig, bu düşün acı bir şekilde yıkılışına tanık oldu. Hitler faşizmi, sadece Avrupa kentlerini değil, onun düşlerini de yakıp yıktı. 13 Mart 1938’de Viyana işgal edildi. Zweig artık bir vatansızdı. Sonra İngiliz vatandaşı oldu, ardından da yeni eşi Charlotte ile birlikte Brezilya’nın Petropolis kentine gidip yerleşti. Fakat acısı burada da dinmeyecekti. Brezilya, sokakta Almanca konuşmayı yasaklar… Avrupa’dan korkunç haberler gelmeye devam etmektedir. Bu acılara daha fazla karşı koyamaz Zweig ve evliliklerinin ikinci yılında eşi Charlotte ile birlikte intihar eder. ‘Bir mültecinin yaşamı daha alışılmış şekilde sona ermiş’tir.

Bir altın arayıcısı gibi okuduğum
‘Mektuplaşmalar’ın kahramanı elbette Friderike, o yürekli kadın... Tanıdığı günden sonra hep Zweig’ın yanında ve arkasında oluyor. O meşhur ‘Her başarılı erkeğin ardında güçlü bir kadın vardır.’ sözünü doğrular gibi... Zweig ayrılmak zorunda kalsa ve başka bir kadınla evlense de ruh yıkımları arasında ona saygı duymaya devam ediyor. Friderike olmasaydı, Zweig bunca verimli ve bunca tanınmış bir yazar olabilir miydi, tartışılır. “Mektuplar, Romanya buğdayı gibi çiçek açıp büyüyor.” diye yazmıştı Zweig bir keresinde. Büyüyüp çiçek açan ve hazin bir sonla biten bir aşkın içinden geçmenin sarsıntısı var üzerimde.

Mektuplar olmasaydı aşklar bu kadar ölümsüz olabilir miydi?

Zweig & Charlotte
www.zeldanilgunmarmara.blogspot.com/2007/10/ak-ve-intihar.html

 
Image Hosted by ImageShack.us