"gizdökümcü türün tanimlayici özelliği, kendini aklama peşinde olan sairin, yeraltina inmesidir."
A.Alvarez,M.L.Rosenthal,K.Malkoff gibi bazı elestirmenler; Lowell, Roethke, Plath ve Sexton gibi isimlerin şiirlerini gizdökümcü tür baglaminda degerlendirmislerdir.
Karl Malkoff, gizdökümcü şairlik için şunlari soyler:
"...Gizdökümcü şairlik dagilmis halde de olsa bir egonun, bir bilincin varligini gerektirir. Gizdökümcü şairligin temel gerilimlerinin kökeninde psişik bütünluge dogru gidişle dagilma arzusu arasindaki catisma yatar tam olarak.Mutlak özgürlük egiliminden kaynaklanan bu gerilim şiirlere yansır." Plath bu gerilimi kendisinin hayata ve ölüme dair birbiriyle çelişen görüşleriyle tırmandırır. Aslinda gizdökümcü bir sekilde yaşar ve yaratır. kynk:Nilgun Marmara çev:Dost Körpe-2006
Hasan Bülent Kahraman’a göre “Türkiye’de henüz itiraf edebiyatı yok”.
"İngilizce confession kelimesi, günahların, kişinin iç barışıklığını sağlamak için ayinsel itirafı anlamına geliyor. Confessionalist poetry deyimi için, itiraf kelimesinin olumsuz çağrışımları göz önünde tutulursa gizdökümcü şiir daha iyi bir karşılık. Bu ikinci terimde de sorun yok değil. Şairin süreçteki tasarlayıcı etkisini azaltarak şiiri bir iç dökmeye, veya örtüsünü kaldırmaya indirgeyen bir anlamı var. Gizdökümcü şiiri düşününce, ortaya dökülen gizin aslında günahlarla bir ilgisi olmadığını, travma yaratan olayın yeniden sahnelenmesi olduğunu söyleyebiliriz." Enis Akın-2005
gizdökümcü şair, eylemi,düşüncesi ve hisleri ile ilgili her utanç verici, acı verici ayrıntıyı saklar ve -belki- füzyona sokar. yazdıklarından bunları izleyebilir, tek tek durumlardan öte, arka arkaya eklenmiş durumları, hareketi gözleyebiliriz. kendisi de büyük olasılıkla yazarken aynı şeyi yapmaktadır. bunun doğal bir sonucu olarak gizdökümcü, kendisi tahrip ve onulmaz bir benmerkezcilik ile lanetlenir... edebiyat sözlüğü
Gizdökümcü tür ve Sylvia Plath'ın şairliği
"Sylvia Plath'ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi";Kitap, metnin tıpkı baskısı olduğu için, Marmara'nın tez hocasının kısacık açıklaması kitabın- tezin başında yer alıyor. Bu tezin hocası olan Cem Taylan'ın onay imzasıyla kitapta karşılaşmak Marmara'nın yayında Cem Taylan hocanın hatırlanmasına da neden oluyor.
Tezin ilk bölümü, adından anlaşılacağı üzere, gizdökümcü türle Sylvia Plath'ın şairliği arasında nasıl bir akrabalık olduğunu temel eksen olarak ele alıyor. Dolayısıyla, öncelikle Amerika ve İngiltere'de 1950'lerde yükselen bu Gizdökümcü türün ne olduğunu anlatıyor. Bir parantezden daha söz etmek gerekiyor; Marmara, bu tezi İngilizce olarak yazmıştı. Metne dönersek, Marmara hemen girişte Gizdökümcü türü tanımlıyor. Ona göre bu türün özelliği, kendini aklama peşinde olan şairin yeraltına inmesi anlamına geliyordu. Dolayısıyla Marmara bu bölümde, söz konusu türün köklerini araştırıyor. Bu türün adını kullanan, üreten eleştirmenleri anımsatıyor. Bölümde türün diğer temsilcilerinin yanında, Plath'ın ünlü şiiri 'Lady Lazarus' da aynı bağlamda analiz ediliyor.
kynk:Radikal/Orhan Kahyaoğlu-20.04.2007
(...)
türün diğer temsilcileri gibi plath'ın da suçluluk ve kendine acıma duygularına dair kaygıları şiirlerinde de, düzyazılarında da belirgindir. 'leydi lazarus' adlı şiirinde, psikolojik zayıflık sergileyen anlatıcıda odaklanması tamamen gizdökümcülük olarak değerlendirilir. plath kendini, uygarlığın nazizm'e meyilli niteliklerini taşıyan sadist bir dinleyici kitlesine sahip becerikli ve intihara meyilli bir yaratıcı olarak görür. şiirin sonunda, toplumla benliğin çifte yok oluşunun yansıması olan derin bir nefret duygusu geliştirerek sert erotik imgeler oluşturduktan sonra, kendine yeniden doğuş vaat eder. bu yeniden doğuş sayesinde, 'erkekleri' yiyen yamyam bir cadıya dönüşecektir.
Plath şiirlerinde ölüm temasını evrensel bir hedef olarak kullanmayı seçer. şiirleri acı çekerken yapılan sorgulamalardan, kişisel hayatındaki devasa beyin dalgalarının billurlaşmış bir tür serpintisinden doğmuşlardır. gizliliğin rahatlığına zıt olarak, kendini ifşaların verdiği rahatsızlığı ifade eder. ayrıca, gizdökümcü şairliğin ayırt edici niteliği sadece kişinin kendi deneyimlerini ifade etmesi değil, aynı zamanda onları tekrar tekrar yaşaması, rahatsızlığı sözcüklerle yeniden oluşturmasıdır. ama bu yenilgi sayesinde kişisel hayat yüceltilerek, kişisellikten uzak ve dâhice bir sanat eserine dönüşür.
S. Plath çektiği acıyı mısralarıyla yenmeye çalışmışsa da, eserleri doğaçlama yaşanan bu tutkulu hayatın ölüme yenik düşmesinin kanıtıdır. plath için şiir, dış dünyanın tehdidine katlanma ve izolasyon olasılığını sağlayan bir sığınaktır. bu izolasyon gerçeklerden kaçış olarak yorumlanabilir, ama plath'ın şiirlerindeki şeytani yoğunluk bazen okuyucuyu şaşırtır ve plath'ı hem gizdökümcü türün hem de 20. yüzyıldaki diğer akımların en mükemmel şairlerinden biri olarak kategorize etmeye iter. plath, ideolojik kaygıları lowell ve ginsberg'in bazı şiirlerinde olduğu gibi doğrudan ön plana çıkarmasa da, insanlığın belirli tarihlerde aldığı yaralara karşı direnişini hissedebiliriz.(syf:11-13)
(...)
sanatçının yaratma olgunluğuna erişebilmek için geçtiği hazırlık süreçleri her ne olurlarsa olsunlar uzun bir ıstırap prosedürüdürler ve bu ıstırap, sanatçıyı kolayca deliliğin, hatta intiharın eşiğine getirebilecek bir düşünceler bütününü teşkil eder.
sanatçının bir insan olarak çektiği ıstırap benlik öğesini içerir; varlığının bütününün istikrarına ve değerine, dünyayla ilişkilerine dair bir kaygıdır. bu ıstırabın sonucunda sanat eseri, izolasyonla ve dünyaya belirli bir tarzda tepki verip orada belirli bir tarzda eyleme geçmenin geliştirilmesiyle yoğrulur. bazı sanatçılar verdikleri tepkiyi aşırılaştırıp, ıstırap verici bir şekilde kendi benliklerinden yoksun oldukları hissine kapılarak dünyada eylemlerde bulunmaktan vazgeçerler. bu yokluklarda, incinebilir benliğin çeşitli ölümleri bir tür eşsiz, keskin ve somut ölüme, dolayısıyla intihara dönüşecektir. freud'a göre, intiharda yaşam ilkesi ölüm ilkesi tarafından iptal edilir. ölüm içgüdüsü; sadizmin, mazoşizmin ve benliğin tüm şiddete yönelik niteliklerinin tohumudur. intikam, kin, düzeni bozmak, "diğerini" öldürmek, intihar eylemini içeren temel öğelerdir. ama bu ölüm içgüdüsü bu kadar etkiliyse, intihar oranlarının neden bu kadar düşük olduğu sorulabilir. belki kendini yok etmek de bir kendini koruma girişimi, sevgi görmek için atılan bir çığlık, mutlu yaşama olasılığının aranışıdır.
(...)
kadınların şiirlerindeki ortak nitelikler dikkatimizi çeker çünkü kullandıkları temalar birbirine benzer; ölüm, aşk, canlı olmanın ayrıntıları, küçük hisler, insan zihniyle dışsal gerçeklik arasındaki ilişkinin kadınsı bir duyarlılıkla ele alınışı. yukarıdaki temaların kadınların şiirlerinde işleniş tarzlarını analiz ettiğimizde, hepsinin de bu temaları zaman ve mekânı özel bir şekilde algılamak için manipüle ettiklerini görürüz.
(...)
bir karşılaştırma yapmak için, Dickinson'la Plath'ı ele alalım; çünkü bu her iki kadının şiirlerinde de ağabey/baba/koca/sevgili ilişkileri önemlidir. taklit ve yansıma evreninde o iki kadın şairi hızlandıran itici güçlerdir. plath'ın ölüme olan saplantısı dickinson'ınkiyle ve hatta bazen bradstreet'inkiyle ilişkilendirilebilir. onlara göre ölüme dair bu bakış açısı zirvede bir yaşam deneyimiyle, belki de erotizmle tanımlanabilir. dickinson da, plath da bu gotik geleneği öyle aşırı bir şekilde yüceltirler ki, 'kişiliklerini' ölüm kavramının gereklilikleri ve zorunlulukları üstüne kurarlar. ölümden sakınma çabasıyla buna zıt bir şekilde ölümün arzulanması, onlara alaycı bir yaşam deneyimi bilgisi sunar ve oldukça yeni bir kadın imgesi oluşturmayı başaran kendi başkahramanlarına dönüşürler. toplumda pasif insanlar olmak yerine, şiir sayesinde kendilerinin bilincine vararak, onları hem kendini kabullenmeye hem de aynı zamanda değişmeye zorlayan 'gerçekliği' algılar ve yorumlarlar.
(...)
Plath'ın başat bir erkek figürünü hep özlemesi üzücüdür; bunun sebebi belki de babasız olması ve annesi tarafından büyütülmesidir. kendini gerçekten androjen hissedebilse ya da böyle olduğuna ikna olabilse, belki de "hayata ve ölüme soğuk bir gözle" bakabilirdi.
her ne kadar şiirlerinde kadınların kaderini modern uygarlığın kaderiyle kusursuzca birleştirse de, bunu kabullenmenin dehşetini algılayamaz ve s. de beauvoir'ın "erkeğin asıl zaferi, kadının onu kendi kaderi olarak kabullenişidir" sözüyle belirttiği gerçeği aşmaya çalışmaz.
(...)
"öykü yazma tutkusu, hayatının en bariz yüküydü. profesyonel olarak büyük bir başarı kazanmak, zor bir mesleğin erbabı olmak ve gerçek dünyayı ciddi bir şekilde araştırmak istiyordu..." der ted hughes, plath'ın şiiri asıl ciddi iş olan düzyazıdan bir kaçış olarak gördüğü için düzyazı yazabilmeyi şiddetle arzulaması hakkında.
Plath düzyazı yazarken karşılaştığı engelleri ifade eder: "...hayat neredeydi? dağılıyor, yok oluyordu ve hayatım tartıldığında eksik çıkıyordu, çünkü hazırlanmış bir roman kurgusuna sahip değildi, çünkü daktilonun başına oturup yoğun ve büyüleyici bir romanı sadece dehayla ve irade gücüyle bir ayda yazmayı başaramıyordum. nereden, nasıl, neyle ve ne için başlayacaktım? hayatımda yirmi sayfalık bir öyküye bile yetecek bir olay yok gibiydi. felç olmuş halde oturuyordum, dünyada konuşacak kimsem olmadığını hissederek, insanlıktan tamamen uzakta, kendi eserim olan bir vakumun içinde: kendimi giderek daha kötü hissediyordum. ancak yazar olmak beni mutlu edebilirdi ve yazar olamıyordum. oturup tek cümle bile yazamıyordum. korkudan kaskatı kesilmiştim..."
(...)
Plath sıkıcı bir hayat sürse belki yaşam sürecini uzatabilirdi, ama bunu yapamadı çünkü hayatının kapısını şiirinki gibi kapamayı yeğledi, hızlı ve manikçe, itiraz edilemez bir kesinlikle.
SYLVIA PLATH'IN ŞAİRLİĞİNİN İNTİHARI BAĞLAMINDA ANALİZİ Nilgün Marmara Çeviren: Dost Körpe, Everest Yayınları, 2006
Gizdökümcü Tanriça;
"alelacele yaşanmış, bir solukta tüketilmiş bir hayat. bir modern çağ tragedyası. baş oyuncusu bir kadın şair: Sylvia Plath. bir şiir kuyumcusu. fırtınalı hayatının gelgitlerinden, karabasanlarından olağanüstü imgeler, inanılmaz dizeler yaratmayı başaran, insanları şaşkına çeviren bir büyücü. hayatla ölüm arasındaki satranç oyununu kaybedeceğini bile bile yaratma oyununu sonuna dek oynayan bir kahraman."
"Sylvia Plath, İngiliz ve Amerikan şiirinin cadı tanrıçası. Lanetli gizdökümcü şair. Yaşantılarını ve dilini kendine karşı şiddete dönüştüren şiir kuyumcusu. Kendine kıyma tutkusunu bu kuyumculuk içinde otuz yaşında gaz soğurarak noktalayan ve geride kalanlara zehir zemberek yapıtlarını armağan bırakmış güzel kadın, anne, sevgili. Sırça fanusu içinde onu bunaltan bütün kimliklerinden, toplumsal rollerinden, sıfat ve eğretilemelerden kurtulmaya çalışırken kendisi bir eğretilemeye dönüşen ve okuyucuyu da içine çekecek bir karabasan. Lowell'in dediği gibi, bu şiirleri yazmak da okumak da içinde altı kurşun olan bir silahla rus ruleti oynamaktan farksız. Tüyler ürpertici, dehşet verici bir estetik."
06 Ekim 2007
GİZDÖKÜMCÜ TÜR / S.PLATH
Gönderen Ey'lûl