” Müntehirlerin nedameti / bağışlansın ışısın has bahçe ” Hikmetnâme
"...Nilgün’dü / İntihar karası bir kardeş / Adını verdi Marmara denizine / Saçları şelaleli amazon / İçe dönük güzel bir anarşist / Bende üç kez denedim / Marmara denizine parlak bir yıldız gibi düşmeyi / Uçurumlara uçurtmalardan daha yakındım... ”
Lirika Ülkesine Akan Irmaklar-HÜSEYİN AVNİ CİNOZOĞLU
Savruk Yılların Soldurduğu Bedenime Bak
-Nilgün Marmara'ya-
Sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
ve biterken bir kahramanlık çağı
bu kanlı operayı seyrettiğim
alevlerle gölgelenmiş aynadan
kendime tutkun ayrılıyorum.
Loş ışıkların altında
birbirlerine kırık dökük
aşk öyküleri anlatan
orospu mesihlerden geçerken...
Bu artık son kez dokunuşum
akşamın parmak uçlarına.
Ey uyumlu şizofrenler
hüzünlü benciller
bağışlayın bana bu akşamı...
Kimsesiz çocukların gözlerinde
seyrettiğim bu akşamı.
Birkaç randevu için beklettiğim intiharım
ve umudun kan kıyısından gelen kadın
için bağışlayın.
O esirgeyen gülüşü ve köpüklü eşarbıyla
gelirdi çünkü umudun
kan kıyısından gelirdi.
Ve artık cüzzamlı çocukların
yüzlerini okşayan elleri
savruk yılların soldurduğu bedenime
dokunsa kaygılanmazdı
Sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
çünkü dönemem bir sokak köpeği gibi
zehirlediğim yalnızlığıma...
Ve karşılıksız acılarda boğulurken gülüşüm
beni sana gittikçe bağlayan utancına sakla
hüznünü,
bana çirkinliğimden ve tarihimden uzak bir ölüm getir...
özentisiz ve kendine hayran olmayan
bir ölüm
gözlerin ve sesin kadar kesin olan
bir ölüm...
En solgun mevsiminden geçiyor sevgi
unut beni unut,
belki de terk ettiğin son cehennemdir bu.
Ve akşam... yoksul anıları aydınlatırken
ansızın sesine vurulan kör bir kemancı kadar
ince ve dokunaklı olan
bu akşam
başka kıyılarda güneşlenen bir
alacakaranlık olsam da
savruk yılların soldurduğu bedenime dokun
Sesini bağışla bana
dağılan hayatıma bu akşamı bağışla
Cezmi Ersöz
...Ayin...
yetişkin döngüsünde
taş kırıyor orman iklimi
:
insan soyu tahtada!
duvara vuran gölgeyle oyalanırdı
aklına yaslanamıyor topal çoğulculuğunda
sınıfta kalmak bu!
çakmak, yazılı sözlü tüm sınavlardan!
mağaraya kapanmak
mürekkep lekesine kusarak hiçliğini
oku(n) maya dair kusurdu bilenmemiş kalem
kınalı masallar, itici fantezi satırlarda türeyen
aşk
iğdiş edilmiş günce
“bilemediğimiz ayin, şarkılarını bekletiyor dil için! ” *
vazgeçiyorum
sil baştan okusun ateş bizi!
kadife gölgelerde
pervasız
yarınlarla sevişen geleceğimizi
(*) Nilgün Marmara
(30 Mart 2007) - Naime Erlaçin ©
TANSIK
Nilgün Marmara' ya
I.
gri duvardan
üreyen gözler
bakışımsız bir an' ın
keşhane özlemi
sıkıntının genleştiği
güdük konum
t ü k e n e c e ğ i z...
yanlış bir salyangoz
izine karışan
tarih
andacında gerinen
uyku sersemi yarasalar
gecenin imleri
t ü k e n m i ş t i k...
söze kazınan çığlık
bir süreçti
kaos öncesi
tükeniş
küçük burjuva sultası
yağmalanan anlam
II.
sözcüklerini buldum
ellerin diye
dokundum
s a r ı s ı c a k a y a z
eridi...
Serdar Aydin
Gizli Cam Parçaları
Şehrin ortasındaki kır çiçekleri
Usulca çekildiler geldikleri yerlere
Kapatsak da olur artık camlarımızı
Balkonumuza serçeler beklemesek de
Şehrin ortasındaki kır çiçekleri
Çekildiler diyorum Metin Abi örneği
Ah hepimiz oluyoruz giderek
İntiharların çünkü biçimleri değişti
Büyük kalabalıklardaki yalnızlık intihardır
Görkemli caddelerin açılması uçuruma
Yapma çiçekler götürmek sevdiğimize
Yazmamak intihardır duyumsayıp da
Kesen bıçak değildir insanın bileğini
Yüreğimin kıyısındaki "gizli cam parçaları"
İntihardır bu çağda ağlamayı bilmemek (*)
Nilgün Marmara'yı sevmek, Beşir Fuat'ı
Ecza dükkanının önünde Metin Abi olsaydı!
(*) İntihar eden Şair Metin Akbaş’ın bir dizesi
Abdulkadir Budak /İmzası Gül-1993
"...Nilgün, Deniz ve Hür, hoş bir sohbete dalmıştılar, biraz onlara takıldık. Hasan motosikletiyle geldi, motor burada sessiz çalışıyordu. Gencecik Deniz, Yusuf ile Hüseyin, Adnan amca, Erdal, Talat ağbi, her zamanki gibi siyaset konuşuyorlardı. Ateş, onları dinliyordu ve sigara içiyordu... Edip ve Turgut golf oynuyordu. Ece, üç tekerlekli hi-tech bir arazi aracına kurulmuş, başında mor bandanası ve güneş gözlükleriyle, Cohiba purosundan küçük nefesler çekerek, çevrelerinde hızlı turlar atıyor ve 'Benim meramım bu! Bu!' diye bağırıyor ve gülüyordu. Cemal de onu, 'Evet, evet!' diyerek azdırıyordu." Mehmet Günsür, Mustafa Irgat'ı yazdığı hikâyesinde, 'karşı'daki dostları böyle anlatıyordu. Nilgün Marmara'dan Erdal Eren'e, Ece Ayhan'dan Mustafa Irgat'a, geride kalanlara bir 'kış kitabı' olan ölümün bahçesindeki ahbapları. Hikâyenin girişinde Asaf Halet Çelebi'nin 'İbrahim' şiirinden dizeler: "Ben ki zamansız bahçeleri kucakladım/güzeller bende kaldı/ibrahim/gönlümü put sanıp da kıran kim". 'İçeriye Bakan Kim'in cevabını erkenden veren Mehmet Günsür(...)
Geçen zamanla geçen arkadaşları, Şiiratı amblemini yapan Mehmet Koyunoğlu, yakışıklı arkadaşımız Mustafa Irgat, onu görmeye giden kardeşimiz Mehmet Günsür, neredeyse çocuk-giden Can Tanyeli'yi de 'Yaz Kitabı'nın bahçesinde ağırlıyor. "
Haydar Ergulen 11.07.2004 Radikal
---
06 Eylül 2007
NILGUN'e
Gönderen Ey'lûl