Duvaksız
____ nilgün marmara'ya adanmıştır
Her intihar akşamının
genç kızlık hayalidir
daha onsekizine basmadan
alıp çeyizini
ölüme kaçmak
Hakan Yirik
_
31 Aralık 2007
DUVAKSIZ / NİLGÜN'e
Gönderen Ey'lûl
29 Aralık 2007
İki Sıfır Sekiz
2 0 0 8
hosgeldin bebek!
" Elmanın küçükvekırmızı olduğu yıl,
şiir yağmur gibi yağar
ve bordo bir ay kanar bundan aşk yerine ..."
Kızılderili şiirinden
Haydar Ergulen /Ay Astrolojisi
şiir tadinda yeni bir yil saglicakla ...
Gönderen Ey'lûl
28 Aralık 2007
Hipokondriyak / ZAKKUM
"
"bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on ..,
... yirmidokuz, otuz, otuzbir, otuziki, otuzüç, otuzdört "
"Her birliktelik kalbinin emzireceği bir yeni bebektir.
Önce emeklemeyi sonra yürümeyi öğretmen gerekir.
Kalbindeki sütü tüketmediler mi?
Bazen hiç başlamaması bir gün bitmesinden iyidir.
Çünkü beraberlik yaşlanırken bir terkediş gençleşir.
Seni hiç terketmediler mi?
"doksandört, doksanbeş, doksanaltı, doksanyedi, doksansekiz, doksandokuz "
Aslında dostluklar da kardan adam gibidir.
Eriyecekleri bile bile inşa edilir.
Kapım neden hiç çalmıyor artık?
Fotoğraflardaki insanlar hatırlıyor mu beni?
İsimleri neydi? / Bunların yüzleri çok tanıdık...
Yalnız kalmak 1ilaç mıdır yoksa hastalığın Takendisi mi?
Işığı görünce karanlığa kaçıyorum hemen böcekler gibi.
Bir şeye çok uzun süre bakarsan onu görmemeye başlıyorsun.
Hayat, keşke bu kadar etobur olmasaydı ...
İşte sen! Kurbanlarından korkan kanlı zalim bıçak ...
Sen! Kendi gölgesinden bile korkan bir paranoyak ...
Bir hipokondriyak / Bir hipokondriyak
Sen! Kırık cam üstünde yalınayak ve çırılçıplak ...
Bir hipokondriyak / Bir hipokondriyak
Bir paranoyak ...
Bir paranoyak / Bir paranoyak
Bir hipokondriyak ...
Kalbi çoktan iflas etmiş bir kardiyak !
Yalınayak ve çırılçıplak ...
İşte sen !
Bir paranoyak
Bir hipokondriyak
Siz ikiniz siz ikiniz benim hakkımda ne konuşuyorsunuz?
Senin... Senin ismin neydi?
Her birliktelik kalbinin emzireceği bir yeni bebektir. Önce emeklemeyi sonra yürütmeyi öğretmen gerekir.."
"...üçyüzyirmidört, üçyüzyirmibeş, üçyüzyirmialtı, üçyüzyirmiyedi, üçyüzyirmisekiz, üçyüzyirmidokuz"
Gönderen Ey'lûl
25 Aralık 2007
BIRDYfilm SOBEband
SOBEband
http://www.myspace.com/sobeband
Yanik film kareleri
" ... ölüm kadar soguk bir yatakta /
hic pismanlik duymadan siradan olabilirim /
kayip yüzler arasinda /
yasak ve uzak düşler kurarak kendimi kiyabilirim /
ıssız cigliklarimin sonunda bogularak bogazima dolan hatiralarin tozlariyla ...
kayiyor gozlerimin önünden kurdugum dunyanin yanik film kareleri... "
[...]
Son Düşler
" ... soguk oldu bak yavas yavas hissettin mi /
damarlarina bak o morarmis zamanlar gibi /
hersey oldugu yerde kalmaz /
dunya aslinda hic farkinda olmaz /
... son düsler , bu , son sevişler... /
yaralarini sar kanatma artik kendini /
masallarimiz var yalanmis
ölümler gibi /
karanliklar ... "
[...]
bir film karesi BIRDY;
Gönderen Ey'lûl
24 Aralık 2007
ECE AYHAN - NİLGUN MARMARA
ECE AYHAN’IN SİİRLERİ ÜZERİNE BİR ARASTIRMA
II.BOLUM
7.15. Nilgün Marmara (1958-1987)
Ece Ayhan için Nilgün Marmara’nın çok özel bir ad oldugunu söyleyebiliriz. Özellikle onun sairligiyle kisiligi arasında buldugu örtüsme, degerlendirmelerinde salt metne bakmayan Ece Ayhan için oldukça etkileyici bir durumdur. Yeterince fark edilemese bile Nilgün Marmara’nın “en temel özelligi”nin “sahicilik” oldugunu söyler.737
Ece Ayhan için sahicilik, sairligin olmazsa olmaz kosulları arasında saydıgı “etikçilik”in siiri besleyen, degerli ve kalıcı kılan en önemli ögelerinden biridir. “Sahicilik”le “özgünlük” arasında kurdugu sıkı bir bag vardır. Nilgün Marmara’yı bu yönüyle oldugu gibi kisiligi ve bu kisilikle örtüsen sairligiyle de “benzersiz” lerin “en basta gelenlerinden” biri diye tanımlar ve “uçbeyi düsünür” dedigi İdris Küçükömer’in “uç siirdeki karsılıgı” olarak görür. “Yeni Marijinallerden Nilgün Marmara”, “gerçekten çok ayrı bir konum’da”, “yakın ve uzak çevresinden ayrı, ayrılmıs olarak sınırda, garip bir sınırda” bulunmaktadır. Ayrıca “siirin dünyada ve Türkiye’de en eski serüvenlerini bile ayrıntısına kadar” bilmektedir.738
Edebiyat çevrelerinde; yasamının kimi kesitlerindeki kırılmalar, siirlerindeki trajik bulguculuk ve intiharıyla Nilgün Marmara genellikle Sylvia Plath’la iliskilendirilir; siirleri ve yasama bakısı bakımından da bu sairin etkisinde kaldıgı kanısı vardır. Bunda, Marmara’nın bitirme tezi olarak Sylvia Plath’ı hazırlamıs olmasının da yönlendirici bir etkisi bulundugu düsünülebilir. Ece Ayhan, bir etki sezilse bile bunun önemli olmadıgını, ortada onun özgünlügünü gölgede bırakabilecek derecede bir etkilenmenin bulunmadıgını, Marmara’nın “kesinlikle bir arayıs ya da arama içinde olmayan” ama “siiri buldugu her yerde: Libya’da, Avusturya’da, Bodrum’da, Marmaris’te, İstanbul’da da desen ve durmadan derinlesen” bir sair oldugunu söyler.739
Ona göre, “Nilgün Marmara’nın siirlerinde,yabancı etki aranıyorsa,” bunun için yalnızca Sylvia Plath’tan yola çıkmak yanlıstır. Onun siirlerinde “en çok Dylan Thomas çizgisi vardır denebilir. Anglo-Sakson siiri!”740
Ama asıl önemlisi bu siirlerin “anahtarı” aranıyorsa, o anahtar “ta hayatın içine gömülüdür”; çünkü “ Nilgün Marmara ‘dünyayla yaralı’” bir sairdir ve onun imgelerinin asıl kaynagı bu “yara”dır, hayatın kendisidir.741
Ece Ayhan’ın, bir sairin önemini dile getirebilmek için yer yer “kusagı onunla anılabilir” ifadesini kullandıgını söylemistik. Cemal Süreya ve küçük İskender için öne sürdügü bu savı Nilgün Marmara için de yineler: “Haklılıgın inadıyla apaçık yazıyorum ki, Nilgün Marmara uçsuz bucaksız sivil sairlerden biridir. Belki de en önde geleni. Sözgelimi, kendi kusagı rahatça onun adıyla anılabilir”742
737 Ece Ayhan, “Kentte Kesifler: Sait Faik’in Açık ya da Gizli Kıs Mekânları”, Siirin Bir Altın Çagı,s.125.
738 Ece Ayhan, “Kargalar ve Nilgün Marmara”, a.g.e. , s. 163.
739 Ece Ayhan, “Sairlerin Ön ve Arka Bahçeleri”, Aynalı Denemeler, s.55.
740 Ece Ayhan, “Nilgün Marmara Üstüne Sekiz Soru”, Sivil Siirler, s.90.
741 Ece Ayhan, “Üç Kez, Nilgün Marmara!” Aynalı Denemeler, s.20.
742 Ece Ayhan, “Nilgün Marmara Üstüne Sekiz Soru”, Sivil Siirler, s.90.
syf 188-189
Uç siir: Marjinal sair tarafından yazılan siir (bkz. “Marjinal sair”).“Nilgün Marmara, ‘uçbeyi’ düsünür İdris Küçükömer’in bir bakıma siirdeki, hiç degilse bir siirdeki, bu ‘uç’ siirdeki karsılıgı sayılabilir.” (Siirin Bir Altın Çagı, s.29.)
Marjinal sair: Düsünce, eylem ve yasam biçimiyle mevcut yapı ve egilimlerden bütünüyle uzak duran, yazdıklarıyla da çizgidısı oldugunu ortaya koyan sair. “Cahit Irgat’ın oglu Mustafa Irgat, bana ‘marjinal sair’ Hayalet Oguz’un bu masaya, sabah erkenden içki içmeye baslayanların hemen herkesi orada kesip biçtikleri için, ‘cinayet masası’ adını taktıgını söylemisti.” (Siirin Bir Altın Çagı,s.18.)
III.BOLUM
1.7. İntihar
“intihar”, hem modern siirle birlikte islenmeye baslanan bir kavram hem de modern yasamla artan bir toplumsal olgudur. Yirminci yüzyılda özellikle dikkati çeken sair ve yazar intiharlarının, -baska bir dizi nedenin yanı sıra- “seçilen” bir eylem biçimi olarak aynı zamanda sanki “nihai bir anlatım” ya da düsünsel bir protesto niteliginde gerçeklestigi de görülmektedir.890
Ece Ayhan’ın, günlügünde “intihar”a degindigi cümlelerden birinde bu sözcük için “samandıra” yakıstırmasını yapması dikkat çekicidir.891
“Samandıra”yı “Denizde yol göstermeye, bir tehlikeyi ya da geçis yolunu haber vermeye yarayan yüzer cisim” anlamında kullandıgı bellidir.892
Demek ki o, “intihar”a aynı zamanda toplumsal bir misyon yüklemekte, bu eylemi salt bireysel niteligiyle degerlendirmemektedir.
“intihar”ın ilk geçtigi siirindeki dizeler söyledir:
Adamlar geldi denizden ölmüs
Kimin sansı yoksa bırakmıs ellerini dubadan
ise yaramayanların felsefesi bunlar
Bir usak üçüncü katın balkonundan asagı attı kendini
(Çocuklugumu saklasaydım benim de ellerim olurdu dubada)
“Vedha’lardan Birinde”, Bütün Yort Savul’lar!, s.16.
Sairin bu siirinde, yine bir tür deniz aracı olan “duba”yı kullanması rastlantı olmasa gerek.893
Gerçi bu dizelerde “intihar” kavramının felsefi bir derinlikte sorgulandıgı söylenemez; ama böylesi bir eylemi gerçeklestirmeyi “sanssızlık”la açıklamaya ya da nitelemeye çalısan anlayısa karsı çıkarak, bunun somut nedenlere dayandıgı, bu nedenlerin ancak tarihsel ve toplumsal baglamlarla iliskilendirilebilecegi düsüncesini bir ölçüde yansıtabilmektedir Ece Ayhan.
Onun bu kavramı en çarpıcı biçimde isledigi siiri, aynı zamanda en tanınan ve sevilen siirleri arasında yer alan “Fayton”dur. Ece Ayhan, “Fayton”u; Atatürk’le ask yasamıs894 ve ona olan askı ayrılmalarından sonra da aynı siddette sürmüs bulunan, ziyaret için geldigi Çankaya Kösküne –Latife Hanımın karsı çıkısı yüzünden alınmayısını gururuna yediremeyerek Çankaya yolu üzerinde bir faytonda intihar eden “Fikriye Hanım” için yazdıgını söylemektedir.895
Sair, Fikriye Hanımdan söz ederken “ablam” ifadesini kullanmaktadır. Bu, onun, hem yasadıgı duygusal yogunluk dogrultusunda gösterdigi cesaret bakımından hem de gördügü muameleye tepkisiz kalmayı seçmemis olması yüzünden Fikriye Hanımın tarafını tuttugunu gösterir:
O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan sey
incecik melankolisiymis yalnızlıgının
intihar karası bir faytona binmis geçerken ablam
caddelerinden ölümler askı pera’nın
Esrikmis herhal bahçe bahçe çiçekleri olan ablam
çiçeksiz bir çiçekçi dükkânın önünde durmus
tüllere sarılı mor bir karadag tabancasıyla
zakkum fotografları varmıs cezayir menekseleri camekânda
Ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç, bilemem
intihar karası bir faytonun agısı göge atlarıyla birlikte
cezayir menekselerini seçip satın alısından olabilir mi ablamın.
“Fayton”, Bütün Yort Savul’lar!, s.37.
Siirin son bölümündeki ilk dize, intihar kavramına sairin farklı bir anlam yükleme, degisik açılımlar kazandırma çabasını da yansıtmaktadır. Edip Cansever bu dizeyi “erotik belirlenis[in] apaçıklık içinde veril[isine]” bir örnek olarak gostermektedir.896
Hangi öznel yorumla anlamlandırılırsa anlamlandırılsın, bu dizedeki “intihar” kavramının siirin ilk iki bölümündekinden farklı bir vurgu tasıdıgı,periyodik özellikte bir “süreklilik”i imleyerek verildigi, sairin, önceki dizelerde isledigi “intihar etmek” eyleminin öznesini birden degistirip dikkati kendisine yöneltmek suretiyle artık okurla da bulusabilen –anlatımdaki manevra eszamanlı biçimde okuru da “kendi ben”ine yöneltmektedir çünkü- bir “ortak özne” üzerinden “tikelden tümele sıçramaya” çalısarak bu kavramı degisik yasamsal an ya da durumlara dogru genislettigi kesindir.
890 Bu konuda ayrıntılı bir çalısma için bkz. Hayati Baki, Siirin Kesik Damarları-1/ intihar Eden Sairler Kitabı, Promete Yayınları, Ankara, 1994.
891 Ece Ayhan, Basıbozuk Günceler, s.148.
892 Türkçe Sözlük, Dil Dernegi Yayınları, Ankara, 2005.
893 “1. Yük tasımak ya da köprü kurmak için kullanılan altı düz bir tür deniz aracı. 2. içi bos,
894 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. İsmet Bozdag, Latife&Fikriye İki Ask Arasında Atatürk, Truva Yayınları, İstanbul, 2005; Oguz Akay, Gazi Fikriye ile Neden Evlenmedi? Latife ile Neden Evlendi?,
Truva Yayınları, İstanbul, 2005.
895 Ece Ayhan, “Cumhuriyette Kadın Dolasımı”, Çanakkaleli Melahat’a İki El Mektup, s.62; Morötesi
Requiem, s.101; Niyazi Zorlu, “Siir Siirde Kalmaz”, Aynalı Denemeler içinde, s.11.
896 Edip Cansever, “Ecegilleri Okumak”, Papirüs, 9 (Subat 1967).
syf248
kynk:http://acikarsiv.ankara.edu.tr/fulltext/2532.pdf
Doktora Tezi-2007 /Erdogan KUL
ECE AYHAN’IN SİİRLERİ ÜZERİNE BİR ARASTIRMA
T.C.ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI (YENİ TÜRK EDEBİYATI)
ANABİLİM DALI
Gönderen Ey'lûl
21 Aralık 2007
ONURSAL YAKUPOĞLU
“... Delilik göğün şimşekle intiharıdır” (Çivilenmiş Ellerin Şiiri)
Hayatının Kalemini Kendi Elleri ile Kıran Şair : ONURSAL YAKUPOĞLU
"Çünkü şair, hafif, kanatlı, kutsal bir şeydir ve esinlenmeden, kendinden geçmeden, aklı başından gitmeden yaratamaz." Platon, İon
BİR YAVRU TANRI GİBİ DAĞLARINDAYIM
Bu yıl ne kadar çok sevdim; kaçtım.
Tehdit altındayım; işgal altındayım; öldürülüyorum.
Aşk çırağı!
İnan doğrudur bazı hayvanların ruhlarının olduğu.
Yazmayı öğrenip okumayı sökememiş bir yavru tanrı gibi dağlarındayım.
Alkol, uyuşturucu ve sex ve sosyalizm ve anarşizm ve içinde sağ kalmış bir yaradılış.
İçimde sağ konulmayacak bir duygu.
Günü gecenin sırtında geçireceksek eğer; ellerimi temizle, gözlerini temizle yalvarırım.
Kırk hasretlik ömrüm var. Bir duygum var zindanlarına saklanan; göndermeli tutkular.
O, her yere alışkanlıklarıya giden birileri gibi; neredeysen oraya gömsünler kopardığım ağzımı.
Dudaksızım, ahlaksızım, sensizim; biraz anla; sev!
Kabuk bağlayarak atan kalbimin efendisisin.
Bir duygum var efkarlarında saklanan; göndermeli avuntular.
O, her yerde kendi balıklarıyla giden okyanUslar gibi.
Onursal Yakupoğlu
Eylül 1997 Güneşin Çocukları Dergisi
İmgeden oluşmuş bir gökdelendir şiirleri yeraltına inen:
Usulca dikilsemde ben sokağa
yürüyen çıngıraklar hep peşimde
nefretin çıngırakları
beynimde sürgünden yeni dönmüş bir
aziz oturuyor
gücünü korkularımdan alan
ya da
Dinleyin mezar gürültüsü alçalan
boşlukta gıcırdayan umut kımıltısı bu ses
bakın hiçliğime dönüşüyor karanlığınız.
'Hem celladım hem de kurbanım' der şair:
Celladım ben
Ne esrik ne de özgürüm.
Bataklığıma çekilirim kabuslar içinde.
Günahların duluyum ben,
Günahkarların lanetli tohumu.
Sevdam toplamaktır kesilen başları,
Hıçkırıklarımı duymaz hiç kimse
çok katmanlı bir şiirin diline doğru ilerleriz;
“…. İçimde şeytanın kötülüğü,
İçimde Byron, Milton, Baudelaire…
İçimde esrik bir gülle uzaklara salladığım İçimdedir hiçlik.” (Cehennem)
Giderek Derridacı bir çizgiye çeker şiirini ve modernizmin denetim bilimiyle, psikiyatriyle savaşmaya başlar. Ona savurur deliliğini. Damarlarına yapay mutluluklar salanları gördükçe: “Hırsız ay ışığımı çaldın benden” diyebilir her an! Ve arkasından sözünü sakınmadan ironisini açar:
“…. Çığlıkların ana kucağında
Sen kodlarla süslenmiş psikiyatri
Elveda sana diyerek” (Manik Depresif/im –Artaud’ya adanmış-)
Onursal’ın “Dostluk” şiirinde alıntıladığı William Blake: “Karşı çıkış gerçek dostluktur.” şiir mirasina sahip cikmali..
Karaşın kuşaktan bir şair daha tabiata döndü.
göçmevsimi: 7ocak2006
msgsf sanat tarihi,
21 yasinda,
AFOROZMALAR OnursalYakupoğlu
Yorum Sanat, 2005 94syf.
Boş karanlıkların locasından seslenen elitist ağızlara tıpa olmaya hevesli Bay X., bilinmeyenin peşinden sürüklenmeyi amaç edinmiş şekilde, görünenin tozlu cilalarını kazımayı kendine görev bilerek, emin adımlarla, sokakların kaygan zemininde yürüyordu. Güneşin bile çevresindeki solucan derililerden, kadavra yüzlerden, nasıl hızla kaçtığını fark etmekten bıkkın, bakışsız, ölü gözlerle dolanıyordu; falez kenarlarına yaklaşarak. Her bir gövde, kasvet tohumu diye geçirdi içinden. Düşe düşe düşünüyordu: Absürdün komedisiyle, karanlık kahkahasıyla...
dipnot: kitabı aforozmalar, tülay’a [eski kız arkadaşı] ithaf edilmiş ve “bu kitap bahârım, hünkârım ve aşkım tülay’a adanmıştır” ibaresini taşıyor. özellikle küçük iskender’in katkıları büyük olmuştur bu kitapta ve seyyid nezir kitaba bir önsöz yazmıştır ve “yaraları açıkta bir şair” demiştir ilk satırda ve bu galiba her şeyi anlatıyor ancak hemen ardından “durmadan kanatıyor sözcüklerle” diye devam ediyor. "sözlük"ten
Giyotine Giderken
Işığın yüzü kör yalnızlığımın çizdiği
söz bıçakları kanımı gövdeleyen
tragedyası çalınmış Macbeth
çığlık kuşları tutsak havada dolanan
kin dizeleri bilemiyorum kimin kıyısında gözlerinin
ölüm kulaç kulaç tetikte
panik kokularını yayarak zevk yüklü
paslanan dillerden kaçar tiradsız
gülüşün tonları açılır
gölgesine şehir düşmüş kaçak yaşamın
bir kazadır keşfeden haykırmalar
camın buğusundan kayan damlanın intiharını
uçurtma saçlarım tanrının ipine bağlanmış
çocuk bacaklarına tırmanır dağ
inançtır serptiği çığ çığ yalnızlıklara
şiirle yücelir erken doğumu hiçliğin
çöllerimin mührüdür yılan sevişmeler
boşalır zehirler şiir dillerden
hiçbir el tutamaz günah taşını
hasret kalır coşkun başların
kan rengine
gök yüzünü saklar oysa bulutların makyajıyla
tanrıya bakmayı bilmeyen zavallı gözlerden
tükürür ceza yağmurlarıyla asla döndüren
ah o kutlu aşk
madenlerini patlatan cevherdir
fenerleri parçalayan dalgalarıdır denizin
esrarlı kalp kanıyorsun içinde mermer bedenin
bıçaksız kılıçsız silahsız
salt düşünceyle
bırak çağırsın çarpıntın destanlarını aşkın
hüznün kanatları taşır seni çağlayanlarına cesaretin
ey ölüm güzelliğinle ağlat beni
çıkardığında biçim giysini
kefenim olacak son sözlerim
Onursal Yakupoğlu
Aşk An(ı) tları
___ Gözleri aydan da güzel taş yarime ...
Oluş’un kesişmesi lahzada saklanan seninle
Ey doğurgan düşlerin gülüş derinliği
Sarnıcımda şimşek çizgin
Öncem, sonram, bulanıklığım
Peşimdeki ölümsüzlük ağıtı
Ben senin mührünle damgalanan uçsuz bucaksız kendimim
Dalgalanan denizlerinde ötekisizliğin
Bir meleksin akışın saydamlığında hiç doğmamış
Kader gibi tıpkı
Şenliklerin belleksiz tüylerinden çeyizinle
Deli çarpması imzamla öpülen bana gelişlerin
Gece mitlerinin sırılsıklam soyunukluğunda DİNlenen
Çığımın kılavuzu dağ oyukların
Gizliyor ruhumun kaçak bakışlarını
Tininden kılıcınla kesilir düş etim
Yatağa atlamanın intiharı ya da beraber
Benliklerimizi kaybettiğimiz
Parmaklarımın müziğiyle içine çekildiğim sen
Üşümeyecek artık derin
Sıcaklığımın kader çıplaklığıyla
Işık saçan boynumdaki iple dahi
Dipdiri tapınağında çağrının
Çiçek çiçek hatıralarımızın eğildiği sen
Nerede eline konan kurşun tüy
Beni acımdan vuracak olan
Şarabım sana dökülen çığlığım
Ey benim cinim
Şapşal bakış adalarıma sığınan fırtına gemilerinle gel
Keşfet çoşkumun atlasında görünmeyeni
Onursal Yakupoğlu
İm/ kansız
___ Gerard de Nerval ve Georges Bataille'e
Bakire dipleri tutsaklığın
Çığlıkların balesi acıda
Üşüyen kemikleri köpek yalnızlığın
Uykunun derisini soyarak çıplaklığıyla
Orestes sıkıntımın kısık gecesi
Boşluğun deniziğnesi yüzüme çöken
Kaçak ellerim bağıran çocukluğumun intihar partneri
Boyunbağı aşkların güz lekesi
Çingene ovuşları sokağın
Lambasında asılı Aurelia yarası
İmgelerin azraili sürgün zevk
Sakalında yıldız dölleri
Uzakları doldurmuşum çeyizine hüznün
Zıpkın mürekkep ruhumun ıssız topraklarını avlayan
Saplandıkça büyür acı
Gülümseyen filizleriyle sarhoşluğun
Dudak boraları
Bellek boyaları
Beklemenin ıslak karadulu
Zehir matinelerinin yorgunu, çığırtkan
İntihar seranatları dağın mini etekleri altından
Uçurum soyan bıçak atlayışları ayrılıkların
Ve yine kan yapraklarına damlayarak erkekliğimin kanatlanan
Ve yine kanat ve yine kan at titreşen beynime sevgilim
Onursal Yakupoğlu
kynk:http://www.barikat.com/modules.php?name=News&file=article&sid=206
Semper İdem
Kayıp zaman
Ölümcül anılarımın o korunaklı şapeli
İri umutlarla beslenen yüce çıplaklık
Kurak gizemiyle kazıyor gözlerimi öfken
Kokundan usanmış pusu gibi ansızın
Belleğimde içedönmüş kent
Tarihimin celladı duvarların
Acımın ahşap gözlerini tutuştururken rüzgar
İrini hışımla akarken kelimelerin
Usta bir uzaklık ayak basamadığın
Özensiz ninninle uyukluyor odam
Acemi sancına direniyorum
Çığlığına bende unuttuğun
Sen misin göçebe meydanlarımı ıskalayan
Sen misin beklenmedik ulağım
Daima bulanık
Daima aynı
Onursal Yakupoğlu
Bir Melunkolik'in Karabasını
___Helena'ma
Bir ihtilal gibi kanımdasın
Hortuma benzer vahiy gibi içine çekildim
Alev yutan dudaklarının arasından sızdım melankoline
Şimdi beynimde titriyor etin
Zavallı gecenin postunu giyin
Aydınlıklar çobanı aşk
Haykır, kus kurban kuzularını
Şimdi sen diren acıma bir kez olsun
Çıplak merdivenlerinden kayarak doğdum yeniden
Bir uyak gibi nereye uyacağından habersiz
Yeni bir Lazarus'u öksürüyor ruhum
Yalpa, korunmasız
Hangi körfezin ucunda konaklıyor ölüm
Hangi bilmece
Hangi kıyım
Hangi çığlık anlatır serseri acımı
Tanrıların intihar seralarında dolanan
Hangi kum
Hangi ayakizi
Hangi uzaklık
Onursal Yakupoğlu
Byron'sama
Dilsiz ruhların kristal zaferi
Titreten umudu
Bekleyişi yücelten çığlık
Derim gülümsüyor acımasız müziğinle
Söküp atamam sonsuz görkemini yüreğimden
Kuşkusuz yenileniyorum durmadan ürkekçe
erkekçe soyuyorum köklerini
Yalnızlığa tutsak yitik bir batık duruyor önünde
Fırtınalarla kurtulmak isteyen
Dipsizliğe çekilmek ıslak hayallerle
Öyleyse yazgı kılıcımı daha bir sivriltin
Kovalayın acı ışığımı cüzzamlılar
Dinleyin mezar gürültüsü alçalan
Boşlukta kımıldayan umut kımıltısı bu ses
Bakın hiçliğiğime dönüşüyor karanlığınız
Onursal Yakupoğlu
Düş Ağrısı
Her şeyim Tülay'a
Düş ağrısı çürüyen tinimin
Denizlerimin falez fobisi
Öykünürken usta atlayışlar
Ölümle süslenen Celan saçlarım
Ve uzanır aksi ateşten köpüklere
Bir çiy damlası gibi konduğum hindiba
Vahşi yapraklarınla sarmalanan ruhum
Çığa giden ses gibi aşkınla
Çeperlerinden ılık ılık akarken ışığı geçmişten gelmelerin
İşte tutma gecelerden kalma kırmızılık
Teninden kaidelerle taşınan
Acı şehirlerimin kiri, renginde uzaklığının
Çağır beni güvercinim
Ben özgürce dolandığım doğanım
Aşkla gel
O aşk ki, eski dinlerin yalnızlığına terkedilen
Ki tanrıların korktuğu tek bir hamlesidir öfkesinin
Sana gelişlerimin gözlerini
Kuşandığında ruhunun oyukları
İhanete dahi secde ettiren
Öyleyse dadan papatya sevdama sevdiğim
Daldığında sen, dudaklarına konan öpücüklerim gibi
Onursal Yakupoğlu
Kara Gün
___ Gecem Tülay'ıma
Mezarlığı altın sözlerimin
Oysa tek bir güzel sözünle canlanır
Üzüncümün yarasaları bekler geceyi
Gözyaşlarımla boyanan
Ve yeminlerimizle beslenir kan niyetine
Sonsuzlaşır emdikçe tözünü ruhun
Hangi ben sensizlikle düğümlenen mutlak
Acının soylu elçileri değil midir
Öldüren kendilerini haberinle beraber
Razıyım ben küllerine
Sana yanık sevdamın
Ki dirildikçe küllenir yeniden ve yeniden ve yeniden
Ey Abhazia'nın kartalı
Seninle avlanır gök
Ölü görkemi dahi yeter kuşatmaya kuzu başımı
Sır dökülüşü yağmur
Açık eden aşkımızı
Islaklığın kancalarıyla yücelir şeffaf
Ah sevgilim, çarmıh çarmıhlığına pişman
Güzellese de çileyi kan makyajıyla
Barikatlar gürültüye kayıtsız ki savaş olsun
Düşlerin inmesi
Issızlıkla yaratılan cehennemde
Ki duman kürtajlarıyla yok olan
Yıkıntı ovaları tragedya gözlerin gezdiği
Ezdiğimiz yasaklığın yargı çiçekleri sevdiğim
Anla aşılan yolda arsız
Yiten şiirin çakıltaşları
Damarlı uzaklara atılan
Gidiş giysilerini çıkaran kucak
Sen kızıl darağacı
Taştan tırnaklarımın aşındıramadığı
Çırpınmalar muştulayan gülüş şafağında
Ey lekesini kaybetmiş tuvalim
Geliyor işte ruhumun renkleriyle çizilen resmim
Onursal Yakupoğlu
Rüzgarla Gelen İsrafil'im Aşkı Haber Veren
___ TÜLAY'IMA
Savrul git yıkıntılar çağıran kıskançlık
Boşa çıkışların gülüşlerinden gelen
Dinlen yüreğim vahasında sessizliğin
Bırak aksın, aksın rehin sıcaklığı uykusuzluğun
Fantaise-tabeaux'nun ardından gidiveren
O doklunan Rahmaninov parmakları aşk dolu yalnızlığına
Ve ölümün solgun ışığı tekrar notasında
Yatağımın sana çözülme sesidir örs
Beynimde düzlenen sensizlik
Bir aşağı bir yukarı darbesiyle çekiç bakışlarının
Kuşatma: hangi dokusu sevincin salyası sevişmelerin
Yoksa değişmez yazgı renkleri mi
Siyahın başı çektiği, ama hükmedemediği
Tanrı dengi dudaklarından dökülüveren
Öpüş librettoları aşk operalarını tamlayan
Ben beyin kıvrımlarının zincirine vurulmuş Prometheus
Aşkını çaldım tanrıların
İşte ateş
İşte sen yangını bilgi
'Sonsuzluğun hacılarıyız' Byron'ca
Suça dolanan kablolarla birbirine bağlı
Her korunaksız dokunuş suç değil midir
Yoksa yıldız nakışlar mıdır göğe işlenen
Zamanın dulu düne bıraktığın iz
Bir öncekine düğümlenen
Ki kafatasımın sahibidir
Ki korumak açık etmektir cazibeyi
Sen içinde dans eden kanımın eşlikçisi
Bırak susun müzik, bitmesin dans
En acı yerinde kadınlığının
Onursal Yakupoğlu
kynk:http://siir.edebiyat.org/siir/ssl.asp?sair_id=16594&page=1&un=510341
“azizim, güzel atlar da güzel şiirler gibidirler
öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam!”
Ece Ayhan
_
Gönderen Ey'lûl
19 Aralık 2007
HAYDAR ERGÜLEN
" ... heves uykudaysa ruh çıplak gezer /
_______ gazel bundan, keder bundan, sır bundan..."
fotograf: bungun.deviantart
"... Hayallerimin toprağını eşele,
ahşap kalbimi tırmala,
kımıldasın her şey /
Çünkü bir kedi
kadar gövdesi var
kırılmış ve yorgun
heveslerin..."
Üzgün Kediler Gazeli
Şikayetler Gazeli
Yaşadığımız hayattan alacağı varsa yaşanmayanın
ne anlamı kalır yalnızca yaşadığını hatırlamanın
Kimse taşınacak kadar uzak değilse birbirine
dur, yine senden yakınını bulamazsın kendine
Şiirden daha siyah bir şey olmalı kelimelerde
yoksa küfür kafiyeli söylenecek şehirde
Sesini gölgeden çek, kül gibi yoksul kalsın da
güneşin altında mırıldanacak şeyler bulunur hala
Bakmanın sonu yok gözlerin nereye yetişebilir
dünyada yalnızca körlerin gözleri temiz kalabilir
Yeni doğanın kulağına fısıldayacak neyimiz var
vakitsiz gidenin ardından dökecek neyimiz var
Hepimizin yerine balkondan düşeni hatırla
şiir bazen öyle de çarpabilir hayata
Ne gam gazel olmuş olmamış, şikayet sayılsın da
Haydar Ergülen
Adam Sanat, Ağustos 1999
“Şaşkına bir can düşmüştür, canda kırık kalmıştır” Camlar gazeli
"...düşü geçtik, kendine bakabilirsin / o bir bende kırılmıştı, hayli içimde / ıssız otağ kurulmuştu, canım içinde ..." İc Nefes
"Bir günlük ağacı gibi aşkın doğusundanım / çöl diye geçilen aşk doğudadır / ... /şarabın esrarı hani ben bir han kaldım / köpürmek nafile, alem ruh viranıdır / açılsaydım, kapanırdım, kurur yanardım..." Sırlar Gazeli
"...Şiirle ağacın kökleri aynı: ya sabır ya aşk! /...Yavaş git, ruhum yetişemiyor sana, dedim, içimden / kopan yolcuya, dursaydı, ağaçların gözyaşını dinletecektim /... / Ey ağaçlarla konuşmadan insanlarla konuşmaya çalışanlar... Zeytini dinledim beklemeyi öğrendim, akasyadan gitmeyi, / vuslatı ceviz ağacından, limonun dediği ayrılığı ve aşkı nardan..." Agaclar Gazeli
Bağımız güzdür, payımıza neşeden çok gazel düşmesi bundandır.
Yaprak niye gazel olur ve sokaklardan önce ruhumuza düşer? Çünkü eylüldür...(Baglar gazeli , Güz gazeli)
"...sen yine gazelini dök mırıldanarak:
________ Çocukluğum hayatımdan düşen ilk yaprak!..."
Gönderen Ey'lûl
17 Aralık 2007
BERI GEL ^RUMI^
______________ ŞEB-İ ARÛZ ,Vahdet-i Vücut aşkına...
" duymadin mi ben salt yokluğum, hiçim "
Beri Gel
(...)
Sen bensin işte, ben senim işte.
Ne diye bu direnme böyle, ne diye?
Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye?
Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek,
Ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye?
Zengin yoksulu hor görür, ne diye?
Sağ soluna yan bakar, ne diye?
İkisi de senin elin, ikiside,
Peki, kutlu ne, kutsuz ne?
Topumuz bir tek inciyiz, bir tek.
Başımız da tek, aklımız da tek.
Ne diye iki görür olup kalmışız
İki büklüm gökkubbenin altında, ne diye?
Sen habire gevele dur bakalım,
Habire 'Usul boylu birlik çam ağacı' de,
Sonu nereye varır bunun, nereye?
Şu beş duyudan, altı yönden
Varını yoğunu birliğe çek, birliğe.
Kendine gel, benlikten çık, uzak dur,
İnsanlara katıl, insanlara,
İnsanlarla bir ol.
İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz.
Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane.
(...)
Dünyada nice diller var, nice diller,
Ama hepsin de anlam bir.
Sen kapları, testileri hele bir kır,
Sular nasıl bir yol tutar, gider.
Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak,
Can nasıl koşar, bunu canlara iletir.
Mevlâna Celâleddin-i Rûmî
Günler geçip gitti ise varsın geçsin. Gam yeme, onlara de ki: "Geçin, gidin... sizin gidişlerinizden bizim korkumuz yoktur... Ey mübârek, ey temiz dost... Sen kal, sen Var ol
Ben her mecliste, her toplulukta, inledim, ağladım, durdum. Ben, huysuz insanlarla da, iyi insanlarla da düşüp kalktım.
• Herkes, kendi anlayışına, zannına göre, benim dostum oldu.
Ama, kimse benim gönlümdeki sırları araştırmadı, öğrenemedi.
Olgunun halinden anlar mı ham?
Söz uzar kesmek gerektir ve’s-Selam.
_____________________________ muhabbetle../ hu..!
Gönderen Ey'lûl
16 Aralık 2007
ASK-I HASRET
______________________ Nilgun'e
LEJLA JUSİC - Hasret çektim
Saraybosna Opera Sanatcisi - Uygur türküsü
Şimdi'si yitik...
"Sizde iyi kuyular
____ iyi kuyular dileyin ben-
_________________ denize"
"...Yükleyip çarkın tüm zamanlarini ve cam kırıklarını
bir karavelaya ay rengi,
______ yelkenlemeyi körpe bir kıtaya ve
ulasmak yıldız topacına babafingodan savurdugumuz
sonsuz altın örgü bir kaytanla,
is
te
mez
miy
dik?
..."
N.M.
Gönderen Ey'lûl
ASK-I HURREM / CAN ATILLA
Elektronik New Age müziğin ülkemizde ve yurt dışındaki başarılı temsilcisi Can Atilla, "Cariyeler ve Geceler" ve "1453 - Sultanlar Aşkına" albümlerinin fantastik Osmanlı üçlemesinin üçüncü final albümü olan Aşk-ı Hürrem ile dinleyiciyi bu kez de Kanuni Sultan Süleyman dönemine götürüyor.15 parçadan oluşan albümde Osmanlı'nın en güçlü ve en tehlikeli kadını Hürrem Sultan ve Kanuni'nin yanı sıra Barbaros, Mimar Sinan, Piri Reis gibi tarihsel kahramanları da sanatıyla anlatan Can Atilla'ya Groove Senfoni Orkestrası eşlik ediyor.
"Kendinden geçmek üzereydi.
Satılacağı pazara doğru sürüklenirken donuk gözlerle bakıyordu çevresine.
İşte o an, ne pahasına olursa olsun kaderini değiştirmeye yemin etti.
Yüzüne buz gibi bir tebessüm yayıldı ve bu tebessüm hayat boyu hiç değişmedi."
01.Barbarosa - Denizlerin Efendisi
02.Aşk-ı Hürrem
03.Harem'de İlk Dans
04.Gül Bahçesi
05.Mahidevran
06.Muhibbi
07.Muhteşem Süleyman
08.Rodos Korsanları
09.Mum Işığında Hayaller
10.Akdeniz'de Günbatımı
11.Piri Reis'in Haritası
12.Kitab-ı Bahriye
13.Kefe - İnsan Pazarı
14.Gayri Resmi Hürrem - "Nastasia'ni Teması" (Sahne Müziği Orkestral Versiyon)
15.Aşk-ı Hürrem (Radio Edit)
Albüm hakkında:
“ O zamanlar başka bir müzik vardı, bilmek imkansız ama hayal edebiliriz….”
Osmanlı’nın en güçlü ve en tehlikeli kadını Hürrem’i müzikle anlatmak….Bu üçleme onunla başlamıştı ve onunla son buluyor.Ne garip, ben hiç böyle planlamamıştım halbuki.
Zaman garip bir bilinmezlik aslında, bir zamanlar bir şeyler yaşanıyor, yüzyıllar sonra “ sadece sanat ” onları tekrar canlandırıyor ve olayları anlamamız, hissedebilmemiz için bizlere yol gösteriyor.
Hürrem’i tanımaya başladığımda bana Lady Macbeth ‘i hatırlattı. Onun acımasız kişiliğinin derinliklerini keşfetmek için çocukluk hatıralarından yola çıktım. Tatarlar tarafından ailesinden kaçırılan onlu yaşlardaki Nastasia’ nın melankolik ruh halini “Aşk – ı Hürrem” parçasıyla anlatmak istedim. Haremin ve Sarayın kasvetli atmosferini albüme yansıtmamaya özen gösterdim. Saraydaki ve özellikle Haremdeki “Karanlık Satranç” oyununa yer vermeyi ise edebiyatçılara bıraktım.
Farsça divan edebiyatında “Muhibbi” olarak bilinen Kanuni’nin Hürrem’e yazdığını tahmin ettiğim şiirlerinden seçmeleri usta tiyatro sanatçısı Rüştü Asyalı ile birlikte hazırladık, ayrıca bu üçlemenin esin kaynaklarından biri olan “ Gayrı Resmi Hürrem” oyununun müziklerine de albümde yer verdim.
Ayrıca, Kanuni döneminin ölümsüz şahsiyetlerini de müziğimle yeniden anmak istedim.
Aşk –ı Hürrem’in, beni sizlerle bir kez daha aynı rüyalarda birleştireceği inancıyla…..
Tüm Orijinal Beste, Konsept ve Orkestral düzenlemeler
Can Atilla
.
.
.
Ayça Dönmez - Lejla Jusic / Aşk'ı Hürrem (Can Atilla)
http://hk.youtube.com/watch?v=NOE6KHk4Rw8
02 - Aşk-ı Hürrem / THE LOVE FOR HÜRREM
Esir gemisinin rıhtımından kendini sonsuz sulara bırakmak istedi, ama sadece umutlarını ve hayallerini attı karanlıklara. Rogatina’dan, ailesinden asırlar önce kaçırılmış gibi hissetti kendini, sonra annesinin sesi geldi kulaklarına. Issız gecede parlayan dolunaya baktı. Annesinin ninnisiyle dolunayın şevkatli kollarında sonsuza dek uyumak için yumdu gözlerini.
Vetra privili menya
Moy dom v voobrajenii
Serdtse moyo pusto
Navsegda
Mogu poklyatsya
Na eto otobrajeniye
Eto son deviçiy
Tanets pod dojdyom v Ragatina
(Rusça’dan çeviri)
Rüyalarım getirdi beni şimdi
Hayalimdeki evime
Kalbim artık
Sonsuza kadar boş
Rogatina’da yağmurda
Dans eden küçük bir kızın
Rüyalarının gerçek olması üstüne
And içiyorum
Masmavi gökyüzünde
Kaybolmuş kutup yıldızı
Mehtaba sürgün olmuş hayaller
Geçmiş yiter gider
Sarmışsa ruhunu dalgalar
Anlatır gibi her şeyi
Kalbim barışmış gözyaşlarıyla
Nastasia elveda
Söz: Can Atilla, Rusça çeviri: Ali Herischi, Rusça vokal: Lejla Jusic, Vokal: Ayça Dönmez
07 - Muhteşem Süleyman / SULEYMAN THE MAGNIFICENT
Sonsuz barış içinde yaşanılan bir dünya hayal ederdi Süleyman. Dünya onun muhteşemliğinden bahsederken ona, “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi”, “Sultanlar Sultanı”, “Osmanlının en büyük Padişahı” derdi. Onun zamanında imparatorluk en zengin ve en güçlü dönemini yaşadı. Uçsuz bucaksız üç kıtaya adil kanunlar gitti.
09 – Mum Işığında hayaller / DREAMS AT THE CANDLE LIGHT
Mimar Başı Sinan gecenin ıssızlığında yapayalnız odasında zamanın ötesine geçecek hayallerini çiziyordu. “ Taşlar’ın ruhu ancak insanları kucaklayarak sonsuza kadar yaşayabilir ” diye düşündü ve mumunu söndürdü.
“Dünya durdukça, eserlerimi gören aklı selim sahiplerinin, çabamın ciddiyetini göz önünde bulundurarak bana insaf ile bakacaklarını ve hayırlı dualarla anacaklarını umarım inşallah”
13 - Kefe – İnsan Pazarı / CHAFA: THE HUMAN BAZAAR
Nastasia donuk gözlerle bakıyordu çevresine. Yarı baygın bir halde, diğer kızlarla birlikte pazarın ortasına doğru sürükleniyordu. Rüzgardan tozlar yerden kalkıyor peçesinden içeri, gözlerine doluyordu. Konuşulan hiçbir şeyi anlamıyordu. Sadece bağıran bir sürü insan ve çaresiz, günahsız yüzlerce köle. İşte o an, kaderini her ne pahasına olursa olsun değiştirmeye yemin etti. Yüzüne bambaşka, buz gibi bir tebessüm yayıldı ve bu tebessüm hayat boyu hiç değişmedi.
kynk: http://www.canatilla.com/index2.html
Gönderen Ey'lûl
14 Aralık 2007
TED HUGHES
Edward James Hughes
[17 Ağustos 1930 Yorkshire - 28 Ekim 1998 Devon- İngiltere]
"Yalnızca bir hikaye bu. Senin hikayen. Benim hikayem." İngiltere ve Amerika'da büyük yankı uyandırıp best-seller listelerine giren bu şaşırtıcı şiir kitabı, çağımızın en ünlü "hikaye"lerinden birini anlatıyor. Savaşsonrası İngiliz şiirinin devlerinden Ted Hughes ile 1963'te intihar eden eşi Amerikalı şair Sylvia Plath arasındaki fırtınalı ve trajik ilişki konusunda şimdiye dek yazılmış sayısız yazı ve kitap var. Yıllardır bu gürültünün içinde susmayı seçen ve zaman zaman kendisini eş katilliğiyle suçlayan feministlere bile cevap vermeyen Hughes, "Doğumgünü Mektupları" ile ilk kez bu konuda söz alıyor. Acılı bir hayat dilimini başarıyla sanata dönüştüren bu yapıtı daha önce Hughes'un "Seçilmiş Şiirleri"ni dilimize kazandıran Şavkar Altınel-Roni Margulies ikilisinin çevirisiyle sunuyoruz.
GÜM!
Yuttu bütün belleği,
Dansçılar, kalabalık, fotoğraf makineleri, her şey kanyonun kıyısındaki
Yutulup gitti tek bir vuruşta.
Sen, ben ve o ana -- asılı kalıp
Onun titreyen yankı odasında -- yutulduk
Kötü bir kazanın
Hemen önce ve sonra olan şeyleri silmesi gibi bellekten --
Kayboldu oradaki her şey
GÜM!
Not ettim. O yüzden biliyorum
Uyurgezerler gibi arabaya dönüp su tulumumuzun çalınmış olduğunu gördüğümüzü.
Hiçbir şey kalmadı geriye. Ben hiç dönmedim oraya, sen de öldün.
Ama beklenmedik anlarda geri geliyor,
Sanki ilk kez oluyormuş gibi, kavrayıp
Sarsarak beni hafif bir uykudan uyandıran bir el gibi
İçinden bütün bu yılların ve otuz yıl sonra,
Yakın, kendisi, kızının sesi olarak bizim --
GÜM!
Doğumgünü Mektupları / Ted Hughes
Çevirmen: Şavkar Altınel - Roni Margulies
YKY - 200syf
-1998 1.basim
-2000 2.basim
Gönderen Ey'lûl
13 Aralık 2007
ALLEN GINSBERG
[3 Haziran 1926 New Jersey - 5 Nisan 1997 New York]
1955’te San Francisco’da düzenlenen ve Beat kuşağın öncülerinin şiirlerini okuduğu “Galeri Altı’da Altı Şair” (Six Poets In Six Gallery) ;- bu geceye Allen Ginsberg, dönemin en önemli yapıtlarından biri sayılan “Uluma” (Howl) isimli şiiriyle katılmıştır:
“...
Ne biçim çimentodan ve alüminyumdan bir sfenkstir ki o,
kafataslarını delmiş, beyinlerini ve düş güçlerini kemirmiştir?
Molok! Yalnızlık! Çirkeflik! Çirkinlik! Çöp tenekeleri ve kazanılmayan dolarlar!
Merdiven altında çığlık atan çocuklar! Ordularda hıçkıran çocuklar!
Parklarda ağlayan yaşlılar!
Molok! Molok! Molok! Karabasan! Molok! Aşksız Molok! Düşsel Molok!
İnsanların insafsız yargıcı Molok!
Anlaşılmayan mapus Molok! Acılar topluluğu ve ruhsuz zindanın kuru kafatası Molok!
Yapıları birer yargı olan Molok! Geniş savaşın alabildiğine uzanan
kayalığı Molok! Taş kesilmiş hükümetler Molok!
Kafası saf bir makine olan Molok! Damarlarında kan değil para akan Molok!
Parmakları on ordu olan Molok! Göğsü insan yiyen bir dinamo olan Molok!
Kulağı tüten bir mezar olan Molok!
Gözleri binlerce kör pencere olan Molok! Sokaklarında sonsuz Yehovalar gibi
gökdelenler yükselen Molok! Fabrikaları sis içinde düş gören ve
can çekişen Molok! Bacaları ve antenleri kentleri taçlandıran Molok!
Sevisi sonsuz petrol ve taş olan Molok! Ruhu elektrik ve bankalar olan Molok!
Yoksulluğun dehanın hayaleti sayıldığı Molok! Alınyazısı cinsiyetsiz bir
hidrojen bulutu olan Molok! Adı akıl olan Molok!
Üstünde tek başıma oturduğum Molok! Melekleri düşündüğüm Molok!
Deli Molok! Azgın Molok! Aşksız ve erkeksiz Molok! İçime küçükken
işleyen Molok! İçinde gövdesiz bir bilinç olduğum Molok!
Benim doğal kendimden geçişimden kendimi korkutan Molok!
Uyandığım Molok! Gökyüzünün akan ışığı!
...”
Ginsberg, A. Ferlinghetti, L. (1998), Amerika. İstanbul: Altıkırkbeş 6:45
O gece orada bulunan Michael Mc Clure, “Uluma”nın okunmasıyla ilgili olarak şunları söylemiştir: “Bir bariyer yıkıldı. Bir insan sesi ve bedeni; Amerika’nın sert duvarına, onun ordularına, akademilerine, kurumlarına, düzeninin sahiplerine ve güç destekli temellerine karşı gürledi.”
Waldman, A. (1996), The beat book. Boston: Shambhala.
tavsiye: Beat kusagi
http://dharmasirana.blogspot.com/2007/12/beate-hzl-bir-bak.html
A. Ginsberg - Howl
(Altı Kırkbeş Yayıncılık - Uluma / Aralık 2007
Hazırlayan ve Çeviren: Şenol Erdoğan)
Gönderen Ey'lûl
11 Aralık 2007
TUTUNAMAYANLAR
"Türk Edebiyatının Oyun/bozanı: Oğuz Atay"
30. anma yıldönümü -
mimar sinan ünv. ve bilkent ünv. işbirliği ile
13-14 aralık tarihlerinde mimar sinan ünv.
güzel sanatlar fakültesi oditoryumunda
Oğuz Atay sempozyumu düzenlenecek.
O Ğ U Z A T A Y
12 Ekim 1934 İnebolu -13 Aralık 1977 İstanbul
"Kimse dinlemiyorsa beni – ya da istediğim gibi dinlemiyorsa – günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.” (Günlük)
" İsyan ediyorum; geri dönmeme izin verilmesini istiyorum. Gerçek hürriyeti tanımadığım için cezadan korkuyorum. Bütün hayatımca cezalıydım; durmadan bir kafesin içinde dolaştım. Gittiğim her yere, üstü kapalı, demir parmaklıklı bu kafesi taşıdım..,"
Eserleri
Tutunamayanlar, Roman 1971-1972’de iki cilt, yeni basım tek cilt 1984
Tehlikeli Oyunlar, Roman 1973
Oyunlarla Yaşayanlar, Oyun DT 1979-1980, 1985 basim
Korkuyu Beklerken, Öykü 1975
Bir Bilim Adamının Romanı, Roman 1975
Günlük, Günlük 1988
Eylembilim, Tamamlanmamis Romani 1998
Beyin tümörü tanısıyla gittiği İngiltere’de tedavinin imkânsızlığı yüzünden geri döndü Oğuz Atay, 13 Aralık 1977’de İstanbul’da hayatını kaybetti. Enis Batur onun ölümünü şöyle anlatır:
“Oysa konuk değildi Oğuz: Yüreğindeki kadar dağlayıcı bir acı vermeyen ama onu usul usul ölüm koridoruna ihbar eden beynindeki ur ile yolcuydu düpedüz. Onun içinde ‘ Yedinci Mühür’ deki gibi sonlu bir oyunla biraz kendini, daha çok da ölümü oyalamayı seçti: 1970’den 1977’nin son ayına dek programına zorla giren hastalık ve ameliyatla, zorunlu olarak giren acı, alay ve hüzünle iki roman, bir düzineye yakın öykü, bir oyun ve bir günlük yazdı. Öldüğünde dördüncü romanından 60 sayfa kadar yazmış, Geleceği Elinden Alınan adam adını verdiği bir anlatıyı da bütünüyle tasarlamış durumdaydı. "
"Ben
buradayım
sevgili
okuyucum,
sen
neredesin
acaba?"
“Nihayet insanlık da öldü. Haber aldığımıza göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur. Bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre, ‘Yahu insanlık öldü mü?’ diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır. Bu nedenle gazetelerinde, ‘İnsanlık öldü mü?’ ya da ‘İnsanlık ölür mü?’ biçiminde büyük başlıklar yayımlamakla yetinmişlerdir. Fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar, telgraflar yağmıştır; herkes insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir. Bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsa da, yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir. Evet, insanlık artık aramızda yok.”
Yalnızlığın Oyuncakları ;Tehlikeli Oyunlar_
Gönderen Ey'lûl
10 Aralık 2007
yazma eylemi - SYLVIA
By Sylvia Plath "Self-portrait"
Female Author
All day she plays at chess with the bones of the world:
Favored (while suddenly the rains begin
Beyond the window) she lies on cushions curled
And nibbles an occasional bonbon of sin.
Prim, pink-breasted, feminine, she nurses
Chocolate fancies in rose-papered rooms
Where polished highboys whisper creaking curses
And hothouse roses shed immortal blooms.
The garnets on her fingers twinkle quick
And blood reflects across the manuscript;
She muses on the odor, sweet and sick,
Of festering gardenias in a crypt,
And lost in subtle metaphor, retreats
From gray child faces crying in the streets.
—Sylvia Plath
By Sylvia Plath "Two women reading"
...
"On the Declines Oracles" adli şiirimin epigrafi:
"Yıkık bir tapınağın içinde kırık bir Tanrı yontusu gizemli bir dil konuşuyor"
...
" Gün ağarıyor.Gizem saatidir bu. Tarih- öncesi zamandır da ayni zamanda. Düşlenen şarki, kutsal sütunun ayakları dibinde, Tanrı’nın soğuk, beyaz suretinin yanı başında uyuyakalmış bir yalvacın son sabah düşünün açımlayıcı şarkısı"
" Gizem olmadıkça neyi seveceğim ben?"
...
Ted, şiirlerimi eleştirip, orada burada doğru sözcüğü önerirken yanılmaz bir biçimde haklı - admiringly yerine "marvelingly" gibi. Kibirli, sanırım, beni Amerika’nın Kadın Ozanı olmaya değer kılan [tıpkı Ted'in İngiltere ve müstemlekelerinin Ozanı olacağı gibi] dizeler yazdım. Kim aşık atabilir? Şey, tarihte Safo, Elizabeth Barret Browning, Christina Rossetti, Amy Lowell, Emily Dickinson, Edna St. Vincent Millay- tümü de ölü. Simdi; Edith Sitwell ile Marianne Moore, yaşını başını almakta olan dev kadın ozanlar, şiirsel vaftiz annesi Phyllis McGinley ise dışarda kalır- hafif şiirler: kendini sattı o. Daha çok: May Swenson, Isabella Gardner, bir de onlara çok yakın duran Adrienne Cecil Rich- yakında bu sekiz şiir güneş tutulmasına uğratacak onları. İstekliyim, tedirginim, yeteneğimden eminim, yalnızca onu eğitmeye ve öğretmeye gereksinimim var- Bu en iyi sekiz şiirle bundan böyle kapıları ardına dek açacağım...
syf264
...
Yazmak, dinsel bir edimdir; bir düzene koyma, yeniden biçimlendirme, insanları ve dünyayı oldukları ve olabilecekleri gibi yeniden öğrenmek, yeniden sevmektir. Daktilo etmekle ya da dua etmekle geçirilen bir gün gibi geçip gitmeyen bir biçimlendirmedir. Yazmak kalır; kendi gönlünce dünyada dolaşır. İnsanlar okurlar onu: bir kişiye, bir felsefeye, bir dine, bir çiçeğe tepki gösterir gibi, tepki gösterirler ona: severler ya da sevmezler. Onlara yardim eder ya da etmez. Yaşamayı yoğunlastiriyormus duygusu verir: daha çok verir, irdeler, sorar, bakar, öğrenir, biçimlendirirsiniz onu: daha çoğunu elde edersiniz: canavarlar, yanıtlar, renk, biçim, bilgi. İlkin salt yazmak için yazarsınız. Eğer para gelirse ne ala. Önce para için yazmazsınız. Daktilo makinesinin başına oturmanızın nedeni para değildir. Bir mesleğin peynir ekmek paranızı karşılaması çok hoş bir şeydir. Yazmak da böyle olabilir, olmayabilir de. Böylesine bir güvensizlikle nasıl yaşanır? En kötüsü, ara ara, yazmanın kendisine duyulan inanç eksikliği ya da yitimiyle? Bunlarla nasıl yaşanır?
En kötüsü, tümünün en kötüsü yazmaksızın yaşamaktır...
syf337
SYLVIA PLATH'IN GÜNCELERİ
Gönderen Ey'lûl
okuma eylemi
"Başucumdaki kitaplar dünyaya açılan penceremdir."
Cornelis Bisschop
Dutch Baroque Era Painter, 1630-1674
hayatın anahtarı ; okuma eylemi
Pablo Picasso - girl reading on beach, 1937
" kızın tüm bedeninin kitabın üzerine kapanmış görünmesi ilgiyle okumaktan öte, okuduğu ile bütünleşmiş bir beden"
Gönderen Ey'lûl
08 Aralık 2007
10. ULUSLARARASI ISTANBUL BIENALI 2007
Kitaptaki yazılar son yıllarda sanat ortamını ahtapot gibi sarmalayan küratöryel sistem ve sanatın özgün, bağımsız ve özgür kimliğini, üretkenliğini karanlık odakların hizmetlerine teslim etmek isteyenlere karşı muhalif duruşa sahip bir hakikat yolculuğu denemesidir…
Yazarlar;
Hazırlayan: Cavit Mukaddes
Tasarım: Savaş Çekiç
Türü: Sanat Dizisi 02
152 sayfa
2007 Çekirdek Sanat Yayınları
Gönderen Ey'lûl
07 Aralık 2007
ERGIN INAN 99 SİİR, 99 RESİM
"Ben" Değilsin "Sen" Değilsin - 1987
El yapımı kağıt üzerine yağlıboya
_
Mevlana Celaleddin Rumi: 99 Şiir, 99 Resim
Mevlana'nın doğumunun 800. yılı -2007
Mevlana Celaleddin Rumi: 99 Şiir, 99 Resim
Ergin İnan' in 99 adet resmi, Talat Halman'ın Mevlana'nın yapıtlarından derlediği 99 şiirle buluşuyor..
İKSV Tasarım-Fiyatı: 500 YTL
40 yil Sanata ve Mevlana'ya adanmis bir hayat;
" İnsanlar 'Secret'i okuyacağına alıp 'Mesnevi'yi okusunlar"
Biri Batılı diğeri Doğulu iki ressamın yeteneklerini karşılaştırmak için onlardan karşı karşıya duran iki duvara resim yapmaları istenmiş. Hızla işe koyulmuşlar. Doğulu ressam duvarı ince ince işlemiş. Batılı ise duvarı sadece cilalamış. Sabah olup güneş doğduğunda Doğulunun yaptığı resim Batılının duvarına yansımış. "Mevlana beni ve resmimi ne kadar güzel anlatıyor, değil mi?" diyor Ergin İnan atölyesinde resimlerine bakarken.
İnan'ın Mevlana'dan esinlenerek yaptığı resimler İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Mevlana'nın doğumunun 800'üncü yıldönümü dolayısıyla bir kitapta toplandı: "Mevlana Celaleddin Rumi / 99 Resim, 99 Şiir". Edebiyat profesörü ve yazar Talat Halman da bu kitap için Mevlana'nın yapıtlarından 99 şiir derledi.
Mevlana size ne çağrıştırıyor?
Aslında aklıma birçok şey geliyor. Onun "Sadece susayan suyu değil, su da susayanı bulur" sözünü çok beğenirim. Bu sözcüğü 1985'te çizdiğim tuvalime de kazımıştım. Ama beni en çok etkileyen, onun deyişiyle "İçin içi" kavramı. Bu kavramla aslında her insanın kendine ait bir içi, bir ruhu olduğunu söylüyor. İnsanın kendini deşifre etmesi, Tanrı'ya yaklaşması kendi içini tanımasıyla olur. Onun dünyasını anlamak benim için ibadet gibi bir şey.
"Mesnevi'nin tümünü satır satır okudum"
Hayatın zorluklarına karşı insanların daha iyi yaşaması için birçok yeni kitap çıkıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mevlana'nın insan görüşü, zaman zaman insanlar kabul etmese de, kendini her an var ediyor. O, insanlara çok şey söylüyor ama tabii duyana. Her gün yeni bir kitap çıkıyor. "Secret" şu an gündemde olanı. Ama bu kitabın özünde Mevlana'nın felsefesi yatıyor. İnsanlar "Secret"i okuyacağına alsın "Mesnevi"yi okusun.
Mevlana'ya ilgi duymaya ne zaman başladınız?
Lisede Mevlana geceleri düzenlenirdi. Hatta ben bu gecelerin biri için Mevlana'nın o bildiğimiz tablosunu ben de resmetmiştim. Ama o çağda işin derinliğine varamadım. 1964'te üniversiteye girdiğimde bir Alman hocam vardı. Farsçayı çok iyi bilirdi. Derslerde ya Bach konçertosu ya da bir neyzen dinletirdi.
Bir gün ney eşliğinde Mevlana'yı anlatmaya başladı. Ağzım açık kalmıştı. Bu dersten sonra gittim, hemen "Mesnevi"nin altı cildini satın alıp satır satır okudum. Bundan sonra da Mevlana'nın düşüncesi hayatıma ve resimlerime yansıdı.
Bu projeyi ne kadar zamanda tamamladınız?
Bu proje olmasa da bir şeyler yapacaktım. Ama Şakir Eczacıbaşı'dan teklif gelince çok sevindim. Altı ay atölyeme kapandım, günde dört saat uyudum. 123 resim yaptım. Allah'ın güzel isimleri 99 tane olduğundan aralarından seçtim.
Bu Mevlana için yaptığım ilk çalışma değil. 1987'de "Mesnevi"den esinlenerek yedi resim yapmıştım. Zaten 40 yıldır Mevlana'yla ilgili kitap, belge ne bulursam topluyorum. Başucu kitabım "Mesnevi". Dolayısıyla bu projeye başlarken ne yapacağımı düşünmemeyi yeğledim. Tuvalin karşısına oturup başladım. Sadece Abdülbaki Gölpınarlı'nın "Mesnevi" çevirilerinden etkilendiğim cümleleri tuvale yazdım. Yani tuvale yağmuru Mevlana yağdırdı.
"Şiirleri Talat Halman ile değerlendirdik"
Talat Halman'ın "Mesnevi"den derlediği şiirler de kitapta olacak.
Resimlerimin çoğunu o şiirleri seçmeden önce yapmıştım.
O da seçtiği şiirleri bana telefonda okudu. Birlikte değerlendirdik.
Şiir ve resim iki farklı sanat kolu. Bu ikisini bir araya getirmek tuvalde nasıl bir etki yarattı?
Resim ve söz dünyası esasında çok farklıdır. İkisine aynı gözle bakamazsınız. Birini okuyup dalıp derinleşirsiniz. Resimlerde renkler, figürler sizi kendine çeker. O yüzden resim ve şiirler arasında bir uyum beklemek sanatsal açıdan doğru olmazdı. Çünkü o zaman sadece kafamızda kalıplaşmış Mevlana portreleri ve imgelerini çizmek gerekirdi. Bu da Mevlana felsefesine uymazdı. Ben sadece onun bende yarattığı etkiyi resmetmeye çalıştım.
"İlk kez 1969'da böcekleri ve sinekleri yakalayıp bir mektupta resmettim"
Mevlana ile ilgili 99 tane resim yaptınız. Farklı renkler, farklı konu ve figür... Hiç zorlanmadınız mı?
Hayır, kendimi bu konuda çok yetkin hissediyorum. Sahaflardan bulduğum, üzerinde Arapça yazılar yazan kağıtları resmimin alt katında kolaj olarak kullandım. Üst katta akrilik emisyonlarıyla, pigmentlerle, akıcı boyalarla bu yazıları buluşturdum. Onun üzerine yağlıboyayla başta böcek figürleri olmak üzere figürler çizdim. Hepsinin soyut ve farklı bir teması var.
Resimlerinizde neden hep böcekleri görüyoruz? Kafka'nın romanında olduğu gibi siz de dünyayı bir böcek gözünden mi algılamaya çalışıyorsunuz?
2006'da Berlin'de Kafka için de bir sergi yapmıştım, ne tesadüf değil mi? Tabii ki böceğin gözüyle görmek elbette kolay değil. Böcek 1969'lu yıllarda resmime girdi. Hocama mektup yazacaktım ama ne yazayım diye düşünürken birden yere bakıp karıncayı ve böcekleri gördüm. Sineği yakaladım ve resmettim. İki sayfa boyunca altlarına küçük notlar yazarak bir sürü böcek çizdim. Bundan sonra böcekler tuvalime girdi ve hiç çıkmadı.
BAHAR BAKIR
Gönderen Ey'lûl
06 Aralık 2007
KARAKALEM
Kaleminiz kara olsun... kapkara!
KARAKALEM… ilk sayi
Rock Art Yayıncılık bünyesinde üç ayda bir yayınlanacak olan mevsimlik dergi KARAKALEM’in ilk sayısı, dergiye katkıda bulunan, burada isimlerini birer birer saymanın imkansız olduğu altmışa yakın yazar, müzisyen, çevirmen, fotoğrafçı... sayesinde sadece bir dergi değil, başlı başına bir kütüphane görünümüyle çıktı piyasaya. Genel yayın yönetmenliğini Altay Öktem’in yaptığı Karakalem’in ilk sayısında Seray Şahiner, Yeraltı Edebiyatını baştan sona inceledi. Dünya ve Türk edebiyatının yeraltından akan mecrasını tüm yönleriyle ele alan bu yazının dışında, edebiyat tarihimizin belki de en aykırı ismi olan Neyzen Tevfik için, bugüne dek benzeri görülmemiş dev bir dosya hazırlandı Karakalem’de. Neyzen Tevfik’in ölümünden iki gün sonra, 30 Ocak 1953 tarihinde Vatan Gazetesi’nde yayınlanan son yazısı, ayrıca ölümünün ardından Hakkı Suha Gezgin ve Mahmut Yesari tarafından kaleme alınan anma yazıları da Neyzen Tevfik dosyasında yer alıyor.
Şimdiye kadar yalnızca alkolik ve kadın düşkünü bir yazar olarak anılan Bukowski'nin Kirli Gerçekçilik'le bağlantısını Marksist bir bakış açısıyla yorumlayan Tamas Dobozy'in çalışması da Bukowski'yi sevenler ve daha yakından tanımak isteyenler için müthiş bir fırsat yaratıyor. Gotik edebiyatın temel taşlarından olan Edgar Allan Poe da Karakalem'de her yönüyle incelenen bir başka yazar. Ayrıca Poe'nun Kuzgun adlı şiirini çizgiye döken büyük usta Gustave Dore'nin bu eşsiz yapıtına da yirmi altı sayfalık özel bir bölüm ayrıldı Karakalem'de.
Yazının ve trompetin tılsımlı sesi Boris Vian'ı şiirimizin genç seslerinden Kaan Koç ele aldı. Romanları dışında şiirleriyle de tanıdığımız Vian’ın Ölmek İstemezdim Asla adlı şiiri, yine Kaan Koç’un çeviriyle yer aldı Karakalem’de. Gerçeğin büyülü dünyasına uzanan Tim Burton'un gotik ucubelerden stop motion animasyonlara uzanan çılgın dünyasıyla tanışmak ya da o dünyaya daha yakından bakmak isteyenler için Melike Aslı Şahinsoy, görsellerle desteklenmiş geniş bir Burton dosyası hazırladı.
Bir rockstar'ın karga olarak portresini ise Özlem Gürel’in müthiş kaleminden okuyabilmek gibi bir ayrıcalık bekliyor Karakalem okurlarını. Sözünü ettiğimiz, James O’Barr’ın çizgi romanından Alex Proyas’ın filmleştirdiği Karga (The Crow) elbette. Sırtında Crow dövmesi taşıyan, sadece şarkılarıyla değil, sahne şovuyla da benzersiz bir performans sergileyen Hayko Cepkin’le Deniz Durukan baş başa verdiler, Hayko’nun kargalarını ve korkularını konuştular Karakalem için.
Ersan Erçelik ırkçılığa, kapitalist sisteme, tüketim toplumuna ve orduya eleştiri oklarını gözünü kırpmadan gönderen usta yönetmen George A.Romero’nun filmleri çerçevesinde Ölüler Ülkesi’ne doğru ürpertici bir yolculuğa çıkartıyor bizi. Kesmeşeker'den ve solo çalışmalarından tanıdığımız Cenk Taner ise şiirin karanlık sesi William Black'in kendindeki yansımasını anlatıyor. Deniz Durukan, zirveye doğru inmesini başaran, görkemli bir hayattan sokak aralarına doğru hızla ilerleyen, tarihimizin Son Yalnız’ı, bir zamanların efsane ismi Cahide Sonku’yu oldukça yakınlaştırıyor Karakalem okurlarına.
Marilyn Manson’ı sadece bir müzisyen değil, bir tür etikçi olarak gören Altay Öktem, Manson gerçek mi, yoksa sadece bir imaj mı diye soruyor ve bu hassas sorunun cevabını da veriyor yazısında. Karakalem Bir Dünya adlı bölümde ise Frank Zappa lirkleri, Erkut Tokman’ın Türkçesiyle yer alıyor.
Genç yaşta kaybettiğimiz sevgili arkadaşımız, değerli yazar, çizer, fantastik sinemanın ve B tipi filmlerin vazgeçilmez ismi Metin Demirhan’ın "Türk Sinemasında Tehlikeli Kadınlar" adlı incelemesinin, yazdığı son yazı olacağını hiç kimse bilemezdi. Karakalem’i göremeden aramızdan ayrılan Metin Demirhan yola çıkmadan önce o muhteşem kadınlarla bir kez daha vakit geçirmemizi sağladı…
Ana akım edebiyatın dışında duran ama ana akımı sarsacak kadar da güçlü olan bir çok şiir, öykü, deneme, hatta on altı yaşındaki yazarımızın kaleminden çıkma müthiş bir masal da okunmak üzere sizleri bekliyor Karakalem'de. Sibel Torunoğlu’nun Şizofren Günlüğü’nden Suat Başkır’ın İlkçağ felsefesi biçemiyle kaleme aldığı “bu çağa cuk oturan” felsefi metinlerine, tenini kaldırmaktan çekinmeyen Handan Ateş’in cinselliğe ve kadınlara bakışına, suç kavramının detaylarına inen Rafet Aslan’ın yazısına kadar uzanan zengin içeriğiyle ve simsiyah sayfalarıyla, karanlığın estetiğini gözler önüne seriyor ve gerçek ışığın nerden doğduğuna dair önemli ipuçları veriyor KARAKALEM.
Gönderen Ey'lûl
01 Aralık 2007
ŞAİRDIR, TEZ ÖLÜR
`İşte ölüm şu derin taçlı şiirdir bak!`Ece Ayhan
BİR ŞAİRİN ÖLÜMÜ
Kimse inanmaz
Benim hafif-makineliyle öldüğüme
Veya ayrıldığıma dünyadan
Benimde başkentte bi odam
Şiir kitaplarım
Üniversitede adım
Ve arkadaşım vardı
Ünüm de olurdu
Yaşasaydım
SALÂH BİRSEL (1919-1999)
“İnanın sözüme şairler / Üçer beşer söneceğiz / Yirmi ikiye varmadan / Rüştü (Onur)gibi öleceğiz”.
GENÇ ÖLÜLERDİR ŞAİRLER
unutulmuş aşkların tekrarıdır hüzün
çölün kumaşını keserken uzun gece
yalnızlığın uçurumunda gümüş eritir ay
suskunluk hep o bildik şarkıları söyler ateşböceklerine
kanatılmış gergeflerde evde kalmış kızların yası
bir tutku gibi işler makas, keserken masalların kumaşını
her aşk bir tarih düşer insanın yaralı kalbine
orada, o yasak ten ülkesinde çoğalırken çentikler
ipek, şarap ve karanfil kokuları sızar şakaklardan
billur bir ölümdür artık 'eskimiş bahar'
hayat 'kendi sesi'nden taş plaklara okunan şiirdir
anlamaz kalbin mutlu kelebeği, anlamaz sevilmemeyi
incecik çiçek tarlalarına ömrünün önsözünü yazar
ışığın orağıyla biçilir aşkın ekini
denizlere açılıp dönmemiş bir teknedir aşıksa:
aklında bir romanın unutulmaz tezleri
dilinde 'sarhoş gemi'den aşırılmış bir arya
kalbindeki hançeri daha derine iter su perileri
genç ölülerdir şairler: tez vurmaz kıyılara
tez vurmaz denizkızlarıyla sevişmiş
mutlu cesetleri...
YILMAZ ARSLAN
siir kitabi;1995 " Su Mektuplari "
ŞAİRLER ERKEN ÖLÜR
avuçlarında yuvarlanan sırça bir heyecan,
sokaklardan geçiyorsun, salyalı caddelerden,
eşiklerde oturup bastırıyorsun soluğunu.
kımıl kımıl insancıklar geçiyor önünden,
şehre doğru, gözleri ayaklarında yürüyen
dualar. avuçların ısınıyor yavaş yavaş, tutuşuyor.
pencerelerden uzanıyorsun rüzgara, meyvaya
durmuş bir dal gibi. avuçların ısınıyor.
kuşlar gelip yemleniyor parmaklarından, karıncalar
bacaklarına tırmanıyor, toprak kokusu siniyor
saçlarına, yağmura inanan uzaklıklardan. şeytan
uçurtmaları sözcükler döküyor alçalarak, resimli rüyalar…
kalabalığa karışıyor adımların, hıza mürid oluyorsun,
homurtular, patlayan kahkahalar yükseliyor çepeçevre,
leşe konmuş bakışlar… usulca kapıyorsun avuçlarını.
bir yıldız çakıyor ışığı çekilmiş gökte, vitrinlerin
önünde dikilip bakıyorsun. düşlere çalınan kornalar
yırtıyor dalgınlığını, kaçıyorsun akşamın yaralanmış dilinden.
pavyonlar çağırıyor susamışlığını, otel tabelaları
yanıp yanıp sönüyor, neon kırıkları saplanıyor bedenine,
dolmuşlar toplamaya çalışıyor telaşını, pezevenklerin
işkilli merakı peşinde. kaçıyorsun, asfalta açılmış
çukurların karanlığından, ter içinde sıyrılan dönerlerin
yağlı kokusundan kaçıyorsun. avuçların ısınıyor biteviye.
şehre yanaşan küçük bahçelerde alıyorsun soluğu, ağaçlara
karışıyor ürkekliğin, kokular örtüyor terli sırtını. toprağa
uzanıyorsun incitmekten korkarak. rüzgarı dinliyorsun.
çiçeğin karanlığa açmış küskünlüğü salınıyor, yıldızlar ipildiyor
dallar arasından. kuşları toplanmış yapraklar hışırdıyor
belli belirsiz. derken uzunlarını yakıyor bir motor gürültüsü
kaçıyorsun. avuçlarında kıvranan kırılgan bir soluk, koşuyorsun
cüzzamlı bir yasla. annenin sesi bir gölge gibi ardında sürünüyor:
“Şair olma oğul ! Şairler erken ölür! Ardından bir dua okuyanın
olmaz!”. kaçıyorsun yazgının genişleyen ağından.
MURATHAN ÇARBOĞA
siir kitabi;2003“Güne Dönen Rüya”
ŞAİRİN ÖLÜMÜ
Beni öldürdüler üç yerimden,
Şiir süsü verdiler.
Sonra attılar denizlerin önüne
Beslediler, büyüttüler kinimi
Adı sevgidir dediler
Sağnak sağnak yağdırdılar üstüme
Bir veda çığlığıydı susuşum
Cehennem yolculuğu bildiler
Eylül'dü yapraklardan savrulan
Bütün renkleri hüzün
Yanmaz fenerlerle oydular gözlerimi
Muhtaç ettiler kadere
Melalin gözüydü yağmurun adı
Görünmez mum ışığıydı eylül
Sular içinde uyardılar beni
Yudular nefret düşlü kovada
Belki bir yol vardı gitmeye
Çöle çevirdiler..
Beni öldürdüler çok yerimden
Şiir süsü verdiler..
ÖZCAN ÜNLÜ
“GÖĞ EKİNİ BİÇMİŞ GİBİ…”
"Bir zakkum ağusu damlar hüznüme /Şiirin kesik damarlarından ... "
“Erken giden mintanıyla gömülsün” Sina Akyol
“Şair olmak zarar ömre” Ahmet Erhan
“Her ölüm erken ölümdür” Cemal Süreya
“Yaş otuz beş yolun yarısı eder” Cahit Sıtkı Tarancı
“Ölüm alışsın artık bize” Ergin Günçe
“Sen bu şiiri okurken / Ben belki başka bir şehirde ölürüm” Behçet Aysan
“Sevincimi kimler yağmaladıysa / Gövdelerine çakılsın genç tabutum” Kemal Kale
ERKEN ÖLÜMLÜ ŞAİRLER ANTOLOJİSİ / AHMET GÜNBAŞ Hayal Yayınları 1. Basım, Nisan 2007, İstanbul
Gönderen Ey'lûl
28 Kasım 2007
BÜTÜN GÜNCELERİ / SYLVIA PLATH
published 1998
new ed.2001
kitabin Ted Hughes imzali onsozunde, guncenin tum gunluklerin ucte birini olusturdugunu yaziyor. "59 yilinin sonundan, ölümünden üc gun onceye kadar kayitlar iceren iki defter daha vardi. Sonuncusunu ben imha ettim cunku cocuklarinin okumasini istemedim(o gunlerde unutmanin, yasamaya devam edebilmek icin gerekli oldugunu dusunuyordum). Ötekisi kayboldu."
Kasım 1998
Odasında Bir Başına...
Bir insanın güncelerini okumaya değer kılacak en önemli özellik, onun içinin derinliğidir. Dümdüz yaşamış, hayatla ve kendisiyle hiçbir alıp veremediği olmamış, yoğun duyguların kıyısından geçmemiş insanların, diğerlerine söyleyebilecekleri farklı, alışılmışın dışında sözleri olabilir mi? Tam da bu nedenle işte, Sylvia Plath'ın Günceler'i, zorlu bir okuma serüveni.
Sylvia Plath 1932'de başlayan ve 1963'de sona eren kısacık bir yaşam. Yaşamının belli dönemlerini zaten Günceler'inde okuyacaksınız, Günceler'de bulunmayan önemli noktaları ise, Plath hakkında daha tamamlayıcı bilgiler verebilmek amacıyla kısaca özetlemek yararlı olabilir.
Başarılı ve zeki bir öğrencidir. Smith Koleji'nde burslu okur, okulun onur öğrencisidir, sonra Fulbright bursuyla Cambridge Üniversitesi'ne, İngiltere'ye gider. Smith Koleji'nde üçüncü sınıfı bitirdikten sonra, 1953 yılında, ciddi bir intihar girişiminde bulunur. Onu ancak iki gün sonra bulabilirler ve özel bir klinikte tedavi altına alınır. Tedavi, bir yıllık uzun bir terapi dönemini ve elektroşokları da içerir. Bu klinikteki psikiyatrı ile güvene dayalı bir ilişki kurabilen Plath, terapiye olumlu cevap vererek, bir yıllık aradan sonra okuluna ve başarılarına geri döner. Bu dönemini The Bell Jar (Sırça Fanus) kitabında anlatacaktır. Ted Hughes ile 1956'da evlenirler. 1960'da kızı Freida, 1962 başında oğlu Nicholas doğar, ama bu arada Ted ile evlilikleri bozulmaya başlar. Ted, Ağustos'ta onu terkederek Londra'ya gider. Bundan sonra her açıdan çok sıkıntılı günler geçirmesine karşın, neredeyse günde birkaç şiir yazdığı olağanüstü verimli bir dönem yaşar. Ancak, 11 Şubat 1963'de, çocuklarının önüne süt ve ekmek bırakıp, başını gaz ocağının içine sokarak yaşamına son noktayı yine kendisi koymayı seçecektir. Bu son dönemde yazdığı şiirler, Ariel adı altında, ancak ölümünden sonra yayınlansa da, o, yazdıklarının olağanüstü olduğunun farkında olarak annesine şöyle yazacaktır, 16 Ekim 1962'de: "Ben dâhi bir yazarım; içimde var bu. Yaşamımın en güzel şiirlerini yazıyorum, adımı onlar belirleyecek." Gerçekten de öyle olacak ve Plath, son yarım yüzyıllık Amerikan edebiyatına Ariel ile damgasını vuracaktır. 1982'de yayımlanan The Collected Poems ile Pulitzer Ödülü'nü alması da Plath'in yazın alanındaki gücünü gösteren önemli bir değerlendirmedir.
Günceler, Plath'ın Smith Koleji'ne başlamasından kısa bir süre önce başlıyor ve 1959 yılında kesiliyor. Aslında ölümünden üç gün öncesine kadar devam eden iki defter daha olmasına rağmen, 1962 sonbaharında ayrıldığı eşi, İngiliz şair Ted Hughes tarafından son defter imha edilmiştir; "çünkü çocuklarının okumasını istemedim (o günlerde unutmanın, yaşamaya devam edebilmek için gerekli olduğunu düşünüyordum)" diyor Hughes, kitaba yazdığı Önsöz'de. Bu davranışı, Sylvia Plath'i umarsız sona hazırlayan çöküntüdeki izlerini silmek istemesi olarak yorumlayanların da olduğunu belirtmeden geçmemekte yarar var. Hughes, ikinci defterinse kaybolduğunu söylüyor. Bu nedenle, 1959 yılından sonraki bölümde, apandisit ameliyatı sırasında hastanede tuttuğu notlarla, 1962 yılında Devon'daki komşularının karakterlerine ilişkin betimlemeler yer alıyor yalnızca.
Günceler'in, diğer bir deyişle kolej yıllarının başlarında, Plath'ın yoğun olarak kadınlık/erkeklik, evlilikte kadının rolü, annelik rolü ve yazarlığın bu roller içinde nasıl hayata geçirileceği konularında düşündüğünü görüyoruz: "Normal, görenekçi yaşamdan ayrılmış sanat, yaşamla birleşmiş sanat kadar yaşamsal mı, diye düşünüyorum: tek sözcükle, evlilik benim yaratıcı enerjimi sömürür, doyurulmamış duygu derinliğini artıran yazısal ve resimsel anlatıma duyduğum isteği yok eder mi? Yoksa [evlenecek olursam] çocukların yaratılışında olduğunca, sanatta da daha tam bir anlatımı gerçekleştirebilir miyim? İkisini de iyi yapabilecek güçte miyim?" Yazma eylemine taparcasına bağlı olması, bir anlamda onu sosyal hayattan koparmaktadır. Bu nedenle sürekli ikilemler yaşar, yaşamdan beklentilerine dair. Yüzeysel ilişkiler ona yetmez, ama "olabildiğince açık ve derinden konuşabileceği" insanları da kolay kolay bulamaz. Bu duygular onu yalnızlığa ve çöküntüye götüren duygulardır. "... ne denli coşkulu olursanız olun, karakterin yazgı olduğundan ne denli emin olursanız olun, elektrik lambasının yapmacık keyifli parıltısının içine dolan saatin yüksek sesli tik taklarıyla, odanızda bir başınıza kaldığınızda, hiçbir şey gerçek değildir, ister geçmiş olsun, ister gelecek. Ne geçmişiniz, ne de geleceğiniz varsa, ki önünde sonunda şimdiki zaman bunlardan oluşmuştur, şimdiki zamanın boş kabuğundan kurtulur, canınıza da kıyarsınız." Smith Koleji dönemindeki yazılarında, hayatındaki erkeklerle olan arkadaşlık/sevgililik ilişkilerini yoğun bir şekilde sorguladığını, bu sorgulamalardan yola çıkarak da erkekler ve ilişkiler üzerine kendi değer yargılarını oluşturma çabasını görürüz. Yazarak yeterince para kazanamamak, yazar olmanın toplum tarafından "meslek" olarak kabul edilmemesi ("Toplum imgeleri: Başarılı olmak koşuluyla Yazar ve Ozan bağışlanabilir. Para kazanırsa.") düşünceleriyle bu dönemden başlayarak Günceler'inde izleyebildiğimiz kadarıyla sürekli boğuşacaktır Plath. Başarı kazanma konusunda kendini bu denli zorlamasının, toplum tarafından kabul edilme kavramının, tüm bunların yazmasına engel oluşunun ve yazamadıkça kendini acımasızca hırpalamasının temelde annesiyle bağlantılı olduğunu, 1959'da eski terapistiyle yeniden görüşmeye başladığında anlayacaktır. Dr. Ruth Beuscher, Plath'a "annenize kin güttüğünüz için yazmıyorsunuz, çünkü öyküleri ona vermeniz gerektiğini ya da onun öykülerinize sahip çıkacağını duyumsuyorsunuz" dedikten sonra Plath, Günceler'ine şunları yazacaktır: "Bu yüzden, yazamıyorum. Ondan nefret ediyorum, çünkü yazmayışım ona üstünlük sağlıyor. Haklı olduğunu, uğruna güvenceyi yadsıdığım şey ortada yokken, öğretmenlik ya da güvenli bir şey yapmamakla aptallık ettiğimi öne sürüyor. Benim geri çevrilme korkum, bunun, başarılı olmadığım için onun tarafından geri çevrilme anlamına geleceği korkusuyla bağlantılı. Benim işim, işimden tat almak. YAPITLARIMIN BENİM OLDUKLARINI DUYUMSAMAK."
1952 yılının yaz döneminde, New York'ta geçirdiği konuk editörlük deneyiminden sonra, Harvard Yaz Okulu'na kabul edilmeyişi, yazarlık yeteneğini acımasızca sorgulamasına yol açar. Kendini bırakmamak için sürekli yapması gereken hedefler bulduğunu ("Görüngeyi öğren çocuğum, steno öğren, Fransızca çalış: YAPICI BİR BİÇİMDE DÜŞÜN. ..."), yaşamına son verme isteğine engel olmaya çalıştığını ("Zihin bakımından donmuşsun sen -ilerlemekten korkuyor, dölyatağına dönmeye can atıyorsun. Önce düşün; -işte yaşamın, zihnin; yılgıya kapılma. Yazmaya başla, kabaca, kopuk kopuk da olsa"), kısacası kendisiyle hesaplaşmalarını açıkça görürüz, intiharından önce yazdığı son iki kayıtta. Bundan sonrası boşluktur. 1953 Ağustos'undaki bu girişimden sonra, 1955'e kadar, yazılmış bir kayda rastlanmamaktadır.
Günceler, 1955'te erkek arkadaşı Richard Sassoon'a yazdığı kimi mektuplardan alıntılarla devam eder. 1956'da Richard'la birlikte, Paris'te çok güzel bir Noel tatili geçirmelerinin ardından "birbirlerine gereksinim duyuncaya kadar, birbirlerini aramama" kararı vererek ayrılırlar. Tabii ki, yazılan Günceler, Plath'in kaleminden çıktığı için, bir macera romanı okur gibi bir ayrılık hikâyesi okumayı beklemek yanlış olur. Kimi mektuplarından alıntılar ve yaşananları sorgulama şeklinde gelişecektir olay Günceler'inde. Yine çöküntüye doğru gittiği günler yoğunlaşacaktır. Şubat tarihli kaydında, klinikte yaşadığı elektroşoku betimlemeyi düşündüğünü yazacaktır. Yaşadığı klinik dönemine ilişkin olarak Günceler'inde rastladığımız ilk kayıttır bu: ... deliliği
virgul'den...
-1998
ikinci baski-2000
ceviri:Şadan Karadeniz
Oglak Edebiyat/Günce
Gönderen Ey'lûl